-kar topuyla vurdun beni, kar yaktı yüzümü. bekledim, bana bakmaya gelmedin. kaçtım, yatağıma gelim, rüyalara dalmak üzereyken tuttun belimden, gözlerimden kar yanağına baktın.
+kar yağdırdın saçlarıma. dur dedin, durdu beyazlar. sus dedin, mızmızlanmadan hisset beni dedin, yanaklarının kızarıklığını yanağımda hissettim. bak dedin bana, ne görüyorsun bu yaşlı yüzde dedin. kendimi dedim. sustun, cevap veremedin.
-sıcak şimdi burası, ellerim kalbinde. gözlerim baktığın yerde. unuttuğun kokusu saçlarımın yakında, üşüyen kirpiklerime sarıl ki gözyaşlarım sensiz akmasın.
+soğuk şimdi kalbim, ısıtılmayı bekleyen ufacık bir kedi gibi, sevgine muhtaç. gözlerim gözlerinde, ellerim dudaklarında, sadece sus ve bana bak diyor. kaybettiğim mutluluğu kazanmışken tekrar, alma bende diyor sana, hayranlıkla.
-dudaklarımın gülümseyen kıvrımı, değerim olan adam, mutlu ol ki rüyalarım mavi olsun, ellerin dudağımdayken uyumalısın, sarıp sarmalayıp rüyalara göndermelisin beni.
+dudaklarımdaki heyecan, gözlerimdeki ışıltı. mutluluğun tanımı ve yegane anlamı. sarıp sarmaladım seni sevgimle. gözlerinin perdesi aralansın, rüyalarında beni gör diye. susuzluğumun çaresi, vücudumda dolaşan kan; rüyalarının bekçisiyim, uykusuzum, sen rahat uyuyabilesin diye...
23 Aralık 2010 Perşembe
22 Aralık 2010 Çarşamba
seni kimler aldı
Kan var bütün kelimelerin altında. Taşıyamadığım, sırtımda ağırlık yapan her şey, seni bana hatırlatır sevgili.
Ettiğim sitemlerdeki sevgiyi sen anlarsın. Anlarsın yüreğimdeki ağırlığı, çöken sisin beni benden alıp götürdüğünü.
Yokluğun muydu bunca zamandır dans ettiğim? Yoksa hiç bilmediğim, aslında kendim gibi tanıdığım sen miydin bana yaşamı aşılayan?
Gözyaşlarım bir cam şişede, seni bekler , seni zikreder. Bilmezsin aslında ne kadar değersiz olduğunu o birkaç damlanın. Görüleni büyütmemek gerekir bazen.
Alnımdan damlayan ter gibi tuzlu, eksi bilmem kaç derece soğukmuşçasına buz gibi hayallerim. Siyah, sonu gelmeyen, kalitesiz bir film gibi. Başrolde ben, figüranlarım bir kurşun kalem, bir kağıt ve sigaram. Kapalı gişe oynuyorum, tek konuğum ise yokluğun.
Beni unutma diye haykıran gözlerim, artık başa çıkamadığım depresif hallerim var. Sensizlikte yitirdiğim bir çok şeyin yanında, en üzücü olanı gülümsememin bana yabancılaşması.
Hatalarla dolu bir on yıl.
sigaramın dumanını üflerken gecenin sessizliğine seni düşünmeden geçirdiğim on yıl.
Şimdi ise geriye kalan birkaç tel beyaz saç ve durmadan dönüp duran bir cümle:
Seni kimler aldı?
Ettiğim sitemlerdeki sevgiyi sen anlarsın. Anlarsın yüreğimdeki ağırlığı, çöken sisin beni benden alıp götürdüğünü.
Yokluğun muydu bunca zamandır dans ettiğim? Yoksa hiç bilmediğim, aslında kendim gibi tanıdığım sen miydin bana yaşamı aşılayan?
Gözyaşlarım bir cam şişede, seni bekler , seni zikreder. Bilmezsin aslında ne kadar değersiz olduğunu o birkaç damlanın. Görüleni büyütmemek gerekir bazen.
Alnımdan damlayan ter gibi tuzlu, eksi bilmem kaç derece soğukmuşçasına buz gibi hayallerim. Siyah, sonu gelmeyen, kalitesiz bir film gibi. Başrolde ben, figüranlarım bir kurşun kalem, bir kağıt ve sigaram. Kapalı gişe oynuyorum, tek konuğum ise yokluğun.
Beni unutma diye haykıran gözlerim, artık başa çıkamadığım depresif hallerim var. Sensizlikte yitirdiğim bir çok şeyin yanında, en üzücü olanı gülümsememin bana yabancılaşması.
Hatalarla dolu bir on yıl.
sigaramın dumanını üflerken gecenin sessizliğine seni düşünmeden geçirdiğim on yıl.
Şimdi ise geriye kalan birkaç tel beyaz saç ve durmadan dönüp duran bir cümle:
Seni kimler aldı?
20 Aralık 2010 Pazartesi
hayatımda biri yok birinde hayatım var
-bir insan ne zaman yaşlanır diye sordu bana. baktı gözlerimin içine. gözlerimi kaçırdım, bakamadım.
ellerime baktım. kırışmıştı. solmuştu ve güçsüzleşmişti.
+ne zaman yaşlandım ben? dedim. ellerimdeydi gözlerim. gözlerimi ayıramadım ellerimden.
ellerimden tuttu. gençliğini bana verdi. huzurunu, mutluluğu ve yaşamı. ellerimdeki pürüzler kayboldu, yok oldu.
onu bir daha sevdim.
sevdim.
****
kar yağdı bu gece buraya. sessiz ve dingin bir şekilde. geçtim penceremin karşısına, sustum. susarak izledim düzensizlikteki düzeni. kendime sormaya başladım. hep sordum. cevaplarını alamadım. sordum.
sen bir korkaksın dedi içim bana. korkak bir yalnızsın dedi. kendi hayatın bile yok, etrafındakilerin hayatına tutunup onlarla yaşamaya çalışıyorsun dedi. asıl iş de, asıl dostluk da o değil midir, asıl sevgi o değil midir diye sordum. bu sefer o sustu.
elimdeki kahvenin sıcaklığı yetmemeye başlayınca ceplerime soktum ellerimi. soğuktu. üşümüştüm. ben aslında hep bir şekilde üşüyordum ve hep uzaktan seyredilen, üşüyüp üşümediği merak edilmeyen figüran oluyordum.
konuşmadım.
karın yağışını seyrettim.
sustum.
****
uykusunda seyrediyorum onu. öyle huzurlu ki. o hep huzurlu. burnunu kaşıyor sağ eliyle, istemsizce. sanki birisi onu gıdıklamış gibi.
kalkamıyorum yerimden. önümde dünyanın en güzel varlığı, sahnede, ve bana özel tek kişilik oyununu sergiliyor. tüm maharetini gösteriyor, hem de istemsizce.
o kadar doğal, o kadar sahici ve o kadar güzel ki.
saçları güzel yüzünü örtmesin diye hafifçe elimle düzeltiyorum. ruhu bile duymuyor. kirpikleri oynuyor o an, rüya görüyor diye düşünüyorum. acaba hayal dünyasındaki filmde benim rolüm ne diye düşünüyorum gözlerini oynatınca.
boşver diyorum. ne önemi var?
****
cevabı olmayan soruları sormakta üstüme yoktur. ne olursa olsun en aptalca soruyu sorup en büyük olayı çıkartabiliyorum.
ben aslında kendimi sevmiyorum. hayır hayır, aslında seviyorum. anlamsızca benden önde giden göbeğimden hoşlanıyorum. saçımdan, sakalımdan hoşlanıyorum. hoşuma gidiyor. sadece..
sadece kendime önem vermekten hoşlanmıyorum. belki de kendimden korkuyorum. ufak bir ilgi alakayla dünyadaki en büyük narsiste dönüşeceğimden korkuyorum. zira insanoğlu dengesiz, insanoğlu kibirli.
****
gidişimden birkaç ay sonra görüyorum onu. gözlerinin feri sönmüş. eski neşesini yitmiş, kahkahaları kadeh gibi çınlamıyor artık. yorulmuş, fazlasıyla. kendisi de farkında yorulduğunun. ama yapamıyor. kendisinin deyimiyle ellerinde pranga, ayakları birbirine bağlanmış, nehir nereye götürürse oraya sürükleniyor.
çoğu zaman hangi kıyıda olduğunu da bilmiyor kendisi. sadece nefes alıyor, hiçbir şeye inanmadan, hiç kimseyi sevmeden ve hiçbir şeyi umursamadan. o aslında bu. şu an olduğu, kendisi. ruhundaki asiliğin kendisi de farkında. hiç kimsenin ya da hiçbir şeyin kendisini engelleyemeyeceğinin farkında. sadece yorgun. çok yorgun.
saçları hala aynı. gece karası. sadece daha bakımsız. kendisine önem vermiyor. o da benim gibi. ne yaptığını bilmediğinden, kendisiyle tanışmak isteyen insanlara tamah gösteriyor. bu o değil. asla.
aslında olmadığı biri olmaya zorlanmak, insan için en zor olan şey. en zor ve en nefret büyüten şey. içten içe nefret ediyor o. elinden gelse duvarları yumruklayarak parçalayacak, haykıracak ve kendisine susmasını söyleyen ilk insanı öldürecek.
çünkü korkuyor, çünkü sevdiğini sanıyor, çünkü o bir aptal.
gözlerinin feri gitmiş, ama o bu haliyle bile güzel, bu haliyle bile çekici. çünkü bu onun doğası.
****
güne gözbebeklerini açtığında ilk, bırak ben yanında olayım. seninle aynı havayı soluyayım, seni soluyayım. ismini ünleyeyim neşeyle, seveyim seni, parçam ol, canım ol, her şeyim ol! yeter ki ol!
****
hayatımda biri yok. hiç olmadı ve olmayacak da. ben hep hayatımı birine verdim, o biri aldı bir parçamı, ve bir daha hiç geri getirmedi. aynı onun gibi. aynı senin gibi. aynı başkalarının yapacağı gibi.
parçalandı, kırıldı ve bir daha hiç "ol"madı.
ellerime baktım. kırışmıştı. solmuştu ve güçsüzleşmişti.
+ne zaman yaşlandım ben? dedim. ellerimdeydi gözlerim. gözlerimi ayıramadım ellerimden.
ellerimden tuttu. gençliğini bana verdi. huzurunu, mutluluğu ve yaşamı. ellerimdeki pürüzler kayboldu, yok oldu.
onu bir daha sevdim.
sevdim.
****
kar yağdı bu gece buraya. sessiz ve dingin bir şekilde. geçtim penceremin karşısına, sustum. susarak izledim düzensizlikteki düzeni. kendime sormaya başladım. hep sordum. cevaplarını alamadım. sordum.
sen bir korkaksın dedi içim bana. korkak bir yalnızsın dedi. kendi hayatın bile yok, etrafındakilerin hayatına tutunup onlarla yaşamaya çalışıyorsun dedi. asıl iş de, asıl dostluk da o değil midir, asıl sevgi o değil midir diye sordum. bu sefer o sustu.
elimdeki kahvenin sıcaklığı yetmemeye başlayınca ceplerime soktum ellerimi. soğuktu. üşümüştüm. ben aslında hep bir şekilde üşüyordum ve hep uzaktan seyredilen, üşüyüp üşümediği merak edilmeyen figüran oluyordum.
konuşmadım.
karın yağışını seyrettim.
sustum.
****
uykusunda seyrediyorum onu. öyle huzurlu ki. o hep huzurlu. burnunu kaşıyor sağ eliyle, istemsizce. sanki birisi onu gıdıklamış gibi.
kalkamıyorum yerimden. önümde dünyanın en güzel varlığı, sahnede, ve bana özel tek kişilik oyununu sergiliyor. tüm maharetini gösteriyor, hem de istemsizce.
o kadar doğal, o kadar sahici ve o kadar güzel ki.
saçları güzel yüzünü örtmesin diye hafifçe elimle düzeltiyorum. ruhu bile duymuyor. kirpikleri oynuyor o an, rüya görüyor diye düşünüyorum. acaba hayal dünyasındaki filmde benim rolüm ne diye düşünüyorum gözlerini oynatınca.
boşver diyorum. ne önemi var?
****
cevabı olmayan soruları sormakta üstüme yoktur. ne olursa olsun en aptalca soruyu sorup en büyük olayı çıkartabiliyorum.
ben aslında kendimi sevmiyorum. hayır hayır, aslında seviyorum. anlamsızca benden önde giden göbeğimden hoşlanıyorum. saçımdan, sakalımdan hoşlanıyorum. hoşuma gidiyor. sadece..
sadece kendime önem vermekten hoşlanmıyorum. belki de kendimden korkuyorum. ufak bir ilgi alakayla dünyadaki en büyük narsiste dönüşeceğimden korkuyorum. zira insanoğlu dengesiz, insanoğlu kibirli.
****
gidişimden birkaç ay sonra görüyorum onu. gözlerinin feri sönmüş. eski neşesini yitmiş, kahkahaları kadeh gibi çınlamıyor artık. yorulmuş, fazlasıyla. kendisi de farkında yorulduğunun. ama yapamıyor. kendisinin deyimiyle ellerinde pranga, ayakları birbirine bağlanmış, nehir nereye götürürse oraya sürükleniyor.
çoğu zaman hangi kıyıda olduğunu da bilmiyor kendisi. sadece nefes alıyor, hiçbir şeye inanmadan, hiç kimseyi sevmeden ve hiçbir şeyi umursamadan. o aslında bu. şu an olduğu, kendisi. ruhundaki asiliğin kendisi de farkında. hiç kimsenin ya da hiçbir şeyin kendisini engelleyemeyeceğinin farkında. sadece yorgun. çok yorgun.
saçları hala aynı. gece karası. sadece daha bakımsız. kendisine önem vermiyor. o da benim gibi. ne yaptığını bilmediğinden, kendisiyle tanışmak isteyen insanlara tamah gösteriyor. bu o değil. asla.
aslında olmadığı biri olmaya zorlanmak, insan için en zor olan şey. en zor ve en nefret büyüten şey. içten içe nefret ediyor o. elinden gelse duvarları yumruklayarak parçalayacak, haykıracak ve kendisine susmasını söyleyen ilk insanı öldürecek.
çünkü korkuyor, çünkü sevdiğini sanıyor, çünkü o bir aptal.
gözlerinin feri gitmiş, ama o bu haliyle bile güzel, bu haliyle bile çekici. çünkü bu onun doğası.
****
güne gözbebeklerini açtığında ilk, bırak ben yanında olayım. seninle aynı havayı soluyayım, seni soluyayım. ismini ünleyeyim neşeyle, seveyim seni, parçam ol, canım ol, her şeyim ol! yeter ki ol!
****
hayatımda biri yok. hiç olmadı ve olmayacak da. ben hep hayatımı birine verdim, o biri aldı bir parçamı, ve bir daha hiç geri getirmedi. aynı onun gibi. aynı senin gibi. aynı başkalarının yapacağı gibi.
parçalandı, kırıldı ve bir daha hiç "ol"madı.
20 Ekim 2010 Çarşamba
dudağında dilinde ellerin izi var
-seni seviyorum! dedim.
gözlerine baktım. gözlerinin içine baktım.
o gözlere sahip olmak için yapamayacağım şey yoktu. o gözlere sahip olan dünyanın en şanslı adamıydı. o gözlerdeki gülümsemeye layık olmak, tanrı tarafından bir hediyeydi.
-sen benim mucizemsin! ama üzülme, senin mucizen ben değilim, biliyorum! dedim.
gözlerine baktım. gözlerinin içine baktım.
o, aslında uçsuz bucaksız bir denizdi. bense zayıf teknemle onun rüzgarlarına karşı koymaya çalışıyordum.
dayanamadım çok zaten, ilk rüzgarda alabora oldum.
boğuldum.
gözleri doldu. keşke hiç konuşmasaydım diye düşündüm. keşke açmasaydım bu konuyu ve keşke...
yapamam ama. yapamazdım. ona bakınca değişiyorum.
bıraktım sonra. bıraktım gözlerini.
bıraktım ki gözyaşları demlensin. bulutlar kıskansın.
****
yürüyorum yine. kimsecikler yok. bir sen, bir ben.
korkuydu bizi parçalayan aslında. ne sendin neden, ne de ben.
korkuydu beni kanatan.derime büyükçe bir yara açan.
bazen diyorum ki, sadece bazen ama, seninle bir yıl sonra tanışsaydım, ne olurdu?
düşünüyorum, düşünüyorum.
cevabını bulamıyorum. tek bir şeyin cevabını biliyorum o an, değil 1 yıl, 10 yıl sonra bile görsem seni, yine sana aşık olurdum.
sahi, neden yağmur hep yalnızları ıslatır?
****
-aranız nasıl? diyorum.
-iyi işte bildiğin gibi. diyor.
aslında ben hiçbir şey bilmiyorum.
onunla son konuşmamın üstünden 1 ay geçmiş. oysa ben onu 10 yıl konuşmamışız gibi özlemişim.
çok özlemişim, çok yaşlanmışım.
onunla son konuşmamın üstünden 1 ay geçmiş. ama ben kendime bir ışık yılı kadar uzak hissediyorum onu.
-çok özledim seni ben dün gece. diyorum.
-neden dün gece?
-bilmiyorum, sadece dün gece farklıydı. farklıydın. diyorum.
sessizleşiyor.
-dün gece seninle konuşmak, bir söz bile söylesen, onu duymak çok istedim. diyor.
aklımı kaybediyorum o an.
saçlarımdaki beyazlar artıyor o an. hissediyorum.
tanrım, ben bu kadına ne çok bağlıyım!
-kalp kalbe karşı. diyorum.
oysa söylemem gerekenler çok farklı. hiç durmadan konuşmam lazım. onu anlatmam lazım. "sen bensin!" demem lazım.
diyemiyorum.
susuyorum.
ses tellerim acıyor. fazla sigara içmekten değil, onun duymadığı bağırışlarımın canımı acıtmasından.
-boşver. diyorum. içim yana yana...
****
yabansı sesiyle doldurup bardağımı
boşaltır sonra belirsizliğe
- elleri var ellerim gibi-
çekip götürdüğü kadın
getirip getirip rastlantının.
kuşlar dal değiştirdikçe
kıyıya uzanan düzlük
kurtarır karnındaki arıyı
yitirir uçlarını çatılar
ay çakıllara bölünür
bir daldır uykusuzluk
sallanır sürekli gecede
****
seni kimler aldi
kimler opuyor seni
dudaginda dilinde
ellerin izi var...
gözlerine baktım. gözlerinin içine baktım.
o gözlere sahip olmak için yapamayacağım şey yoktu. o gözlere sahip olan dünyanın en şanslı adamıydı. o gözlerdeki gülümsemeye layık olmak, tanrı tarafından bir hediyeydi.
-sen benim mucizemsin! ama üzülme, senin mucizen ben değilim, biliyorum! dedim.
gözlerine baktım. gözlerinin içine baktım.
o, aslında uçsuz bucaksız bir denizdi. bense zayıf teknemle onun rüzgarlarına karşı koymaya çalışıyordum.
dayanamadım çok zaten, ilk rüzgarda alabora oldum.
boğuldum.
gözleri doldu. keşke hiç konuşmasaydım diye düşündüm. keşke açmasaydım bu konuyu ve keşke...
yapamam ama. yapamazdım. ona bakınca değişiyorum.
bıraktım sonra. bıraktım gözlerini.
bıraktım ki gözyaşları demlensin. bulutlar kıskansın.
****
yürüyorum yine. kimsecikler yok. bir sen, bir ben.
korkuydu bizi parçalayan aslında. ne sendin neden, ne de ben.
korkuydu beni kanatan.derime büyükçe bir yara açan.
bazen diyorum ki, sadece bazen ama, seninle bir yıl sonra tanışsaydım, ne olurdu?
düşünüyorum, düşünüyorum.
cevabını bulamıyorum. tek bir şeyin cevabını biliyorum o an, değil 1 yıl, 10 yıl sonra bile görsem seni, yine sana aşık olurdum.
sahi, neden yağmur hep yalnızları ıslatır?
****
-aranız nasıl? diyorum.
-iyi işte bildiğin gibi. diyor.
aslında ben hiçbir şey bilmiyorum.
onunla son konuşmamın üstünden 1 ay geçmiş. oysa ben onu 10 yıl konuşmamışız gibi özlemişim.
çok özlemişim, çok yaşlanmışım.
onunla son konuşmamın üstünden 1 ay geçmiş. ama ben kendime bir ışık yılı kadar uzak hissediyorum onu.
-çok özledim seni ben dün gece. diyorum.
-neden dün gece?
-bilmiyorum, sadece dün gece farklıydı. farklıydın. diyorum.
sessizleşiyor.
-dün gece seninle konuşmak, bir söz bile söylesen, onu duymak çok istedim. diyor.
aklımı kaybediyorum o an.
saçlarımdaki beyazlar artıyor o an. hissediyorum.
tanrım, ben bu kadına ne çok bağlıyım!
-kalp kalbe karşı. diyorum.
oysa söylemem gerekenler çok farklı. hiç durmadan konuşmam lazım. onu anlatmam lazım. "sen bensin!" demem lazım.
diyemiyorum.
susuyorum.
ses tellerim acıyor. fazla sigara içmekten değil, onun duymadığı bağırışlarımın canımı acıtmasından.
-boşver. diyorum. içim yana yana...
****
yabansı sesiyle doldurup bardağımı
boşaltır sonra belirsizliğe
- elleri var ellerim gibi-
çekip götürdüğü kadın
getirip getirip rastlantının.
kuşlar dal değiştirdikçe
kıyıya uzanan düzlük
kurtarır karnındaki arıyı
yitirir uçlarını çatılar
ay çakıllara bölünür
bir daldır uykusuzluk
sallanır sürekli gecede
****
seni kimler aldi
kimler opuyor seni
dudaginda dilinde
ellerin izi var...
16 Ekim 2010 Cumartesi
her neyse
ben uykuda değildim aslında.
gündüz düşlerine hapsolmuş bir zavallıyım.
kendi kandırmacalarımın arasında yaşlanmış bir ruhum ben. sessiz, sakin, hiçbir şeyden haberi olmayan bir ben var bende. yüzündeki maskesini çıkartmaya çalışmayan, onunla yaşamaya alışmış bir ben.
ve sen..
yağmur yağıyor yine. geçtim penceremin başına, seni izliyorum rüzgar sigara dumanımla oynaşırken.
biliyorum. elde duran hikayeme döndüm yine seninle. günler sonra, delicesine seni yaşıyorum şu an. y
farkında olmadan sen, ben burda yeniden doğuyorum.
koridorlarda çığlıklarım yankılanıyor. ilk işim ismini ünlemek oluyor.
kendim bile şaşırıyorum.
o kadar ki susuzum sana karşı.
o kadar ki bedenim aciz ve "sen"sizlikten ölmek üzere.
sonra, diyorum.
sonra, ruhuna erişiyorum. kendimi görünce yüzümdeki gülümseme genişliyor, bilirsin.
sonra, diyorum.
her neyse...
her neyse...
gündüz düşlerine hapsolmuş bir zavallıyım.
kendi kandırmacalarımın arasında yaşlanmış bir ruhum ben. sessiz, sakin, hiçbir şeyden haberi olmayan bir ben var bende. yüzündeki maskesini çıkartmaya çalışmayan, onunla yaşamaya alışmış bir ben.
ve sen..
yağmur yağıyor yine. geçtim penceremin başına, seni izliyorum rüzgar sigara dumanımla oynaşırken.
biliyorum. elde duran hikayeme döndüm yine seninle. günler sonra, delicesine seni yaşıyorum şu an. y
farkında olmadan sen, ben burda yeniden doğuyorum.
koridorlarda çığlıklarım yankılanıyor. ilk işim ismini ünlemek oluyor.
kendim bile şaşırıyorum.
o kadar ki susuzum sana karşı.
o kadar ki bedenim aciz ve "sen"sizlikten ölmek üzere.
sonra, diyorum.
sonra, ruhuna erişiyorum. kendimi görünce yüzümdeki gülümseme genişliyor, bilirsin.
sonra, diyorum.
her neyse...
her neyse...
9 Ekim 2010 Cumartesi
elde duran hikayeye dönmek
geriye dönüşler vardır hep pişmanlıkların sonucunda.
vicdan denen şey vardır ya hani, o kontrolü ele alır. mantık uçar gider, kulaklarınıza dolan tek ses kalbinizin sesidir ve bir şekilde bilirsiniz ki o doğruyu söylemektedir. ne olursa olsun.
pişmanlıklarımız bizim canımızı sıkan aslında ana neden olarak. canımız sıkıldığında dahi geçmişteki bir pişmanlıktandır. birilerinin ardından dökülen gözyaşı da pişmanlıktandır esasında.
olay bu "pişmanlık" olayını kabullenmektir.
gerçeklerle yüzleşmek.
yüzümüze aldığımız sert bir darbe. burnumuzun kırılması.
ve...
ve akan kıpkırmızı kan.
****
gerime bakıyorum. geçmişime.
kimse yok.
herkes uzakta. görüşüm buğulu, belki de hayalgücüm onları "var" eden.
canım sıkılıyor.
canım çok sıkılıyor!
yanıma bakıyorum. ellerime.
kimse yok.
"oysa," diyorum kendi kendime "oysa ben az önce senin ellerini tutmuyormuydum?"
sesim yankılanıyor boş sokakta.
pencerelerde tek bir ışık yok. sokak lambalarının ışığı beni "gerçeklik"e bağlıyor.
ne olduğunu anlamıyorum. sokak kedileriyle birlikte yürüyorum. bir tek onlar kaldı yanımda.
-yalnızlık mı benim kaderim yoksa yalnızlık benim asıl sevgilim mi? diyorum sanki bir cevap alabilecekmişim gibi.
cevap gelmiyor.
içses bile suskun o an. cevabı söylemek istemiyor. cevabı bildiğimi biliyor zaten.
"neyse." diyorum boşluğa tekrar.
yürümeye devam ediyorum. adam akıllı yapabildiğim bir tek o var zaten.
****
bazen insanın kendisini kandırması gerekiyor.
kandırmak doğru kelime olmayabilir tam, bilmiyorum. yalandan inanmak diyelim biz ona.
bazen insan kendini inandırıyor "o da seviyor lan!" diye.
sorgulamıyor ki karşısındakini. çünkü ona tek bir ipucu, tek bir hareket, tek bir samimiyet sözcüğü yetiyor.
çünkü o aşık.
kendi kurduğu dünyada yaşaması gibi bir şey bu insanın. kendi terimleriyle, kendi isimleriyle, kendi sevgileriyle, kendi dostlarıyla.
hayaldeki sevgiliye aşık olmak, hayaldeki sevgiliyi öpmek, onun saçlarıyla oynamak.
kim söyleyebilir ki bize gerçekle hayal arasındaki farkı o kadar net bir biçimde? hiçkimse.
yaşanılanlar belki gerçek, fakat siz kuruyorsunuz beyninizde?
kim bilir...
sahi... kim bilir?
****
kendini kandırma oyununu çok uzatmamak gerekir. her şey tadında ya güzeldir ya.. bu da öyle bir şey.
zira hayal dünyasında yaşamak, gerçeklerin acılığından daha da çaresizce ve zavallıcadır.
bazen, elde duran hikayedir tek çıkış yol.
ve bazen, elde duran hikayedir en iyisi, en güzeli...
****
son kez değil ama çok biliyorum
elde duran hikâyeye dönüyorum
tükenmiş tarihimiz, kalıntı temsilimiz
kırık köşk sırçasında...
vicdan denen şey vardır ya hani, o kontrolü ele alır. mantık uçar gider, kulaklarınıza dolan tek ses kalbinizin sesidir ve bir şekilde bilirsiniz ki o doğruyu söylemektedir. ne olursa olsun.
pişmanlıklarımız bizim canımızı sıkan aslında ana neden olarak. canımız sıkıldığında dahi geçmişteki bir pişmanlıktandır. birilerinin ardından dökülen gözyaşı da pişmanlıktandır esasında.
olay bu "pişmanlık" olayını kabullenmektir.
gerçeklerle yüzleşmek.
yüzümüze aldığımız sert bir darbe. burnumuzun kırılması.
ve...
ve akan kıpkırmızı kan.
****
gerime bakıyorum. geçmişime.
kimse yok.
herkes uzakta. görüşüm buğulu, belki de hayalgücüm onları "var" eden.
canım sıkılıyor.
canım çok sıkılıyor!
yanıma bakıyorum. ellerime.
kimse yok.
"oysa," diyorum kendi kendime "oysa ben az önce senin ellerini tutmuyormuydum?"
sesim yankılanıyor boş sokakta.
pencerelerde tek bir ışık yok. sokak lambalarının ışığı beni "gerçeklik"e bağlıyor.
ne olduğunu anlamıyorum. sokak kedileriyle birlikte yürüyorum. bir tek onlar kaldı yanımda.
-yalnızlık mı benim kaderim yoksa yalnızlık benim asıl sevgilim mi? diyorum sanki bir cevap alabilecekmişim gibi.
cevap gelmiyor.
içses bile suskun o an. cevabı söylemek istemiyor. cevabı bildiğimi biliyor zaten.
"neyse." diyorum boşluğa tekrar.
yürümeye devam ediyorum. adam akıllı yapabildiğim bir tek o var zaten.
****
bazen insanın kendisini kandırması gerekiyor.
kandırmak doğru kelime olmayabilir tam, bilmiyorum. yalandan inanmak diyelim biz ona.
bazen insan kendini inandırıyor "o da seviyor lan!" diye.
sorgulamıyor ki karşısındakini. çünkü ona tek bir ipucu, tek bir hareket, tek bir samimiyet sözcüğü yetiyor.
çünkü o aşık.
kendi kurduğu dünyada yaşaması gibi bir şey bu insanın. kendi terimleriyle, kendi isimleriyle, kendi sevgileriyle, kendi dostlarıyla.
hayaldeki sevgiliye aşık olmak, hayaldeki sevgiliyi öpmek, onun saçlarıyla oynamak.
kim söyleyebilir ki bize gerçekle hayal arasındaki farkı o kadar net bir biçimde? hiçkimse.
yaşanılanlar belki gerçek, fakat siz kuruyorsunuz beyninizde?
kim bilir...
sahi... kim bilir?
****
kendini kandırma oyununu çok uzatmamak gerekir. her şey tadında ya güzeldir ya.. bu da öyle bir şey.
zira hayal dünyasında yaşamak, gerçeklerin acılığından daha da çaresizce ve zavallıcadır.
bazen, elde duran hikayedir tek çıkış yol.
ve bazen, elde duran hikayedir en iyisi, en güzeli...
****
son kez değil ama çok biliyorum
elde duran hikâyeye dönüyorum
tükenmiş tarihimiz, kalıntı temsilimiz
kırık köşk sırçasında...
30 Eylül 2010 Perşembe
anlamsızlaşan umutlar
cılız bir umuda bağlanmaktır hayat bazen.
yapacak hiçbir şeyi kalmamış birinin eylemidir bu ancak. çaresiz, yapayalnız birinin.
ne kadar da nankör bu duygular. kalkanınızı indirdiğiniz anda sizi vuruyor, paramparça ediyor.
fakat siz yine de ona müsamaha gösteriyorsunuz. olur öyle diyorsunuz.
evet.
olur öyle. arada.
kendimizi kandırıyoruz. hepimiz!
bu cümleyi söyleyen herkes kandırıyor ve herkes de farkında içten içe o umutların hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğinin.
****
pişmanlık mı yatan kalbimde?
yoksa her an görünüşümde yeni bir yara açan ve her an git gide anlamsızlaşan umutlarım mı?
yokluğun mu beni yoran?
sesini duyamamaktan mı durgunum böyle?
uzun zamandır seni göremememden mi bu hırçınlığım ve boş konuşmalarım?
****
her şeyden uzak kalmak gerekiyor bazen.
kendinizden kaçıyorsunuz geceleri.
zira geceleri gelen, sizi ağlatan ve hep özlemle beklediğiniz şeydir yalnızlık.
yalnızlıktır size onu hatırlatan sanki hiç aklınızdan çıkmıyormuşçasına.
kurşun kaleminize bakıp içinizden "hiçbir şey yazmamalıyım! onu hatırlatan hiçbir kelime şekillenmemeli parmaklarımla!" demenizdir aslında kaçışınız.
evet, geceler artık birer düşmanınız, içtiğiniz sigara en yakın arkadaşınız ve en yakın dostun muhabbeti bile yavandır onun yokluğunda.
onun yokluğudur aslında dikkatinizi dağıtan. günlerdir sesini duyamamanız ve günlerdir tek bir haber alamayışınızdır sizi böyle endişeli yapan.
çekip giden maşuktur suçlu.
siz değil.
****
ellerinizde bir bir erir o umutlar.
ha aradı ha arayacak derken "sen gelmez oldun" dersiniz boşluğa.
cevap da gelmez asla karanlıktan.
kulağınıza dolan ezgiler hüzünlendirir, üst üste dinlediğiniz aynı şarkı sizin simgeniz olur, ayrılığın şarkısı olur.
yağmur yağdıktan sonra toprağın yaydığı koku eskisi kadar güzel gelmez.
yaptığınız her geyik o kadar komik olmaz aslında.
komik olmayan şeylere gülmeye, ağlanılmayacak şeylere ağlamaya başlarsınız bir süre sonra.
işte budur sizin anatominiz.
budur ayrılığın anatomisi.
size ulaşştığında edeceği "rüyadan uyandın demek" cümlesidir mahkum eden aynı şarkılara, aynı hüzne.
ve aynı savaşa.
****
Tanırdın beni sözlerin ağzımdan
boşa çıkmadığını bilirdin ve inanırdın bana.
O gün söylediğimiz bütün kelimeler kurduğumuz bütün cümleler
aklımda.Senin de kuvvetliydi hafızan benim gibi...Ben unutmadım hala ama
sen unuttun besbelli.
Hani yıldızlar parladıkça gökyüzünde çocuklar güldükçe nedensiz
bitmeyecekti umut? Asla çökmeyecekti üstümüze zifiri karanlık?
Hani her daim türkülerin olacaktı söyleyecek şiirlerin olacaktı
okunacak ve anlamı olacaktı yaşadığın her saniyenin? insanlar var
oldukça ölümsüz olacaktı sevgi aşk ve sanat?
Hani bilecektin değerini anların; her doğan günle yenilenmiş her
batan günle biraz daha zenginleşmiş olacaktın?
Hani her gece eninde sonunda varacaktı sabaha?
Hani azimli ve kararlıydın; kendini insanları ve hayatı tanımakta?
Bütün kitaplar okunacak şarkı sözlerilar dinlenecekti; üstünde yatılmamış
çimen zirvesine varılmamış dağ kalmayacaktı dünyada?
Hani bir keresinde bir ağacın dalına tünemiştik birlikte güneşin
batışını seyrederken söz vermiştin bana insan olacaktık önce...Nasıl diye
sorduğumda ahlaklı yaşayacağız demiştin ama her şeyden önce
seveceğiz...Neyi diye sormuştum ilk olarak güneşin batışını seyretmeyi
demiştin susmuştuk saygıyla ve tadına ilk o an varmıştık sevmenin.
Hani bilirdin güzele ulaşmak için dayanılmaz sancılar çekmek
gerektiğini gülmeyi hak etmek için önce ağlamalı insan derdin.
Sevilmeyi beklememeli sevmek için ve almadan verebilmeli.
Hani anlamsızdı hayata küsmek başına gelen kötü şeyler yüzünden;
insanla birlikte var olmuştu acı ölüm ve keder, işte bu nedenle
sevmeliydik dört yanı kötülükle kuşatılmış insanı derdin.
Hani inanacaktın insana her yardım isteyene uzanacaktı elin
haklının avukatı; mazlumun koruyanı olup ta zalimin celladı
olmayacaktın?
Hani mal mülk para ile gözleri kamaşan miyop yüreklere rağmen
kesmeyecektin ümidini insandan?
Hani yaşamaktan vazgeçmek bir anlamda ölümden; sevmekten vazgeçmek
kendinden vazgeçmek demekti; kalakalmak ortada bir hiç olmak...Hani
vazgeçmeyecektin?
Hani bir kere sevecektin; içten bir gülücüğe anlayışlı bir
bakışa dünyaları verecektin?
Hani hiç terk etmeyecektin beni? Hani sen hep saf ve temiz
kalacaktın el değmemiş; sadece ben büyüyecektim? Hani ben seni
akılsız bırakmayacaktım sen de beni yüreksiz?
****
geride kaldık.
unutulduk.
her şeye tamam da...
bir eyvallah demeyip çekip gitmek de neyin nesi?
yapacak hiçbir şeyi kalmamış birinin eylemidir bu ancak. çaresiz, yapayalnız birinin.
ne kadar da nankör bu duygular. kalkanınızı indirdiğiniz anda sizi vuruyor, paramparça ediyor.
fakat siz yine de ona müsamaha gösteriyorsunuz. olur öyle diyorsunuz.
evet.
olur öyle. arada.
kendimizi kandırıyoruz. hepimiz!
bu cümleyi söyleyen herkes kandırıyor ve herkes de farkında içten içe o umutların hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğinin.
****
pişmanlık mı yatan kalbimde?
yoksa her an görünüşümde yeni bir yara açan ve her an git gide anlamsızlaşan umutlarım mı?
yokluğun mu beni yoran?
sesini duyamamaktan mı durgunum böyle?
uzun zamandır seni göremememden mi bu hırçınlığım ve boş konuşmalarım?
****
her şeyden uzak kalmak gerekiyor bazen.
kendinizden kaçıyorsunuz geceleri.
zira geceleri gelen, sizi ağlatan ve hep özlemle beklediğiniz şeydir yalnızlık.
yalnızlıktır size onu hatırlatan sanki hiç aklınızdan çıkmıyormuşçasına.
kurşun kaleminize bakıp içinizden "hiçbir şey yazmamalıyım! onu hatırlatan hiçbir kelime şekillenmemeli parmaklarımla!" demenizdir aslında kaçışınız.
evet, geceler artık birer düşmanınız, içtiğiniz sigara en yakın arkadaşınız ve en yakın dostun muhabbeti bile yavandır onun yokluğunda.
onun yokluğudur aslında dikkatinizi dağıtan. günlerdir sesini duyamamanız ve günlerdir tek bir haber alamayışınızdır sizi böyle endişeli yapan.
çekip giden maşuktur suçlu.
siz değil.
****
ellerinizde bir bir erir o umutlar.
ha aradı ha arayacak derken "sen gelmez oldun" dersiniz boşluğa.
cevap da gelmez asla karanlıktan.
kulağınıza dolan ezgiler hüzünlendirir, üst üste dinlediğiniz aynı şarkı sizin simgeniz olur, ayrılığın şarkısı olur.
yağmur yağdıktan sonra toprağın yaydığı koku eskisi kadar güzel gelmez.
yaptığınız her geyik o kadar komik olmaz aslında.
komik olmayan şeylere gülmeye, ağlanılmayacak şeylere ağlamaya başlarsınız bir süre sonra.
işte budur sizin anatominiz.
budur ayrılığın anatomisi.
size ulaşştığında edeceği "rüyadan uyandın demek" cümlesidir mahkum eden aynı şarkılara, aynı hüzne.
ve aynı savaşa.
****
Tanırdın beni sözlerin ağzımdan
boşa çıkmadığını bilirdin ve inanırdın bana.
O gün söylediğimiz bütün kelimeler kurduğumuz bütün cümleler
aklımda.Senin de kuvvetliydi hafızan benim gibi...Ben unutmadım hala ama
sen unuttun besbelli.
Hani yıldızlar parladıkça gökyüzünde çocuklar güldükçe nedensiz
bitmeyecekti umut? Asla çökmeyecekti üstümüze zifiri karanlık?
Hani her daim türkülerin olacaktı söyleyecek şiirlerin olacaktı
okunacak ve anlamı olacaktı yaşadığın her saniyenin? insanlar var
oldukça ölümsüz olacaktı sevgi aşk ve sanat?
Hani bilecektin değerini anların; her doğan günle yenilenmiş her
batan günle biraz daha zenginleşmiş olacaktın?
Hani her gece eninde sonunda varacaktı sabaha?
Hani azimli ve kararlıydın; kendini insanları ve hayatı tanımakta?
Bütün kitaplar okunacak şarkı sözlerilar dinlenecekti; üstünde yatılmamış
çimen zirvesine varılmamış dağ kalmayacaktı dünyada?
Hani bir keresinde bir ağacın dalına tünemiştik birlikte güneşin
batışını seyrederken söz vermiştin bana insan olacaktık önce...Nasıl diye
sorduğumda ahlaklı yaşayacağız demiştin ama her şeyden önce
seveceğiz...Neyi diye sormuştum ilk olarak güneşin batışını seyretmeyi
demiştin susmuştuk saygıyla ve tadına ilk o an varmıştık sevmenin.
Hani bilirdin güzele ulaşmak için dayanılmaz sancılar çekmek
gerektiğini gülmeyi hak etmek için önce ağlamalı insan derdin.
Sevilmeyi beklememeli sevmek için ve almadan verebilmeli.
Hani anlamsızdı hayata küsmek başına gelen kötü şeyler yüzünden;
insanla birlikte var olmuştu acı ölüm ve keder, işte bu nedenle
sevmeliydik dört yanı kötülükle kuşatılmış insanı derdin.
Hani inanacaktın insana her yardım isteyene uzanacaktı elin
haklının avukatı; mazlumun koruyanı olup ta zalimin celladı
olmayacaktın?
Hani mal mülk para ile gözleri kamaşan miyop yüreklere rağmen
kesmeyecektin ümidini insandan?
Hani yaşamaktan vazgeçmek bir anlamda ölümden; sevmekten vazgeçmek
kendinden vazgeçmek demekti; kalakalmak ortada bir hiç olmak...Hani
vazgeçmeyecektin?
Hani bir kere sevecektin; içten bir gülücüğe anlayışlı bir
bakışa dünyaları verecektin?
Hani hiç terk etmeyecektin beni? Hani sen hep saf ve temiz
kalacaktın el değmemiş; sadece ben büyüyecektim? Hani ben seni
akılsız bırakmayacaktım sen de beni yüreksiz?
****
geride kaldık.
unutulduk.
her şeye tamam da...
bir eyvallah demeyip çekip gitmek de neyin nesi?
26 Eylül 2010 Pazar
kan var bütün kelimelerin altında
sevmek farklı bir şey.
ne dostlarla edilen en tatlı muhabbete, ya da zevk alınan en çok şeyi yapmaya.
hiçbirine benzemiyor.
sevmek, nefes almak gibi bir şey. ne ona tamamen benziyor, ne de tamamiyle o.
sevmek; biraz mutluluk, biraz gözyaşı ve biraz da özlem.
****
ne acıdır bir insana "beni unutma!" deme mecburiyetinde bırakmak.
geride kalanın çaresi yoktur. bekler öyle.
daha çok sevmiştir, yalvarmaktadır.
haykırmaktadır!
aslında beni unutma diyen insanlar yalnızlığa mahkumdur.
asla ama asla kendilerinden fazla seven birisini bulamayacaklardır.
kendi aşklarını kendileri büyütmeye alışkınlardır zaten. onlara ağır gelmez bir süre sonra terkedilip gidilmeye.
alışmak...
her şeye alışılır da...
onsuzluğa alışır mı insan?
****
"geçecek demiştin ya, geçmedi duruyor hala."
herkes uyuyor şimdi. koridorlar sessiz. bir allahın kulu yok uyanık sanki.
ya da sağır oldum. duymuyorum hiçbir şeyi.
kulağımda bir şarkı. o unutmam gereken şarkılardan. vazgeçemedim hala. vazgeçemem.
boşver diyorum kendime. çıkmalı bu ruh halinden.
evet, mecbur.
****
zaman ne hızlı geçiyor diyorum kendi kendime.
tam 2 hafta olmuş onunla 1 kere konuşmuşum.
susmuşum, muhabbet bile etmemişim.
onsuz ne yaparım ben mahvolurum derken şimdi hakikaten de mahvolmuş bir haldeyim.
zamana bırakmamışım, zamanla bırakmaya çalışmışım aslında.
****
Posta arabalarından söz et bana
Kan var bütün kelimelerin altında
Ezop'un şu lanetli dilinden söz et
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık birgün olabilir bugün
Aslan kardeşçe uzanabilir kayalıklara
Bir çay şöyle yağmurların kokusunda
Kan var bütün kelimelerin altında
işte durup dururken surda
Bir yelpaze gibi açıldı sesin
Güzün en gürültülü kanadında
Göğün en ince dalında
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık bir gün olabilir bugün
Bir çeşme gibi akabilir cumartesi
Çığlığındaki sessiz harfler
Dün gecenin ağırlığıdır damarlarında
Ne güzel konuşur sokak satıcıları
Fötr şapkalarıyla ne kalabalıktırlar
Ve çiçekçi kızların göğüsleri
Daha suçsuzdur kırlangıç yumurtasından
Kan var bütün kelimelerin altında
Yaprağını dökecek ağaç yok burda
Ama ışık sökebilir olanca renklerini
Sürekli işbaşındadır belleğin
Tanık şairler arasında
Oyuncu arkadaşlar arasında
Yolculuk bir kafiye arayabilir
Atının kuyruğundaki düğümde
Ölüm bir kafiye arayabilir
Ak gömleğinde
Yol bir kafiye arar ve bulur
Dönemeçlerin benzerliğinde
Kan var bütün kelimelerin altında
Bir gül al eline sözgelimi
Kan var bütün kelimelerin altında
Beş dakka tut bir aynanın önünde
Kan var bütün kelimelerin altında
Sonra kes o aynadan bir tutam
Beyaz bir tülbent içinde
Koy iç cebine
Bütün bir ömür kokar o ayna
Kan var bütün kelimelerin altında
işte o kandır senin gülüşün
Sızmıştır hayatın derinlerine
Siyahtır orda kırmızıdır
Daldan dala atlar
Sever çocuklara anlatılan masalları
Ama iş savunmaya gelince
Yalnız alevi savurur
Ve güneşin solmaz çekirdeğini
Yalnız doruklarda
Umulmadık bir gün olabilir bugün
Kan var bütün kelimelerin altında
Cemal Süreya
ne dostlarla edilen en tatlı muhabbete, ya da zevk alınan en çok şeyi yapmaya.
hiçbirine benzemiyor.
sevmek, nefes almak gibi bir şey. ne ona tamamen benziyor, ne de tamamiyle o.
sevmek; biraz mutluluk, biraz gözyaşı ve biraz da özlem.
****
ne acıdır bir insana "beni unutma!" deme mecburiyetinde bırakmak.
geride kalanın çaresi yoktur. bekler öyle.
daha çok sevmiştir, yalvarmaktadır.
haykırmaktadır!
aslında beni unutma diyen insanlar yalnızlığa mahkumdur.
asla ama asla kendilerinden fazla seven birisini bulamayacaklardır.
kendi aşklarını kendileri büyütmeye alışkınlardır zaten. onlara ağır gelmez bir süre sonra terkedilip gidilmeye.
alışmak...
her şeye alışılır da...
onsuzluğa alışır mı insan?
****
"geçecek demiştin ya, geçmedi duruyor hala."
herkes uyuyor şimdi. koridorlar sessiz. bir allahın kulu yok uyanık sanki.
ya da sağır oldum. duymuyorum hiçbir şeyi.
kulağımda bir şarkı. o unutmam gereken şarkılardan. vazgeçemedim hala. vazgeçemem.
boşver diyorum kendime. çıkmalı bu ruh halinden.
evet, mecbur.
****
zaman ne hızlı geçiyor diyorum kendi kendime.
tam 2 hafta olmuş onunla 1 kere konuşmuşum.
susmuşum, muhabbet bile etmemişim.
onsuz ne yaparım ben mahvolurum derken şimdi hakikaten de mahvolmuş bir haldeyim.
zamana bırakmamışım, zamanla bırakmaya çalışmışım aslında.
****
Posta arabalarından söz et bana
Kan var bütün kelimelerin altında
Ezop'un şu lanetli dilinden söz et
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık birgün olabilir bugün
Aslan kardeşçe uzanabilir kayalıklara
Bir çay şöyle yağmurların kokusunda
Kan var bütün kelimelerin altında
işte durup dururken surda
Bir yelpaze gibi açıldı sesin
Güzün en gürültülü kanadında
Göğün en ince dalında
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık bir gün olabilir bugün
Bir çeşme gibi akabilir cumartesi
Çığlığındaki sessiz harfler
Dün gecenin ağırlığıdır damarlarında
Ne güzel konuşur sokak satıcıları
Fötr şapkalarıyla ne kalabalıktırlar
Ve çiçekçi kızların göğüsleri
Daha suçsuzdur kırlangıç yumurtasından
Kan var bütün kelimelerin altında
Yaprağını dökecek ağaç yok burda
Ama ışık sökebilir olanca renklerini
Sürekli işbaşındadır belleğin
Tanık şairler arasında
Oyuncu arkadaşlar arasında
Yolculuk bir kafiye arayabilir
Atının kuyruğundaki düğümde
Ölüm bir kafiye arayabilir
Ak gömleğinde
Yol bir kafiye arar ve bulur
Dönemeçlerin benzerliğinde
Kan var bütün kelimelerin altında
Bir gül al eline sözgelimi
Kan var bütün kelimelerin altında
Beş dakka tut bir aynanın önünde
Kan var bütün kelimelerin altında
Sonra kes o aynadan bir tutam
Beyaz bir tülbent içinde
Koy iç cebine
Bütün bir ömür kokar o ayna
Kan var bütün kelimelerin altında
işte o kandır senin gülüşün
Sızmıştır hayatın derinlerine
Siyahtır orda kırmızıdır
Daldan dala atlar
Sever çocuklara anlatılan masalları
Ama iş savunmaya gelince
Yalnız alevi savurur
Ve güneşin solmaz çekirdeğini
Yalnız doruklarda
Umulmadık bir gün olabilir bugün
Kan var bütün kelimelerin altında
Cemal Süreya
23 Eylül 2010 Perşembe
ruhum bedenimden farklı bir cumhuriyet
insanoğlunun en büyük hatasıdır sevdiceği hayatının merkezine yerleştirmek.
onun etrafında tavaf etmek gece gündüz.
onun etrafında geceyi yaşayıp gündüz düşleriyle yaşatmak.
fakat aşığın elinde değildir ki.
maşuk onu ele geçirmiş, o istese de istemese de kendisine doğru çekmektedir bir girdap misali.
rüzgarıyla serinletir, acı sözleriyle can yakar, tek bir samimiyet kelimesiyle dünyanın en mutlu insanı yapar o.
acımasızdır.
istisnasız!
hele ki bir ağyarınız varsa...
****
her şey bağırıyor bana.
her ses onun sesi. her müzik onun sevdiği şarkı.
içtiğim her sigara aslında onun içtiği sigara!
mutluluğu erteliyorum uğruna.
diyorum ki şu saatten sonra gelse ne yazar.
gelmese ne yazar...
onun hakkında yazdığım eski bir cümleyi okuyorum.
"sen olmasan ne yapardım bilmiyorum."
ne mi yapardım...
şu an olduğum gibi olurdum.
kirli, çiğ, yaşlanmış, her şeyden umudunu kesmiş.
ve parçalanmış.
her şeyden umudunu kesmiş.
her şeyden!
****
hiçbir şey hatırlatmamalı seni bana.
sigara içerken boş boş bakmamalıyım dumana.
sana özgü sözleri söylememeliyim mesela.
alışkanlıklarımı değiştirmeliyim.
dinlediğim şarkıları değiştirmeliyim mesela. öncelikl hatta.
bir daha dinlenmemek üzere unutmalıyım onları.
hafızamın derinlerine itmeliyim anıları. elini tutuşumu ve o zayıf, yorgun bir kedi gibi bana sarılışını.
unutmalıyım.
evet. unutmalıyım!
****
gecenin en karanlık saatinde, yine seni düşlüyorum.
hayallerim de karanlık. sen de.
elimde bir bıçak, yolumu kapatan ağaçları kesiyorum.
teker teker.
biliyorum, çok uzakta değil huzur.
artık mutluluk da aramıyorum.
tek istediğim huzur.
tek istediğim rüyalarımda artık eskisi gibi güzel olmaman.
tek istediğim birazcık uyku.
birazcık da sen.
****
şimdi çıkıp bana desen ki, seni hiç sevmemiştim.
canım daha az acır.
belki bir ay, belki iki ay.
nefret ederim senden. değmezmiş derim.
beklerim öylece.
üzülürüm elbet. henüz taş kalpli biri olmayı beceremeyen biri olarak üzülürüm.
üzülürüm.
ben hep üzülürüm.
****
ruhum bedenimden farklı bir cumhuriyet.
kan ağlayan bir içim, gülümseyen bir suratım var.
maskelerim günden güne çoğaldı.
sensizlikte.
****
kim bilir ne kaldı
benden sana şimdi
belki sen de hala yaşıyorsun beni
benden uzaklarda bana benden yakın
belki kollarında bir başka adamın
onun etrafında tavaf etmek gece gündüz.
onun etrafında geceyi yaşayıp gündüz düşleriyle yaşatmak.
fakat aşığın elinde değildir ki.
maşuk onu ele geçirmiş, o istese de istemese de kendisine doğru çekmektedir bir girdap misali.
rüzgarıyla serinletir, acı sözleriyle can yakar, tek bir samimiyet kelimesiyle dünyanın en mutlu insanı yapar o.
acımasızdır.
istisnasız!
hele ki bir ağyarınız varsa...
****
her şey bağırıyor bana.
her ses onun sesi. her müzik onun sevdiği şarkı.
içtiğim her sigara aslında onun içtiği sigara!
mutluluğu erteliyorum uğruna.
diyorum ki şu saatten sonra gelse ne yazar.
gelmese ne yazar...
onun hakkında yazdığım eski bir cümleyi okuyorum.
"sen olmasan ne yapardım bilmiyorum."
ne mi yapardım...
şu an olduğum gibi olurdum.
kirli, çiğ, yaşlanmış, her şeyden umudunu kesmiş.
ve parçalanmış.
her şeyden umudunu kesmiş.
her şeyden!
****
hiçbir şey hatırlatmamalı seni bana.
sigara içerken boş boş bakmamalıyım dumana.
sana özgü sözleri söylememeliyim mesela.
alışkanlıklarımı değiştirmeliyim.
dinlediğim şarkıları değiştirmeliyim mesela. öncelikl hatta.
bir daha dinlenmemek üzere unutmalıyım onları.
hafızamın derinlerine itmeliyim anıları. elini tutuşumu ve o zayıf, yorgun bir kedi gibi bana sarılışını.
unutmalıyım.
evet. unutmalıyım!
****
gecenin en karanlık saatinde, yine seni düşlüyorum.
hayallerim de karanlık. sen de.
elimde bir bıçak, yolumu kapatan ağaçları kesiyorum.
teker teker.
biliyorum, çok uzakta değil huzur.
artık mutluluk da aramıyorum.
tek istediğim huzur.
tek istediğim rüyalarımda artık eskisi gibi güzel olmaman.
tek istediğim birazcık uyku.
birazcık da sen.
****
şimdi çıkıp bana desen ki, seni hiç sevmemiştim.
canım daha az acır.
belki bir ay, belki iki ay.
nefret ederim senden. değmezmiş derim.
beklerim öylece.
üzülürüm elbet. henüz taş kalpli biri olmayı beceremeyen biri olarak üzülürüm.
üzülürüm.
ben hep üzülürüm.
****
ruhum bedenimden farklı bir cumhuriyet.
kan ağlayan bir içim, gülümseyen bir suratım var.
maskelerim günden güne çoğaldı.
sensizlikte.
****
kim bilir ne kaldı
benden sana şimdi
belki sen de hala yaşıyorsun beni
benden uzaklarda bana benden yakın
belki kollarında bir başka adamın
21 Eylül 2010 Salı
gökyüzü senin evin
insan umudunu kaybederse yaşamayaz derdim ben hep başkalarına.
şimdi ise ben kaybettim umudumu.
arıyorum günlerdir.
her yere baktım. bira şişelerinin diplerine dahi.
en çok da onlara baktım...
gözlerimi kapatıyorum, başım ağır geliyor boynuma.
nasıl bir iradeyle ayakta kaldığımı bilmiyorum. sadece yaşıyorum, yürüyorum, içiyorum ve yazıyorum.
sadece.
kendi coğrafyamda yolumu kaybettim.
kalbimin çıkışını aradım, bulamadım.
odalarımda kayboldum. insan kendini tamamiyle tanıdığını düşünürken hiç keşfetmediği odaları olduğunu görünce şaşırıyor doğrusu.
hayır, hayır.
insan, yüzleşmek istemediği şeylerle yüzleşince yaşıyor o yıkımı, zorluğu.
****
görüşümdeki her şey donuyor, buz kesiyor.
bir ben kalıyorum orda, ortada.
hayatı bulanık yaşamak kötü.
net olmalı bazı şeyler.
ya var, ya yok.
var. yok.
sen var mısın ki diye soruyor iç ses.
ben varım diyorum. ben varım ve hep olacağım!
dönüp bakıyorum aynaya. henüz ölmedi ruhum.
hayır, içimde hala sevgi var benim.
çokça hem de!
belki de bir insanı ayakta tutan sevme yetisidir. o an sevmesidir.
belki de aşktır.
****
çocuğum henüz.
10 yaşında ya varım ya yokum.
eriği çok seviyorum. karşı komşunun erik ağacı benim için bir maden adeta.
gidiyorum habersiz ağacın yanına.
en yakınındaki eriğe ulaşmaya çalışıyorum.
boyum yetişmiyor, kısa kalıyorum.
zıplıyorum, yine olmuyor.
parmaklarımın ucuyla bile dokunamıyorum.
fakat o eriğin orda olduğunu biliyorum.
boyum uzadığında rahat rahat çıkıp alabileceğimi düşünüyorum.
tabii ki eğer o ağaç hala oradaysa...
****
saplantılı bir aşka dönüşüyor benim aşkım. farkına varıyorum. bu güzel.
taşınıyorum ben.
her yerden.
kendimden gidiyorum ben.
senin için.
seni daha çabuk unutabilmek için.
rahatsız etmemek için belki de seni.
yapıyorum bunu.
yapacağım.
sırayla her şey...
yanıyorum aslında ben.
küllerim savruluyor dört bir yana.
yine.
boş yere yanmadığımı biliyorum ama.
değer.
her şey değer.
gözyaşlarım da, emeklerim de, tek başıma büyütmeye çalıştığım sevgim de.
her şey.
değer.
sahi, "o"nun için gözyaşı akıtmayacağız da kimin için akıtacağız?
****
seviyorum.
çok.
çok seviyorum.
belki de hatayı çok sevmekte yapıyorum?
-çok sevdin de ne oldu? diyor iç ses.
-hiç bir şey. diyorum. başka bir diyeceğim yok.
ne olabilir ki?!
seviyorum.
ben hep seviyorum.
hep geri plana atılan ve hep parçalanan taraf oluyorum.
değer.
her şey!
****
sonsuz göğün altında
aşkın aşkla çarpımı
nedendir bilinmez
garip bir biçimde
hep sonsuzdur.
şimdi ise ben kaybettim umudumu.
arıyorum günlerdir.
her yere baktım. bira şişelerinin diplerine dahi.
en çok da onlara baktım...
gözlerimi kapatıyorum, başım ağır geliyor boynuma.
nasıl bir iradeyle ayakta kaldığımı bilmiyorum. sadece yaşıyorum, yürüyorum, içiyorum ve yazıyorum.
sadece.
kendi coğrafyamda yolumu kaybettim.
kalbimin çıkışını aradım, bulamadım.
odalarımda kayboldum. insan kendini tamamiyle tanıdığını düşünürken hiç keşfetmediği odaları olduğunu görünce şaşırıyor doğrusu.
hayır, hayır.
insan, yüzleşmek istemediği şeylerle yüzleşince yaşıyor o yıkımı, zorluğu.
****
görüşümdeki her şey donuyor, buz kesiyor.
bir ben kalıyorum orda, ortada.
hayatı bulanık yaşamak kötü.
net olmalı bazı şeyler.
ya var, ya yok.
var. yok.
sen var mısın ki diye soruyor iç ses.
ben varım diyorum. ben varım ve hep olacağım!
dönüp bakıyorum aynaya. henüz ölmedi ruhum.
hayır, içimde hala sevgi var benim.
çokça hem de!
belki de bir insanı ayakta tutan sevme yetisidir. o an sevmesidir.
belki de aşktır.
****
çocuğum henüz.
10 yaşında ya varım ya yokum.
eriği çok seviyorum. karşı komşunun erik ağacı benim için bir maden adeta.
gidiyorum habersiz ağacın yanına.
en yakınındaki eriğe ulaşmaya çalışıyorum.
boyum yetişmiyor, kısa kalıyorum.
zıplıyorum, yine olmuyor.
parmaklarımın ucuyla bile dokunamıyorum.
fakat o eriğin orda olduğunu biliyorum.
boyum uzadığında rahat rahat çıkıp alabileceğimi düşünüyorum.
tabii ki eğer o ağaç hala oradaysa...
****
saplantılı bir aşka dönüşüyor benim aşkım. farkına varıyorum. bu güzel.
taşınıyorum ben.
her yerden.
kendimden gidiyorum ben.
senin için.
seni daha çabuk unutabilmek için.
rahatsız etmemek için belki de seni.
yapıyorum bunu.
yapacağım.
sırayla her şey...
yanıyorum aslında ben.
küllerim savruluyor dört bir yana.
yine.
boş yere yanmadığımı biliyorum ama.
değer.
her şey değer.
gözyaşlarım da, emeklerim de, tek başıma büyütmeye çalıştığım sevgim de.
her şey.
değer.
sahi, "o"nun için gözyaşı akıtmayacağız da kimin için akıtacağız?
****
seviyorum.
çok.
çok seviyorum.
belki de hatayı çok sevmekte yapıyorum?
-çok sevdin de ne oldu? diyor iç ses.
-hiç bir şey. diyorum. başka bir diyeceğim yok.
ne olabilir ki?!
seviyorum.
ben hep seviyorum.
hep geri plana atılan ve hep parçalanan taraf oluyorum.
değer.
her şey!
****
sonsuz göğün altında
aşkın aşkla çarpımı
nedendir bilinmez
garip bir biçimde
hep sonsuzdur.
18 Eylül 2010 Cumartesi
bekleme dedi ve gitti
safagi bekleyen askerler gibi gun sayiyorum artik.
onlar daha avantajli benden. cunku belirli bir sayi var. belirli bir vakit ve kurtulus gunu...
bense onu bir daha ne zaman gorecegimin dusuncesindeyim.
bugun onsuz gecen 5. gun.
hayatimdan tamamen ciktigi bir 5 gun.
telefonumun isiginin yanmadigi, sikintiyla bogustugum islerimin arasinda kaldigin 5 gun.
5.
bes.
ne kadar da kisaymis gibi geliyor boyle konusunca. bes gun nedir ki bir hafta bile degil. ustelik ugrasacagim seyler de vardi.
su 5 gundur, hic olmadigim kadar kesik hissediyorum kendimi.
sdanki bir daha hic konusmayacakmisiz gibi.
sanki seni bir sonraki gorosumde yaninda hic istemeyecegim biri olacakmis gibi. bilmiyorum, bunlar hisler. kuruntu da degil...
5.
bes.
5 gun.
ne kadar uzun olabilir ki?!
****
-lan oglum nereye gidelim lan soyle. diyor sevdigim bir dostum.
-farketmez abi be. diyorum.
sabah 11. kahvaltiya gidiyoruz.
iyiyim.
yani kendimi iyi hissediyorum. belki de dostla gorusmenin etkisi.
belki de tamamiyle benim kendi maskemi takmamla alakali.
umrumda da degil.
keske o da burda olsaydi diyorum. gulseydi, sakalar yapsaydi. farkettirmeden kiskansaydi.
bos bos bakiyorum onun olmasi gereken sandalyeye.
karsimdaki hatun da ona baktigimi saniyormus gibi el salliyor bana. kendime geliyorum, noluyor lan diyorum.
keske o da burda olsaydi diyorum. calan hafif hizli bir sarkida, belki bir leonard cohen sarkisinda kalkip dans ederdik.
belki sansimiza dance me to the end of love calardi dans ederken biz.
elleri ellerimde, sonsuzluga dogru dans ederdik.
belki.
****
bir sigara daha yakiyorum.
gece soguk degil pek.
-5 gun oldu ha. diyorum kendi kendime.
hayiflaniyorum.
elimde bana biraktigi bir toka dahi yok.
bana biraktigi sadece kirik dokuk anilar ve eski resimler.
kirik dokuk anilar ve artik olu dogan umutlar.
-5 gun ne kadar uzun olabilir ki oglum. diyorum tekrar. ne olacak olm bak kosusturmaca derken gecti gitti oyle boyle. bunu uzun vadeli dusunursen oyle gecip gidecek.
camda yansimami goruyorum.
kendime bakmaya utanamiyorum.
bilincaltimin uydurdugu yalanlara dahi kanabiliyorum.
kendi yalanlarima!
kendi yalanlarimi yasiyorum ve ona gore umut besliyorum.
****
hiclige umut beslemek gibi bir sey bu.
gelmeyecegini bilerek beklemek onu.
ask mi bu peki? dedim bosluga.
hayir, bu bile bile aptalliktir dedi.
gozlerimi karanliga diktim. bos bos baktim.
hakliydi.
bile bile aptallikti boyle bir sey.
lakin kara mantigin kacirdigi bir sey vardi:
ask zaten bile bile aptallikti!
****
-ben gidiyorum. dedim icime.
icimden seni cikaramadim, ben gittim.
eski resimlerini sana biraktim.
birlikte yedigimiz mabel sakizlarin kagidini da sana biraktim. sen onemsemezsin `ma belle`
cocukluk anilarima kiyamadim. lakin emin ellere biraktigimin bilinciyle onlari da biraktim.
yanima sadece bir tutam sacini ve gozlerinden caldigim son bir bakisi aldim.
hayallerim zaten copte.
yuzunun guzelligini dahi unutacagimi bile bile, senin icin senden gecerim felsefesiyle biraktim her seyi ardimdan.
-haydi eyvallah! dedim.
-ben hep burada olacagim. dedin icimden.
gulumsedim.
sen hep orda ol.
hep!
gerekirse iklimine bir daha ugramam.
ol!
****
-bekleme beni dedi. okulu bitirdikten sonra evlenecegim ben. bekleme beni hic.
aciyordu sanki bana.
ruhumu ozgur birakmaya calisiyordu farkindaydim.
bir sey diyemedim.
dudaklarimi hareket ettiremedim. kitlendiler.
cekip gittim oylesine.
hicbir sey demeden.
o hakliymiscasina.
****
bekle dedi gitti.
ben bekledim o da gelmedi,
ölüm gibi birşey oldu,
ama kimse ölmedi
onlar daha avantajli benden. cunku belirli bir sayi var. belirli bir vakit ve kurtulus gunu...
bense onu bir daha ne zaman gorecegimin dusuncesindeyim.
bugun onsuz gecen 5. gun.
hayatimdan tamamen ciktigi bir 5 gun.
telefonumun isiginin yanmadigi, sikintiyla bogustugum islerimin arasinda kaldigin 5 gun.
5.
bes.
ne kadar da kisaymis gibi geliyor boyle konusunca. bes gun nedir ki bir hafta bile degil. ustelik ugrasacagim seyler de vardi.
su 5 gundur, hic olmadigim kadar kesik hissediyorum kendimi.
sdanki bir daha hic konusmayacakmisiz gibi.
sanki seni bir sonraki gorosumde yaninda hic istemeyecegim biri olacakmis gibi. bilmiyorum, bunlar hisler. kuruntu da degil...
5.
bes.
5 gun.
ne kadar uzun olabilir ki?!
****
-lan oglum nereye gidelim lan soyle. diyor sevdigim bir dostum.
-farketmez abi be. diyorum.
sabah 11. kahvaltiya gidiyoruz.
iyiyim.
yani kendimi iyi hissediyorum. belki de dostla gorusmenin etkisi.
belki de tamamiyle benim kendi maskemi takmamla alakali.
umrumda da degil.
keske o da burda olsaydi diyorum. gulseydi, sakalar yapsaydi. farkettirmeden kiskansaydi.
bos bos bakiyorum onun olmasi gereken sandalyeye.
karsimdaki hatun da ona baktigimi saniyormus gibi el salliyor bana. kendime geliyorum, noluyor lan diyorum.
keske o da burda olsaydi diyorum. calan hafif hizli bir sarkida, belki bir leonard cohen sarkisinda kalkip dans ederdik.
belki sansimiza dance me to the end of love calardi dans ederken biz.
elleri ellerimde, sonsuzluga dogru dans ederdik.
belki.
****
bir sigara daha yakiyorum.
gece soguk degil pek.
-5 gun oldu ha. diyorum kendi kendime.
hayiflaniyorum.
elimde bana biraktigi bir toka dahi yok.
bana biraktigi sadece kirik dokuk anilar ve eski resimler.
kirik dokuk anilar ve artik olu dogan umutlar.
-5 gun ne kadar uzun olabilir ki oglum. diyorum tekrar. ne olacak olm bak kosusturmaca derken gecti gitti oyle boyle. bunu uzun vadeli dusunursen oyle gecip gidecek.
camda yansimami goruyorum.
kendime bakmaya utanamiyorum.
bilincaltimin uydurdugu yalanlara dahi kanabiliyorum.
kendi yalanlarima!
kendi yalanlarimi yasiyorum ve ona gore umut besliyorum.
****
hiclige umut beslemek gibi bir sey bu.
gelmeyecegini bilerek beklemek onu.
ask mi bu peki? dedim bosluga.
hayir, bu bile bile aptalliktir dedi.
gozlerimi karanliga diktim. bos bos baktim.
hakliydi.
bile bile aptallikti boyle bir sey.
lakin kara mantigin kacirdigi bir sey vardi:
ask zaten bile bile aptallikti!
****
-ben gidiyorum. dedim icime.
icimden seni cikaramadim, ben gittim.
eski resimlerini sana biraktim.
birlikte yedigimiz mabel sakizlarin kagidini da sana biraktim. sen onemsemezsin `ma belle`
cocukluk anilarima kiyamadim. lakin emin ellere biraktigimin bilinciyle onlari da biraktim.
yanima sadece bir tutam sacini ve gozlerinden caldigim son bir bakisi aldim.
hayallerim zaten copte.
yuzunun guzelligini dahi unutacagimi bile bile, senin icin senden gecerim felsefesiyle biraktim her seyi ardimdan.
-haydi eyvallah! dedim.
-ben hep burada olacagim. dedin icimden.
gulumsedim.
sen hep orda ol.
hep!
gerekirse iklimine bir daha ugramam.
ol!
****
-bekleme beni dedi. okulu bitirdikten sonra evlenecegim ben. bekleme beni hic.
aciyordu sanki bana.
ruhumu ozgur birakmaya calisiyordu farkindaydim.
bir sey diyemedim.
dudaklarimi hareket ettiremedim. kitlendiler.
cekip gittim oylesine.
hicbir sey demeden.
o hakliymiscasina.
****
bekle dedi gitti.
ben bekledim o da gelmedi,
ölüm gibi birşey oldu,
ama kimse ölmedi
17 Eylül 2010 Cuma
bu gece ölümü kokluyorum
bu gece ölümü kokluyorum.
tüylerim diken diken.
çığlıklar geliyor kulağıma. acı çığlıklar.
ölünce insan çığlık atar mı diyorum kendi kendime.
bilmiyorum. bağırıyorum. kimse duymuyor.
nefes aldığımı hissediyorum. evet, kalbim atıyor.
fakat neden beni kimse duymuyor?
yağmur sonrası toprak kokusunu hep sevmişimdir.
huzur verirdi bana. keşke o kokuyu hapsedebilseydik bir kavanoza, bir parfüm şişesine.
fakat o kokuyu güzel yapan doğallığı. yapay olarak elde etsek ne manası kalırdı değil mi?
bu gece topğrağın kokusu daha çok duyuyorum.
bedenim yaşıyor. lakin ruhum yaşamadıkça, ne önemi var bunun?
bu gece toprağın, ölümün kokusunu alıyorum.
ilk defa yürümeye başlayan bir çocuğun sendelemesi gibi kayıp düşüyorum yere.
oysa sarhoş değilim. aklım hiç olmadığı kadar başımda.
o an, ruhumun ölmüş olduğunu farkediyorum. ayağımın o yüzden kaydığını hayal meyal hatırlıyorum.
bu gece ölümü kokluyorum.
karanlıklar arasında bir mum ışığı.
cılız fakat umut verici.
birileri gelir de üfler diye korkuyorum.
o ışık "ben"im.
o ışık benim umutlarım.
bu gece ölümü kokluyorum.
beynimin yarattığı katiller öldürdü ruhumu.
öldürdüler.
öldürdüm.
14 Eylül 2010 Salı
belkiler biriktirmek
döngü.
sürekli bir döngü.
hayatımız monoton diyoruz, sızlanıyoruz ya, o bile bir döngünün öğesi.
her gece ölüp, ertesi günün sabahı dirilmek de bir döngü.
sürekli kavga edip hemen barışmak da bir döngü.
bir daha "o"nu düşünmeyeceğinize karar verip saniye geçmeden onu ünlemek...
işte o aşk.
****
yanımda duruyor öylece.
otobüs bekliyoruz.
yorgun. yürümekten yorulmuş, belli.
ama neşeli gözüküyor. çocuksu sesler çıkartıyor, hiç bilmediğim şarkıları söyleyip saçmalıyor.
neşeli, evet.
uzaklara bakıyormuş gibi yapıyorum omzunun üstünden.
oysa amacım ona bakmak.
farkında olmadan.
yapamıyorum çünkü.
o yanımdayken, gözlerim ona kitleniyor, başkasını görmüyorum. sürekli onunla ilgileniyor, sürekli nefesini takip ediyorum. ağzından çıkan tek bir kelimeyi kaçırmamak için peşinde dolaşıyorum adeta cümlelerinin.
farketmemesi lazım yalnız ona baktığımı direk.
hoş olmaz, arkadaşız diyorum kendi kendime.
utanmıyorum, hayır. zaman zaman bir vicdan azabı gelse de, atlatmam bir saniye sürüyor.
zira her ne kadar bir platonik aşk olsa da benimkisi ve hala "arkadaş" olmaya çalışsak da, ben onu sevdiğimi asla gizlemedim, gizlemem de.
her fırsatta yüzüne vurdum.
gözlerinin içine bakarak söyledim belki fark eder diye.
yani, saklamadım. ihanet etmedim.
böyle bir şeyi yapacak gücüm dahi yok zaten...
****
-arkadaşların çok hoş insanlar. hatta o kız, neydi ismi, hah evet o. onunla konuşmak çok basitti, hiç zorlanmadım. diyor.
anlamıyorum ilk başta.
oysa o eğleniyor.
-nasıl yani? diyorum.
-benim hakkımda neredeyse her şeyi biliyor. diyor.
sırıtıyorum alenen.
gülümsemem kocaman.
-şaşırdın mı? diyorum. şaşırma, çünkü senin hakkında çok konuştum onunla.
susuyoruz.
insanlar susuyor.
biz susuyoruz.
sus.
****
-neyse, hadi müzik dinleyelim. diyor.
-tamam, aç dinleyelim. diyorum.
açıyor telefonundan bir kaç şarkı.
çok sevdiğim fakat, ruh halime hiç uymayan bir kaç şarkı çalıyor.
katlanıyorum elbette.
birden tanıdık bir ezgi çalınıyor kulağıma:
travis- happy to hang around.
içim cız ediyor.
bu şarkı özel.
benim için de, onun için de.
o, her ne kadar kendisini anlattığını düşünse de şarkının, bu tamamiyle 'ben'im.
başını omzuma koyuyor.
o an elim ayağım dolaşıyor birbirine. ne yapacağımı bilmiyorum.
öylece, put gibi oturuyorum orda.
başımı çevirip bakamıyorum bile ona.
kalp atışlarım hızlanıyor.
elimi koyacak yer bulamıyor. sonunda ayaklarımın üstüne koyuyorum.
öyle eğretiyim ki!
başımı çevirip bakamıyorum ona.
bakmamam lazım.
ona dönüp bakmamam lazım.
bakarsam ağlayacağım, biliyorum.
bakarsam elini tutacağım, kendime hakim olamayacağım.
****
bakışlarım hep önde. sağa sola bakmıyorum.
şarkı devam ediyor, benim içim yanıyor.
aşık olduğum insan omzumda, bense bir şey yapmamaya çalışıyorum.
koyuyor bu.
hem de çok!
şarkı bitiyor, kafasını kaldırıyor.
o an cüret edebiliyorum ona bakmaya. saçlarını düzeltiyor her zamanki zarifliğiyle.
düşünceli.
halinden belli ne kadar kötü olduğu.
-seviyorum seni! diyorum.
sesim çıkmıyor.
alışkınım ne de olsa.
başka bir şarkı daha açıyor.
ilk şarkının kasıtlı olmadığını biliyorum.
lakin şimdi açtığı şarkı, beni daha da derinden vuruyor:
teoman-mavi kuş ile küçük kız.
bu şarkı bana bir mesaj.
daha açık bir mesaj olamazdı hatta.
başı hala omzumda.
bir ara sanki hıçkırıyormuş gibi bir ses çıkıyor.
cesaretim yok dönüp bakmaya.
yok.
****
"başka bir adla, başka bir zamanda rastlasaydım demiştim ya o gün sana"
biliyor.
geç kaldığımı bazı şeylere, başka bir zamanda tanışmamız gerektiğini biliyor.
aslında o bana umut vermiyor, o an tüm umutlarımı yok ediyor.
hep hayranım.
hep!
yanından ayrılıyorum. gitmem gerekiyor.
-dikkat et kendine. diyorum. bu kelimeler, 20 dakikadır söylediğim ilk kelimeler.
-sen de. ararım seni. diyor.
-peki. diyorum gönülsüzce.
arayacağını biliyorum.
bir gün arayacak.
bir gün..
****
sıcaklığımı ona veremediğim için üzülüyorum. fakat kolumda sızması için vakit var. hala.
belkilerimi biriktiriyorum yine.
uyumadan önce, son "belki"m geliyor aklıma. üzülüyorum.
****
-belki bir gün tekrar aşık olurum ona.
sürekli bir döngü.
hayatımız monoton diyoruz, sızlanıyoruz ya, o bile bir döngünün öğesi.
her gece ölüp, ertesi günün sabahı dirilmek de bir döngü.
sürekli kavga edip hemen barışmak da bir döngü.
bir daha "o"nu düşünmeyeceğinize karar verip saniye geçmeden onu ünlemek...
işte o aşk.
****
yanımda duruyor öylece.
otobüs bekliyoruz.
yorgun. yürümekten yorulmuş, belli.
ama neşeli gözüküyor. çocuksu sesler çıkartıyor, hiç bilmediğim şarkıları söyleyip saçmalıyor.
neşeli, evet.
uzaklara bakıyormuş gibi yapıyorum omzunun üstünden.
oysa amacım ona bakmak.
farkında olmadan.
yapamıyorum çünkü.
o yanımdayken, gözlerim ona kitleniyor, başkasını görmüyorum. sürekli onunla ilgileniyor, sürekli nefesini takip ediyorum. ağzından çıkan tek bir kelimeyi kaçırmamak için peşinde dolaşıyorum adeta cümlelerinin.
farketmemesi lazım yalnız ona baktığımı direk.
hoş olmaz, arkadaşız diyorum kendi kendime.
utanmıyorum, hayır. zaman zaman bir vicdan azabı gelse de, atlatmam bir saniye sürüyor.
zira her ne kadar bir platonik aşk olsa da benimkisi ve hala "arkadaş" olmaya çalışsak da, ben onu sevdiğimi asla gizlemedim, gizlemem de.
her fırsatta yüzüne vurdum.
gözlerinin içine bakarak söyledim belki fark eder diye.
yani, saklamadım. ihanet etmedim.
böyle bir şeyi yapacak gücüm dahi yok zaten...
****
-arkadaşların çok hoş insanlar. hatta o kız, neydi ismi, hah evet o. onunla konuşmak çok basitti, hiç zorlanmadım. diyor.
anlamıyorum ilk başta.
oysa o eğleniyor.
-nasıl yani? diyorum.
-benim hakkımda neredeyse her şeyi biliyor. diyor.
sırıtıyorum alenen.
gülümsemem kocaman.
-şaşırdın mı? diyorum. şaşırma, çünkü senin hakkında çok konuştum onunla.
susuyoruz.
insanlar susuyor.
biz susuyoruz.
sus.
****
-neyse, hadi müzik dinleyelim. diyor.
-tamam, aç dinleyelim. diyorum.
açıyor telefonundan bir kaç şarkı.
çok sevdiğim fakat, ruh halime hiç uymayan bir kaç şarkı çalıyor.
katlanıyorum elbette.
birden tanıdık bir ezgi çalınıyor kulağıma:
travis- happy to hang around.
içim cız ediyor.
bu şarkı özel.
benim için de, onun için de.
o, her ne kadar kendisini anlattığını düşünse de şarkının, bu tamamiyle 'ben'im.
başını omzuma koyuyor.
o an elim ayağım dolaşıyor birbirine. ne yapacağımı bilmiyorum.
öylece, put gibi oturuyorum orda.
başımı çevirip bakamıyorum bile ona.
kalp atışlarım hızlanıyor.
elimi koyacak yer bulamıyor. sonunda ayaklarımın üstüne koyuyorum.
öyle eğretiyim ki!
başımı çevirip bakamıyorum ona.
bakmamam lazım.
ona dönüp bakmamam lazım.
bakarsam ağlayacağım, biliyorum.
bakarsam elini tutacağım, kendime hakim olamayacağım.
****
bakışlarım hep önde. sağa sola bakmıyorum.
şarkı devam ediyor, benim içim yanıyor.
aşık olduğum insan omzumda, bense bir şey yapmamaya çalışıyorum.
koyuyor bu.
hem de çok!
şarkı bitiyor, kafasını kaldırıyor.
o an cüret edebiliyorum ona bakmaya. saçlarını düzeltiyor her zamanki zarifliğiyle.
düşünceli.
halinden belli ne kadar kötü olduğu.
-seviyorum seni! diyorum.
sesim çıkmıyor.
alışkınım ne de olsa.
başka bir şarkı daha açıyor.
ilk şarkının kasıtlı olmadığını biliyorum.
lakin şimdi açtığı şarkı, beni daha da derinden vuruyor:
teoman-mavi kuş ile küçük kız.
bu şarkı bana bir mesaj.
daha açık bir mesaj olamazdı hatta.
başı hala omzumda.
bir ara sanki hıçkırıyormuş gibi bir ses çıkıyor.
cesaretim yok dönüp bakmaya.
yok.
****
"başka bir adla, başka bir zamanda rastlasaydım demiştim ya o gün sana"
biliyor.
geç kaldığımı bazı şeylere, başka bir zamanda tanışmamız gerektiğini biliyor.
aslında o bana umut vermiyor, o an tüm umutlarımı yok ediyor.
hep hayranım.
hep!
yanından ayrılıyorum. gitmem gerekiyor.
-dikkat et kendine. diyorum. bu kelimeler, 20 dakikadır söylediğim ilk kelimeler.
-sen de. ararım seni. diyor.
-peki. diyorum gönülsüzce.
arayacağını biliyorum.
bir gün arayacak.
bir gün..
****
sıcaklığımı ona veremediğim için üzülüyorum. fakat kolumda sızması için vakit var. hala.
belkilerimi biriktiriyorum yine.
uyumadan önce, son "belki"m geliyor aklıma. üzülüyorum.
****
-belki bir gün tekrar aşık olurum ona.
13 Eylül 2010 Pazartesi
beni sevmiyordun bilirdim
sendeki ben, ölmesine birkaç gün kalmış bir kelebek gibi. içindeki aşk, sevgi, anlayış, kıskançlık, hepsi yanıp kül oldu.
yok oldu.
küllerimiz, bizler yeniden doğmaya hazır olana kadar rüzgarla saçılacak ve dağılacak. önce gözlerimi, daha sonra zihnimi yiteceğim uğruna. bu yok oluş tamamlandığı anda sendeki ben çoktan ölmüş olacak. bu bir son değil.
bu, sonun başlangıcı.
****
yağmur yağıyor. delicesine.
-anne, diyorum. çıkalım dolaşalım mı ha ne dersin?
-manyak mısın oğlum, boşver gel içeri. diyor.
-peki, sen git geliyorum anacım. diyorum.
seyrediyorum usulca yağmuru.
şiddetle, sanki yer yüzünden hıncını almak istermiş gibi yağıyor.
çıkıyorum dışarı kendimi tutamayıp.
bu gece yağmurun anlamı büyük benim için.
****
ellerim cebimde, yürüyorum.
canım sıkıldığında yürüyorum ben. hep.
ne kadar da çaresizce bir çözüm bu.
çözüm bile değil...
canımı acıtıyor yağmurun şiddeti. her damlayla birlikte, tenime değen her tanecikle, ben de içimdekileri döküyorum yollara. lağıma layık değiller, fakat hiç olmayacak hayalleri yaşatmaya çalışmak anlamsız.
yürüyorum. ellerim cebimde.
her adımda bir pişmanlığımı bırakıyorum. içimde umut dışında bir şey kalmayıncaya dek yürüyorum.
o an, tanrı tarafından vaftiz ediliyorum.
her şeyi çöpe atmak için cesarete ihtiyacım var.
yağmurda yürümek insanı pervasız yapıyor. farkediyorum bunu.
****
yeni başlangıç yapmaya çalışan birisi, aslında hiçbir zaman o "başlangıç"ı yapamaz.
hiç kimse o kadar cesur değildir. hiçbir dayatma da bunun gerçekleşmesini sağlayamaz.
yeniden başlamaya çalışan, hep eskisinin etkisinde kalır.
hep!
gerçekten başladığında dahi hep acır bir yanı.
her yara tamamen kapanmaz.
bir insanı tamamiyle unutmak dahi bazen o yaraları kapatmaz.
zordur velhasıl.
araf'ta gidip gelmek, zordur.
bir var olup bir yok olmak zordur.
bir dakika önce gülüp bir dakika sonra ağlamak zordur.
aşkı kelimelerle sınırlandırmaya çalışmak gibi, zordur.
yeniden başlamak hep zordur ve her başarısız denemeden sonra pes etmek, denenenin asla gerçekleşmeyeceğine delalettir.
****
yürüyorum. ellerim cebimde.
bağırıp çağırasım geliyor. içim bomboş, tertemiz.
yapamıyorum. çekiniyorum.
bu, arınışımdan sonraki ilk içimde kalan "keşke".
diyorum ki kendi kendime kısa süreli bir bilinç kaybı yaşasam. ailem ve yakın arkadaşlarım hariç kimseyi hatırlamasam.
zihnimin buna ihtiyacı olduğunu hissediyorum o an.
ben unutmam.
ölüm bile unutturamaz içimdeki sevgiyi.
hafıza kaybı mı buna neden olacak?
komik geliyor bu düşünce tekrar.
****
yürüyorum. ellerim cebimde.
dudaklarımda bir candan erçetin şarkısı.
anılara gömülmek kötü. anılara gömülmek acı.
aklıma atilla ilhan'ın bir şiiri geliyor, yüzümün şekli değişiyor.
gözyaşlarımı tutamıyorum, alışkınım ne de olsa.
yürüyorum. ellerim cebimde.
bu gece son diyorum.
bu gece üzülmeye son diyorum.
dün gece söylediğim gibi.
ondan önceki gece söylediğim gibi.
****
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem öldüreceğimden korkardım
felaketim olurdu ağlardım..
yok oldu.
küllerimiz, bizler yeniden doğmaya hazır olana kadar rüzgarla saçılacak ve dağılacak. önce gözlerimi, daha sonra zihnimi yiteceğim uğruna. bu yok oluş tamamlandığı anda sendeki ben çoktan ölmüş olacak. bu bir son değil.
bu, sonun başlangıcı.
****
yağmur yağıyor. delicesine.
-anne, diyorum. çıkalım dolaşalım mı ha ne dersin?
-manyak mısın oğlum, boşver gel içeri. diyor.
-peki, sen git geliyorum anacım. diyorum.
seyrediyorum usulca yağmuru.
şiddetle, sanki yer yüzünden hıncını almak istermiş gibi yağıyor.
çıkıyorum dışarı kendimi tutamayıp.
bu gece yağmurun anlamı büyük benim için.
****
ellerim cebimde, yürüyorum.
canım sıkıldığında yürüyorum ben. hep.
ne kadar da çaresizce bir çözüm bu.
çözüm bile değil...
canımı acıtıyor yağmurun şiddeti. her damlayla birlikte, tenime değen her tanecikle, ben de içimdekileri döküyorum yollara. lağıma layık değiller, fakat hiç olmayacak hayalleri yaşatmaya çalışmak anlamsız.
yürüyorum. ellerim cebimde.
her adımda bir pişmanlığımı bırakıyorum. içimde umut dışında bir şey kalmayıncaya dek yürüyorum.
o an, tanrı tarafından vaftiz ediliyorum.
her şeyi çöpe atmak için cesarete ihtiyacım var.
yağmurda yürümek insanı pervasız yapıyor. farkediyorum bunu.
****
yeni başlangıç yapmaya çalışan birisi, aslında hiçbir zaman o "başlangıç"ı yapamaz.
hiç kimse o kadar cesur değildir. hiçbir dayatma da bunun gerçekleşmesini sağlayamaz.
yeniden başlamaya çalışan, hep eskisinin etkisinde kalır.
hep!
gerçekten başladığında dahi hep acır bir yanı.
her yara tamamen kapanmaz.
bir insanı tamamiyle unutmak dahi bazen o yaraları kapatmaz.
zordur velhasıl.
araf'ta gidip gelmek, zordur.
bir var olup bir yok olmak zordur.
bir dakika önce gülüp bir dakika sonra ağlamak zordur.
aşkı kelimelerle sınırlandırmaya çalışmak gibi, zordur.
yeniden başlamak hep zordur ve her başarısız denemeden sonra pes etmek, denenenin asla gerçekleşmeyeceğine delalettir.
****
yürüyorum. ellerim cebimde.
bağırıp çağırasım geliyor. içim bomboş, tertemiz.
yapamıyorum. çekiniyorum.
bu, arınışımdan sonraki ilk içimde kalan "keşke".
diyorum ki kendi kendime kısa süreli bir bilinç kaybı yaşasam. ailem ve yakın arkadaşlarım hariç kimseyi hatırlamasam.
zihnimin buna ihtiyacı olduğunu hissediyorum o an.
ben unutmam.
ölüm bile unutturamaz içimdeki sevgiyi.
hafıza kaybı mı buna neden olacak?
komik geliyor bu düşünce tekrar.
****
yürüyorum. ellerim cebimde.
dudaklarımda bir candan erçetin şarkısı.
anılara gömülmek kötü. anılara gömülmek acı.
aklıma atilla ilhan'ın bir şiiri geliyor, yüzümün şekli değişiyor.
gözyaşlarımı tutamıyorum, alışkınım ne de olsa.
yürüyorum. ellerim cebimde.
bu gece son diyorum.
bu gece üzülmeye son diyorum.
dün gece söylediğim gibi.
ondan önceki gece söylediğim gibi.
****
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem öldüreceğimden korkardım
felaketim olurdu ağlardım..
11 Eylül 2010 Cumartesi
unutma çabası
yalnızlıktır insanı aç susuz koyan sevgiye. konuşmaya, paylaşmaya ve benliğini bulmaya.
zordur. yani bir kez alıştıktan sonra, o alçakgönüllülüğü gösterip onu kabullendikten sonra basittir. hatta farkınızda olmadan en yakın arkadaşınız oluverir bir anda.
alışmak zordur lakin.
yalnızlığa alışmak kışın kış günü eksi derecelerdeki havada buz gibi suda duş almak gibidir.
şok içinde bırakır insanı.
üşürsünüz sık sık.
ağlama krizleri tutar. hele ki bir ayrılıktan sonraysa yanınıza sokulmaya çalıştığı an yalnızlığın, nöbetler halinde gelir gözyaşı damlaları.
zordur. yalnızlık zordur.
bazıları ondan küçük bir çocuğun karanlıktan korkması gibi korkar.
bazılarının ise, mizacındadır yalnızlık.
ondan ne kadar kaçmaya çalışsalar da bir sakız gibi yapışan...
****
farkındayım her şeyin.
etrafımda olan biten her şeyin farkındayım. artık insanları daha rahat anlıyorum.
bilmiyorum, belki de bu kendimi yeniden arayışım.
tekrardan tek parça olmaya çabalayışım.
hatta belki de çırpınışım.
yüzüne bakıyorum, milyonuncu kez belki de.
kendimden izler arıyorum.
belki gülüşündeki bir benzerlik, gözlerinin içindeki ışıltıda bir iz.
buluyorum.
dünyalar benim oluyor. sadece dünyalar değil, evren, her şey!
bırakıyorum bir yana diğerlerini, seni bir yana koyuyorum.
-hayır! diyorum kendi kendime.
-hayır, artık içimdeki aşkı gömmeliyim bir yerlere, derinlere. diyorum.
derinlere..
bir daha çıkmamak üzere yüzeye.
derinlere!
****
bazılarının mizacında vardır yalnızlık.
yani o insanlara yakışır aslında yalnızlık.
kaçmazlar yalnızlıktan.
aslında, kendilerinden kaçmazlar o insanlar.
yalnızlık, bazen şal olur gecenin rüzgarında koruyan sizi, bazen de bir şemsiye, sizi yağmurdan koruyan.
bazen yalnızlık bir düşman, ezeli. bazense tökezlediğinizde elinizden tutan, candan.
zordur yalnızlık.
soğuktur. teni teninize değmeye görsün. alışkanlık yapar.
sigara gibidir aslında. zararlı olduğunu, onsuz yapabileceğinizi düşündüğünüz.
ama asla bırakılamayan, daima sevilen ve yudumlanan..
****
bu gece yalnızlığımla uzun bir valse kalkıyorum.
kulağıma fısıldıyor:
-hoşgeldin! diyor.
-nereye? diyorum.
-coğrafyama!
korkuyorum.
çok!
o gece, kendimi aldatıyormuş gibi hissediyorum.
bir başkasını değil, kendimi..
kendimi başkalarının döktüğü kalıplara uydurmaya çalışıyorum.
çaresizlik bu olsa gerek.
****
seni unutma çabası. unutamama da cabası.
kalbimin odaları boş.
bense daha senin kalbine ulaşmaya çalışıyorum.
her neyse diyorum.
bir sigara daha yakıyorum.
her neyse..
zordur. yani bir kez alıştıktan sonra, o alçakgönüllülüğü gösterip onu kabullendikten sonra basittir. hatta farkınızda olmadan en yakın arkadaşınız oluverir bir anda.
alışmak zordur lakin.
yalnızlığa alışmak kışın kış günü eksi derecelerdeki havada buz gibi suda duş almak gibidir.
şok içinde bırakır insanı.
üşürsünüz sık sık.
ağlama krizleri tutar. hele ki bir ayrılıktan sonraysa yanınıza sokulmaya çalıştığı an yalnızlığın, nöbetler halinde gelir gözyaşı damlaları.
zordur. yalnızlık zordur.
bazıları ondan küçük bir çocuğun karanlıktan korkması gibi korkar.
bazılarının ise, mizacındadır yalnızlık.
ondan ne kadar kaçmaya çalışsalar da bir sakız gibi yapışan...
****
farkındayım her şeyin.
etrafımda olan biten her şeyin farkındayım. artık insanları daha rahat anlıyorum.
bilmiyorum, belki de bu kendimi yeniden arayışım.
tekrardan tek parça olmaya çabalayışım.
hatta belki de çırpınışım.
yüzüne bakıyorum, milyonuncu kez belki de.
kendimden izler arıyorum.
belki gülüşündeki bir benzerlik, gözlerinin içindeki ışıltıda bir iz.
buluyorum.
dünyalar benim oluyor. sadece dünyalar değil, evren, her şey!
bırakıyorum bir yana diğerlerini, seni bir yana koyuyorum.
-hayır! diyorum kendi kendime.
-hayır, artık içimdeki aşkı gömmeliyim bir yerlere, derinlere. diyorum.
derinlere..
bir daha çıkmamak üzere yüzeye.
derinlere!
****
bazılarının mizacında vardır yalnızlık.
yani o insanlara yakışır aslında yalnızlık.
kaçmazlar yalnızlıktan.
aslında, kendilerinden kaçmazlar o insanlar.
yalnızlık, bazen şal olur gecenin rüzgarında koruyan sizi, bazen de bir şemsiye, sizi yağmurdan koruyan.
bazen yalnızlık bir düşman, ezeli. bazense tökezlediğinizde elinizden tutan, candan.
zordur yalnızlık.
soğuktur. teni teninize değmeye görsün. alışkanlık yapar.
sigara gibidir aslında. zararlı olduğunu, onsuz yapabileceğinizi düşündüğünüz.
ama asla bırakılamayan, daima sevilen ve yudumlanan..
****
bu gece yalnızlığımla uzun bir valse kalkıyorum.
kulağıma fısıldıyor:
-hoşgeldin! diyor.
-nereye? diyorum.
-coğrafyama!
korkuyorum.
çok!
o gece, kendimi aldatıyormuş gibi hissediyorum.
bir başkasını değil, kendimi..
kendimi başkalarının döktüğü kalıplara uydurmaya çalışıyorum.
çaresizlik bu olsa gerek.
****
seni unutma çabası. unutamama da cabası.
kalbimin odaları boş.
bense daha senin kalbine ulaşmaya çalışıyorum.
her neyse diyorum.
bir sigara daha yakıyorum.
her neyse..
10 Eylül 2010 Cuma
haberin var ve ben hala ölüyorum
dünya'da insanlar türlü türlü hastalıklardan ölüyor.
kimimiz kanserden, kimimiz aidsten, kimimiz kalp krizinden...
istisnasız hepimiz acısız ölümü yeğleriz. hepimiz.
çünkü acıya dayanıklı değiliz, onunla barışık değiliz.
korkuyoruz, kabullenemiyoruz.
lakin...
lakin dünya üzerinde en acı verici olan hastalık ise karşılıksız aşktır!
ve bu hastalıktan her gece tekrar tekrar ölenler var!
acılı, uzun bir ölüm.
her gece!
****
-seni çok seviyorum ben! dedim.
diyecek cevabı yoktu.
başını öne eğdi, sigarasından bir yudum daha aldı.
-ama beni sevmediğini biliyorum ben. üzülme! diyorum.
-sen benim hayatımın ışığısın lakin senin hayatının ışığının ben olmadığımın farkındayım. boşver. diyorum.
monoloğuma devam ediyorum:
-artık okuma beni. yazdıklarımı okuma. atlatmam lazım bazı şeyleri. hoşlanmadığın şeyler yazacağım artık. diyorum.
kafasını kaldırıyor.
şaşırıyor. hem de çok.
-niye? benden sakladığın bir şey mi var? diyor.
sesi kulağımı okşuyor.
yakalıyorum havada şaşkınlığını.
tutuyorum ellerinden şaşkınlığının.
şaşkınken bile güzel.
-beni biliyorsun, o acımasız yanımı. gerçekleri çarpıtan. ve hep acıtan!
-ne saklıyorsun benden? bana söylemediğin şey ne?
korkuyorum.
beni yanlış anlayacağından.
söz konusu bile olmamalı bu!
o benim diğer yarım, yegane tanığım.
hayata karşı!
bana karşı!
****
habersiz ölmek, duyulan acıyı iki katına çıkarıyor sanırdım.
her şeyden haberi olmayan bir "o" ve bitip tükenen bir siz.
arkadaşlarım geliyor, teselli ediyor beni.
boşver diyorlar. boşver, olmayacak duaya amin deme diyorlar.
bak başkası var, senin varlığın bir hiç diyorlar.
anlamıyorlar.
onun benim için ne kadar önemli olduğunu bilmiyorlar.
bilmiyorlar.
tanrım ne çok habersizler her şeyden ve ne çok bilmiyorlar!
****
-sana söylemediğim gerçekler var. dillendirmediğim, kaçtığım.
adını ünleyince sesim titriyor, hava değişiyor.
yağan yağmur son buluyor ve sıcaklığı kurutuyor beni.
-anlat. diyor.
-anlat, lütfen benden bir şey saklama.
içim parçalanıyor.
tekrar.
tekrar.
-birkaç sene içinde neredeyse hiç görüşmeyeceğimiz gerçeği. eşin olacak insanın beni istemeyeceği gerçeği. bir insan vakti zamanında eşini bu kadar sevmiş bir adamı niye istesin? varlığım problem benim can. varlığım, hayatına girişim ve alt üst edişim!
sözler ağzımdan bir haykırış olarak çıkıyor.
üzüyorum.
sanki savaş çıkmış da göğsüme bir kurşun yiyip ölmüş gibiyim o an.
kendi kendimi idam ediyorum.
üzüntüsü ok oluyor, havada yakalayamıyorum.
kanım akıp geliyor ayaklarıma. gömleğim kırmızı.
kan kırmızısı!
-yanımda olmanı istiyorum, ne olursa olsun.
bu söz, zamanı geri alıyor, aniden canlanıyorum.
nefesini dudaklarımın arasından üflüyor, canlanıyorum.
bakışlarına güveninin tamamını oturtuyor, muhtaçlığını ve sevgisini, canlanıyorum.
tanrım..
ah tanrım!
bu kadın tüm iç organlarımın yerini değiştirebiliyor.
bir saniye önce beni öldürüp hemen can verebiliyor.
ve ağzından dökülen her kelime beni "ben" yapıyor.
tanrım...
****
haberin var ve ben hala ölüyorum.
ellerim kanıyor.
savaş yaraları hala açık, izleri ise ömrümün sonuna dek taşıyacağım bir gurur, nişan madalyası.
haberin var ve ben hala ölüyorum.
bu gece rüzgar, acımı hafifletiyor.
o acı, bu aralar sadece hafifliyor.
hafifliyor.
haberin var ve ben hala ölüyorum.
sessizce, içten içe..
9 Eylül 2010 Perşembe
aşık olmak ya da olmamak
bizler esasında aşağılığız.
kendi suçlarımızı üstlenemeyecek kadar hem de!
insanda kader inancı olmalı. evet, olmalı. çünkü kader, insanın inanç boşluğunu doldurur.
hep dönen bir çark olduğu düşüncesi, bazı şeylerin "olması" gerektiği düşüncesi, insanı tahmin edeceğinizden çok daha fazla rahatlatır.
çünkü insanoğlu zayıftır.
anne karnından çıktığı andan itibaren korumaya ve ilgiye ihtiyacı olduğu gibi.
ne aşk olmadan yapabilir insan, ne de kader.
ve bu ikisi, lanet olsun ki, birbirine çok yakındır ve bağlantılıdır!
****
-ah be hatun! diyorum iç çekerek.
iç çekiyorum derinden.
sigara dumanıyla dolmuş hayatım. nefes alamıyorum.
fakat oksijensizliğe inat bir nefes daha alıyorum sigaramdan.
konuşamayacağımı bildiğinden o an susuyor.
susuyoruz.
susarken bile çekingeniz aslında.
-sen hep ol be hatun! diyorum içtenlikle.
uzaklara bakıyor.
gözü cam gibi, baktığını görmüyor o an. belli, düşüncelere dalmış o da.
gülümsüyor.
-yine ne oldu can? diyor.
o gülümseyince ben de gülümsüyorum.
gülümseyişlerimiz havada buluşuyor, asılı kalıyor utangaç bir şekilde.
artık gülümseyişlerimizde bile çekingeniz, korkağız.
elimde yanan bir meşale var, onu savuruyorum etrafa farketmeden.
yanmayalım diye kaçıyor benden farketmeden.
meşale ondan uzaklaşınca sokuluyor bana, hissediyorum.
ona doğru gelince, olabildiğince kaçıyor, yanıp kül olmayalım diye.
sönüp gitmeyelim diye.
aslında biraz da böyle dengeyi sağlıyor/z.
ben farketmiyorum bunları o an.
sonraları, çok sonraları anlıyorum.
ve elimde olmadan bir kez daha hayran kalıyorum!
****
seçimlerimiz bizi farklı yapan diğerlerinden.
tutkuyla sevişimiz ve inandığımız şeyler uğruna hayatımızı koymamız farklı kılan bizi.
fakat o egomuz yok mu..
yaptığı hataları bir insan niye üstlenmez?
gerçi, o da bir erdemdir.
hata yaptığını ve hatasını o an kabullenen insan çok azdır esasında.
lakin bizim o insanlardan olmamak için hiçbir nedenimiz yok.
bizler, hep kaderi suçluyoruz.
hep!
aşık oluyoruz, kader diyoruz.
sevdiğimizi üzüyoruz, kader diyoruz.
aldatıyoruz, kader diyoruz.
başkasına aşık oluyoruz, kader diyoruz.
kandırılıyoruz, kader diyoruz.
aşk bir istisna olabilir, lakin biz geri kalan her şeyi kadere yüklüyoruz!
onu günah keçisi yaparak kendimizi aklamaya çalışıyoruz.
ve etrafımızdaki moronlar da buna müsamaha gösteriyor, kabulleniyor.
aslında suçlu kaderMiŞ GiBi yapıyorlar.
ah insanoğlu egosu...
ah!
****
-yine ne oldu can? diyor.
sigaramdan bir nefes daha çekiyorum.
morfin yemiş gibi beynim.
ellerini arıyor zihnimde ellerim.
tutuyorum, gözlerimi kapatıyorum. sakinleşmem için birkaç saniye gerekiyor.
-içimden geldi be can. hep yanımda ol, ne olursa olsun! diyorum.
sanki bunu dememi beklermiş gibi başıyla anladığını belirtip gözlerini yere eğiyor.
vicdan azabı çekmiyor, hayır.
o tüm kartlarını açık oynadığı için vicdan azabı çekmiyor.
fakat sevgime dair inancını daha önceleri kaybettiğinden bir suçluluk hissediyor.
belki de hayıflanıyor.
belki de tüm bunlar benim kuruntum, kim bilir.
-ne olursa olsun, yanında olmak için çaba göstereceğim ben. diyorum.
-biliyor musun, çok rahatladım şu an. diyor.
kokusunu hissediyorum zihnimde, kendi dünyamda.
sımsıkı sarılıyorum ona. kalp atışlarını duyumsuyorum. ürkek bir serçe gibi. narin ve muhtaç.
gözlerim kamaşıyor, açtığımda gözlerimi bana bakarken buluyorum onu.
tepetaklak oluyorum.
yoldaki taşa takılıyor yüreğim, dizleri kanıyor düştüğünden.
canım yanıyor, ama farketmiyorum.
umursamıyorum.
feda olsun!
-yine de, seviyorum be seni. diye bağırıyorum.
sesimi yitirirken ben,
o, başka bir hayatta, başka bir erkeğin kollarında.
****
önceleri yaşamın mânâsını anlamaya çalışıyordum! şimdiyse, aslında hiç yaşamamış olduğumun idrakindeyim sensizlikte...
aşık olmak ya da olmamak.
işte bütün mesele bu.
kadere saklanmadan, cesurca.
kendi suçlarımızı üstlenemeyecek kadar hem de!
insanda kader inancı olmalı. evet, olmalı. çünkü kader, insanın inanç boşluğunu doldurur.
hep dönen bir çark olduğu düşüncesi, bazı şeylerin "olması" gerektiği düşüncesi, insanı tahmin edeceğinizden çok daha fazla rahatlatır.
çünkü insanoğlu zayıftır.
anne karnından çıktığı andan itibaren korumaya ve ilgiye ihtiyacı olduğu gibi.
ne aşk olmadan yapabilir insan, ne de kader.
ve bu ikisi, lanet olsun ki, birbirine çok yakındır ve bağlantılıdır!
****
-ah be hatun! diyorum iç çekerek.
iç çekiyorum derinden.
sigara dumanıyla dolmuş hayatım. nefes alamıyorum.
fakat oksijensizliğe inat bir nefes daha alıyorum sigaramdan.
konuşamayacağımı bildiğinden o an susuyor.
susuyoruz.
susarken bile çekingeniz aslında.
-sen hep ol be hatun! diyorum içtenlikle.
uzaklara bakıyor.
gözü cam gibi, baktığını görmüyor o an. belli, düşüncelere dalmış o da.
gülümsüyor.
-yine ne oldu can? diyor.
o gülümseyince ben de gülümsüyorum.
gülümseyişlerimiz havada buluşuyor, asılı kalıyor utangaç bir şekilde.
artık gülümseyişlerimizde bile çekingeniz, korkağız.
elimde yanan bir meşale var, onu savuruyorum etrafa farketmeden.
yanmayalım diye kaçıyor benden farketmeden.
meşale ondan uzaklaşınca sokuluyor bana, hissediyorum.
ona doğru gelince, olabildiğince kaçıyor, yanıp kül olmayalım diye.
sönüp gitmeyelim diye.
aslında biraz da böyle dengeyi sağlıyor/z.
ben farketmiyorum bunları o an.
sonraları, çok sonraları anlıyorum.
ve elimde olmadan bir kez daha hayran kalıyorum!
****
seçimlerimiz bizi farklı yapan diğerlerinden.
tutkuyla sevişimiz ve inandığımız şeyler uğruna hayatımızı koymamız farklı kılan bizi.
fakat o egomuz yok mu..
yaptığı hataları bir insan niye üstlenmez?
gerçi, o da bir erdemdir.
hata yaptığını ve hatasını o an kabullenen insan çok azdır esasında.
lakin bizim o insanlardan olmamak için hiçbir nedenimiz yok.
bizler, hep kaderi suçluyoruz.
hep!
aşık oluyoruz, kader diyoruz.
sevdiğimizi üzüyoruz, kader diyoruz.
aldatıyoruz, kader diyoruz.
başkasına aşık oluyoruz, kader diyoruz.
kandırılıyoruz, kader diyoruz.
aşk bir istisna olabilir, lakin biz geri kalan her şeyi kadere yüklüyoruz!
onu günah keçisi yaparak kendimizi aklamaya çalışıyoruz.
ve etrafımızdaki moronlar da buna müsamaha gösteriyor, kabulleniyor.
aslında suçlu kaderMiŞ GiBi yapıyorlar.
ah insanoğlu egosu...
ah!
****
-yine ne oldu can? diyor.
sigaramdan bir nefes daha çekiyorum.
morfin yemiş gibi beynim.
ellerini arıyor zihnimde ellerim.
tutuyorum, gözlerimi kapatıyorum. sakinleşmem için birkaç saniye gerekiyor.
-içimden geldi be can. hep yanımda ol, ne olursa olsun! diyorum.
sanki bunu dememi beklermiş gibi başıyla anladığını belirtip gözlerini yere eğiyor.
vicdan azabı çekmiyor, hayır.
o tüm kartlarını açık oynadığı için vicdan azabı çekmiyor.
fakat sevgime dair inancını daha önceleri kaybettiğinden bir suçluluk hissediyor.
belki de hayıflanıyor.
belki de tüm bunlar benim kuruntum, kim bilir.
-ne olursa olsun, yanında olmak için çaba göstereceğim ben. diyorum.
-biliyor musun, çok rahatladım şu an. diyor.
kokusunu hissediyorum zihnimde, kendi dünyamda.
sımsıkı sarılıyorum ona. kalp atışlarını duyumsuyorum. ürkek bir serçe gibi. narin ve muhtaç.
gözlerim kamaşıyor, açtığımda gözlerimi bana bakarken buluyorum onu.
tepetaklak oluyorum.
yoldaki taşa takılıyor yüreğim, dizleri kanıyor düştüğünden.
canım yanıyor, ama farketmiyorum.
umursamıyorum.
feda olsun!
-yine de, seviyorum be seni. diye bağırıyorum.
sesimi yitirirken ben,
o, başka bir hayatta, başka bir erkeğin kollarında.
****
önceleri yaşamın mânâsını anlamaya çalışıyordum! şimdiyse, aslında hiç yaşamamış olduğumun idrakindeyim sensizlikte...
aşık olmak ya da olmamak.
işte bütün mesele bu.
kadere saklanmadan, cesurca.
8 Eylül 2010 Çarşamba
korkulan her şeyin bileşkesi
bomboş.
sessiz, sıkıcı ve bomboş günler.
tavana dikmişim gözlerimi. düşünüyorum sadece.
darmadağın hayatım.
hayallerim bir köşede, sevinçlerimi hırsızlar çalmış.
kalbimin nerde olduğunu ise allah bilir.
bir yerlerden başlamak gerek diyerek toparlamaya çalışıyorum etrafı.
evet. bugün kendimi odalarından çoğu boş bazen dolan bir otel gibi hissediyorum.
şebnem haklı.
bazı odalarım ezelden beri karanlık. ne olduğunu bilmiyorum oralarda.
korkuyorum gezinmeye.
bir yerlerden başlamak gerek diyerek yakıyorum ondan kalan her şeyi.
başlangıç için.
yeni başlangıçlar için.
****
her ayrıntıyı aklıma kazıyacakmışım gibi inceliyorum onu.
çok sonraları onsuz yapamam diyeceğim insanlardan olacak. benimse haberim yok.
özlediğim bir çok tadı aynı anda yaşatıyor bana. hem gülüyorum onunla, hem de hüzünleniyorum.
farkında değilim bazı şeylerin.
henüz ilk şoku atlatamamışım.
olsun!
bana hayatını anlatırken kendinden geçiyor. anlatırken yaşıyor ve o tatlı suratıyla mimikleriyle yaşıyor.
bense hayran hayran izliyorum onu. farkında değil o.
ben de farkında değilim!
****
önce artçılar geldi.
biliyordum.
aşkın kimyasıydı bu. önce artçılar, sonra...
direndim.
hem de çok.
bu korkudan kaynaklanıyordu.
tekrar üzülme korkusundan.
fakat aşk, artçılarını yolladıktan sonra işe kendisi koyulur. çaresiz kalırsınız.
eliniz kolunuz bağlanır, itaat edersiniz.
kendimizi kandırmaya gerek yok.
aşk ne zorlamadır, ne de emir veren bir varlık.
aşk insanın kendisidir. aşk aldığımız nefestir ve aşk her şeye sahip olandır!
****
onu bekliyorum yine saçma sapan bir yerde.
gelecek, görüşeceğiz diye.
nefes alışlarım düzensiz, heyecanlanmışım, ne yapacağımı bilmiyorum.
onu görüyorum. yorulmuş sanki. fiziksel yorgunluk değil, ruhundaki hasar onu böyle yapan. farkediyorum.
içim parçalanıyor.
keşke elimde olsaydı düzeltmek diyorum.
keşke..
oturuyoruz, o her zamanki soğuk sandviçini aldı, içinden biberi çıkardı ve yemeye başladı.
o kadar çok alışmışım ki ona, bu ayrıntı bile gülümsememe neden oluyor.
farketse ne olacak sanki.. ama ben farkettirmemek için sigaramı yakıyorum.
anlatıyor.
yine.
değişmemiş. eskisi gibi olma yolunda bayaa yol katetmiş.
benim gibi.
yine gülümsüyorum onunla. yine üzülüyorum ve yine kahkahalara boğuluyorum.
evet, o bana her duyguyu yaşattı, yaşatıyor da.
sonra...
-aşk işte diyorum.
-benim tarzım bu. bile bile lades.
dikkatlice dinliyor beni. o ciddi anlarda gelen gülme hissi bana uğramıyor. o an sanki bir daha hiç gülemeyecekmişim gibi hissediyorum. geçici ama, farkındayım.
-ben sevdiğimi merkezime koyuyorum ve her hücremle seviyorum. katıksızca güveniyorum ona, aynı sana güvendiğim gibi. sorgulamıyorum. bu canımı çok yaktı önceden. belki şu anda da yakıyor. ama pişman değilim. hem de hiç! fakat farkındayım bazı şeylerin. elbet geçecek, elbet eskisi kadar acıtmayacak bazı şeyler.
sıkılıyorum.
çok sıkılıyorum.
çok!
sigara yakıyorum tekrar. ve ekliyorum:
-bazı şeyler değişse de, değerin değişmeyecek. diyorum.
duymuyor.
olsun.
sessizce sevmek her daim güzel olan.
"uzaktan sevmek."
****
korktuğum başıma geliyor.
yapacak bir şeyim yok.
suç bende değil diyorum kendi kendime.
suç onun bu kadar güzel oluşunda.
ve suç onun benimle bu kadar çok uyuşmasında.
sırıtıyorum.
iyi ki geldin diyorum kendi kendime.
ve aşk...
korkulan her şeyin bileşkesi.
beni ele geçiriyor..
sessiz, sıkıcı ve bomboş günler.
tavana dikmişim gözlerimi. düşünüyorum sadece.
darmadağın hayatım.
hayallerim bir köşede, sevinçlerimi hırsızlar çalmış.
kalbimin nerde olduğunu ise allah bilir.
bir yerlerden başlamak gerek diyerek toparlamaya çalışıyorum etrafı.
evet. bugün kendimi odalarından çoğu boş bazen dolan bir otel gibi hissediyorum.
şebnem haklı.
bazı odalarım ezelden beri karanlık. ne olduğunu bilmiyorum oralarda.
korkuyorum gezinmeye.
bir yerlerden başlamak gerek diyerek yakıyorum ondan kalan her şeyi.
başlangıç için.
yeni başlangıçlar için.
****
her ayrıntıyı aklıma kazıyacakmışım gibi inceliyorum onu.
çok sonraları onsuz yapamam diyeceğim insanlardan olacak. benimse haberim yok.
özlediğim bir çok tadı aynı anda yaşatıyor bana. hem gülüyorum onunla, hem de hüzünleniyorum.
farkında değilim bazı şeylerin.
henüz ilk şoku atlatamamışım.
olsun!
bana hayatını anlatırken kendinden geçiyor. anlatırken yaşıyor ve o tatlı suratıyla mimikleriyle yaşıyor.
bense hayran hayran izliyorum onu. farkında değil o.
ben de farkında değilim!
****
önce artçılar geldi.
biliyordum.
aşkın kimyasıydı bu. önce artçılar, sonra...
direndim.
hem de çok.
bu korkudan kaynaklanıyordu.
tekrar üzülme korkusundan.
fakat aşk, artçılarını yolladıktan sonra işe kendisi koyulur. çaresiz kalırsınız.
eliniz kolunuz bağlanır, itaat edersiniz.
kendimizi kandırmaya gerek yok.
aşk ne zorlamadır, ne de emir veren bir varlık.
aşk insanın kendisidir. aşk aldığımız nefestir ve aşk her şeye sahip olandır!
****
onu bekliyorum yine saçma sapan bir yerde.
gelecek, görüşeceğiz diye.
nefes alışlarım düzensiz, heyecanlanmışım, ne yapacağımı bilmiyorum.
onu görüyorum. yorulmuş sanki. fiziksel yorgunluk değil, ruhundaki hasar onu böyle yapan. farkediyorum.
içim parçalanıyor.
keşke elimde olsaydı düzeltmek diyorum.
keşke..
oturuyoruz, o her zamanki soğuk sandviçini aldı, içinden biberi çıkardı ve yemeye başladı.
o kadar çok alışmışım ki ona, bu ayrıntı bile gülümsememe neden oluyor.
farketse ne olacak sanki.. ama ben farkettirmemek için sigaramı yakıyorum.
anlatıyor.
yine.
değişmemiş. eskisi gibi olma yolunda bayaa yol katetmiş.
benim gibi.
yine gülümsüyorum onunla. yine üzülüyorum ve yine kahkahalara boğuluyorum.
evet, o bana her duyguyu yaşattı, yaşatıyor da.
sonra...
-aşk işte diyorum.
-benim tarzım bu. bile bile lades.
dikkatlice dinliyor beni. o ciddi anlarda gelen gülme hissi bana uğramıyor. o an sanki bir daha hiç gülemeyecekmişim gibi hissediyorum. geçici ama, farkındayım.
-ben sevdiğimi merkezime koyuyorum ve her hücremle seviyorum. katıksızca güveniyorum ona, aynı sana güvendiğim gibi. sorgulamıyorum. bu canımı çok yaktı önceden. belki şu anda da yakıyor. ama pişman değilim. hem de hiç! fakat farkındayım bazı şeylerin. elbet geçecek, elbet eskisi kadar acıtmayacak bazı şeyler.
sıkılıyorum.
çok sıkılıyorum.
çok!
sigara yakıyorum tekrar. ve ekliyorum:
-bazı şeyler değişse de, değerin değişmeyecek. diyorum.
duymuyor.
olsun.
sessizce sevmek her daim güzel olan.
"uzaktan sevmek."
****
korktuğum başıma geliyor.
yapacak bir şeyim yok.
suç bende değil diyorum kendi kendime.
suç onun bu kadar güzel oluşunda.
ve suç onun benimle bu kadar çok uyuşmasında.
sırıtıyorum.
iyi ki geldin diyorum kendi kendime.
ve aşk...
korkulan her şeyin bileşkesi.
beni ele geçiriyor..
6 Eylül 2010 Pazartesi
mevsimleri değiştiren insanlar
gece uyandığımda hava sessizdi.
adetimdir, yaktım bir sigara.
bazıları çok banal, gereksiz bulur bu uykudan kalkınca içilen sigarayı. oysa tadını bilenler vazgeçmez.
alışkanlık tabii ki.
çok geçmedi, uykuya tekrar daldım.
uyandığımda saat 10 idi.
kar vardı dışarda.
ne olduğunu anlamaz bakışlarla sorguladım gözlerimle etrafı.
gözlerimi ellerimle temizledim tekrar.
tanrım, 5 saatte hava soğumuş ve kar yağmıştı!
kar vardı.
her yerde!
kar.
saçlarımda bile.
****
soğuktu.
çok soğuk.
dokunamadım tenine.
yabancılaşan vücudunu tekrar keşfetmeye ne mecalim, ne de hevesim vardı artık.
baktım ona. yüzüne.
anlamsız, hatta aptalca bir gülümseme vardı.
-konuşmayacaksan beni niye çağırdın buraya?
-bilmiyordum. dedim.
-neyi?
-bu kadar yabancılaştığını.
sıkıldı hafiften. saklayamazdı duygularını o asla.
umrunda değildim, evet.
o an anladım.
o an yaptığım hatayı anladım.
biz hiç "ol"mamıştık. ben sadece oyun oynamıştım.
kendi kendime.
sadece.
****
aylarca sürüklendim ordan oraya.
kimse bilmedi.
kimse farketmedi.
varlığından haberdar olmadığım bir melek vardı.
bazen uzak, bazen yakın olan.
hep gülen, ama hüzün gözyaşları döken.
güçlenmiştim artık.
her bir parçamı toplamıştım savrulan.
artık ben tektim, ve tekrar yaşama sarılmıştım iki koldan.
onu tanıdım
tanıdım.
iyi ki!
****
bir sabah uyandım.
pazar sabahıydı.
baktım.
kış gitmiş, yerine güneşli bir bahar sabahı gelmişti.
gülümsedim.
aklıma o melek geldi.
gülümsemem genişledi, kocaman oldu.
bir sabah uyandım.
pazardı.
güneş tenimi yakıyordu.
kuşlar hiç anlamadığım lisanda şarkılarını söylüyordu.
bir sabah uyandım.
mevsimim değişti.
hiç bir şey demedim.
hiç bir şey diyemedim.
aşık olmuştum!
adetimdir, yaktım bir sigara.
bazıları çok banal, gereksiz bulur bu uykudan kalkınca içilen sigarayı. oysa tadını bilenler vazgeçmez.
alışkanlık tabii ki.
çok geçmedi, uykuya tekrar daldım.
uyandığımda saat 10 idi.
kar vardı dışarda.
ne olduğunu anlamaz bakışlarla sorguladım gözlerimle etrafı.
gözlerimi ellerimle temizledim tekrar.
tanrım, 5 saatte hava soğumuş ve kar yağmıştı!
kar vardı.
her yerde!
kar.
saçlarımda bile.
****
soğuktu.
çok soğuk.
dokunamadım tenine.
yabancılaşan vücudunu tekrar keşfetmeye ne mecalim, ne de hevesim vardı artık.
baktım ona. yüzüne.
anlamsız, hatta aptalca bir gülümseme vardı.
-konuşmayacaksan beni niye çağırdın buraya?
-bilmiyordum. dedim.
-neyi?
-bu kadar yabancılaştığını.
sıkıldı hafiften. saklayamazdı duygularını o asla.
umrunda değildim, evet.
o an anladım.
o an yaptığım hatayı anladım.
biz hiç "ol"mamıştık. ben sadece oyun oynamıştım.
kendi kendime.
sadece.
****
aylarca sürüklendim ordan oraya.
kimse bilmedi.
kimse farketmedi.
varlığından haberdar olmadığım bir melek vardı.
bazen uzak, bazen yakın olan.
hep gülen, ama hüzün gözyaşları döken.
güçlenmiştim artık.
her bir parçamı toplamıştım savrulan.
artık ben tektim, ve tekrar yaşama sarılmıştım iki koldan.
onu tanıdım
tanıdım.
iyi ki!
****
bir sabah uyandım.
pazar sabahıydı.
baktım.
kış gitmiş, yerine güneşli bir bahar sabahı gelmişti.
gülümsedim.
aklıma o melek geldi.
gülümsemem genişledi, kocaman oldu.
bir sabah uyandım.
pazardı.
güneş tenimi yakıyordu.
kuşlar hiç anlamadığım lisanda şarkılarını söylüyordu.
bir sabah uyandım.
mevsimim değişti.
hiç bir şey demedim.
hiç bir şey diyemedim.
aşık olmuştum!
5 Eylül 2010 Pazar
geç kalınmış sevgiler
hep bir koşuşturmaca.
bir şeyleri kovalıyoruz.
hep!
hep hayıflanıyoruz, hep üzülüyoruz ardından.
ve hep susuyoruz.
tanrım! ne çok yok oluyoruz farkında olmadan!
****
eğer ki aşk, yakalanması gereken bir vapursa, biz geride kalanlar hep kaçırıyoruz o vapuru.
içimiz acıyor buna. kendimize kahrediyoruz. kendimize sövüyoruz ve hep haksız durumda oluyoruz!
ya habersiz seviyoruz, ya da susuyoruz.
öyle zamanlar oluyor ki insan söyleyecek söz bulamıyor. hani hayattan bıkarsınız ya, aynen öyle. yaşamak gelmez içinizden. ama siz mecbursunuzdur nefes almaya.
işte tüm bunların sebebi, hayat denilen girdabın içinden çekip çıkarılmayı bekleyen aşkları çıkaramamak.
zaman akıp giden bir nehir ve o nehirde geriye doğru yüzmek diye bir şey yok. işte o yüzden insan etrafındakilerin farkında olmalı.
hep!
****
-sen, hayattan çalmayı başarabildiğim nadide parçalardansın. girdap sırasında bulunan bir hazine gibi. eşsiz ve dokunmaya kıyamadığım!
baktı bana.
gülümsedi.
eline aslında hiç yakışmayan sigarasından bir yudum aldı.
farkettim.
gardını kaldıramadan inmişti darbe.
verecek bir cevabı yoktu buna.
artık bazı şeyleri kabullendiğimizden, açık açık konuşuyorduk böyle şeyleri. hep yaptığımız gibi.
hep yapacağımız gibi.
-peki ben diğerleri gibi bir şeyler öğrettim mi sana?
-hayır tabiki de. çünkü sen, benim aynadaki yansımam gibiydin.
durdu.
-şimdi değil miyim? dedi.
-öylesin de, farkındaysan yaşananlardan sonra sahiplik duygumun olmaması gerekiyor. dedim.
üzüldüm.
üzüldüğünü hissettim.
sustuk.
hep yaptığımız gibi.
****
hayatımızdakileri keşkeleri toparlasak bir bavulda.
taşısak onu istediğimiz yere.
hatta kurtulabilsek onlardan.
ne güzel olurdu değil mi?
insan bazen, geç kaldığını anlayınca zamanı geriye çevirmek istiyor.
nafile çabalar, mantıksızlığını gösterdikten sonra, iki kadeh içkiye ihtiyaç duyuyor insan.
ve sigaraya.
insan beyni, sahibini şaşırtıyor böyle durumlarda.
o olmasaydı ne olurdu? diye düşünüyor insan.
sürekli soruyor, sürekli sorguluyor.
ve, keşkelerine binlerce keşke daha ekliyor.
en acı verici olanı ise şu oluyor daima:
"keşke daha önce tanışsaymışız!"
içilen sigara sayısı günde iki katına çıkıyor, daha çok o düşleniyor, daha çok aynı şarkı dinleniyor ve daha çok özleniyor o.
çok özleniyor!
****
-seni bir gibi saklayacağım, kendimden bile! dedim.
baktı bana gözlerini soru sorarcasına açarak.
bir şey demedi. gerek de yoktu.
biliyordu.
vazgeçmeyeceğimi, hep seveceğimi biliyordu.
-en acı olanı ise, bizim bir daha hiçbir şekilde olamayacağımız. hiç! belki de birbirimizi başkalarına anlatacağız, bir anı olara.. dedi.
kimse bilmez.
kimse bilemez o anki parçalanmayı, o anki yalnızlığı.
böyle bir darbeye hazırlıklı değildim.
burnum kanadı, durduramadım.
****
geç kaldık bir çok şeye.
yaşamayı unuttuk hani bazen.
ve en acısı:
sevmeye çok geç kaldık!
tanımaya çok geç kaldık!
"sen, en kuvvetli adımlarımla yetişemediğim. kendini güze küstüren yalancı bahar... şimdi her şey temenni ettiğin gibi..! aşk kınında kaldı, cümleler boğazda. ben, çok üşüdüm."
bir şeyleri kovalıyoruz.
hep!
hep hayıflanıyoruz, hep üzülüyoruz ardından.
ve hep susuyoruz.
tanrım! ne çok yok oluyoruz farkında olmadan!
****
eğer ki aşk, yakalanması gereken bir vapursa, biz geride kalanlar hep kaçırıyoruz o vapuru.
içimiz acıyor buna. kendimize kahrediyoruz. kendimize sövüyoruz ve hep haksız durumda oluyoruz!
ya habersiz seviyoruz, ya da susuyoruz.
öyle zamanlar oluyor ki insan söyleyecek söz bulamıyor. hani hayattan bıkarsınız ya, aynen öyle. yaşamak gelmez içinizden. ama siz mecbursunuzdur nefes almaya.
işte tüm bunların sebebi, hayat denilen girdabın içinden çekip çıkarılmayı bekleyen aşkları çıkaramamak.
zaman akıp giden bir nehir ve o nehirde geriye doğru yüzmek diye bir şey yok. işte o yüzden insan etrafındakilerin farkında olmalı.
hep!
****
-sen, hayattan çalmayı başarabildiğim nadide parçalardansın. girdap sırasında bulunan bir hazine gibi. eşsiz ve dokunmaya kıyamadığım!
baktı bana.
gülümsedi.
eline aslında hiç yakışmayan sigarasından bir yudum aldı.
farkettim.
gardını kaldıramadan inmişti darbe.
verecek bir cevabı yoktu buna.
artık bazı şeyleri kabullendiğimizden, açık açık konuşuyorduk böyle şeyleri. hep yaptığımız gibi.
hep yapacağımız gibi.
-peki ben diğerleri gibi bir şeyler öğrettim mi sana?
-hayır tabiki de. çünkü sen, benim aynadaki yansımam gibiydin.
durdu.
-şimdi değil miyim? dedi.
-öylesin de, farkındaysan yaşananlardan sonra sahiplik duygumun olmaması gerekiyor. dedim.
üzüldüm.
üzüldüğünü hissettim.
sustuk.
hep yaptığımız gibi.
****
hayatımızdakileri keşkeleri toparlasak bir bavulda.
taşısak onu istediğimiz yere.
hatta kurtulabilsek onlardan.
ne güzel olurdu değil mi?
insan bazen, geç kaldığını anlayınca zamanı geriye çevirmek istiyor.
nafile çabalar, mantıksızlığını gösterdikten sonra, iki kadeh içkiye ihtiyaç duyuyor insan.
ve sigaraya.
insan beyni, sahibini şaşırtıyor böyle durumlarda.
o olmasaydı ne olurdu? diye düşünüyor insan.
sürekli soruyor, sürekli sorguluyor.
ve, keşkelerine binlerce keşke daha ekliyor.
en acı verici olanı ise şu oluyor daima:
"keşke daha önce tanışsaymışız!"
içilen sigara sayısı günde iki katına çıkıyor, daha çok o düşleniyor, daha çok aynı şarkı dinleniyor ve daha çok özleniyor o.
çok özleniyor!
****
-seni bir gibi saklayacağım, kendimden bile! dedim.
baktı bana gözlerini soru sorarcasına açarak.
bir şey demedi. gerek de yoktu.
biliyordu.
vazgeçmeyeceğimi, hep seveceğimi biliyordu.
-en acı olanı ise, bizim bir daha hiçbir şekilde olamayacağımız. hiç! belki de birbirimizi başkalarına anlatacağız, bir anı olara.. dedi.
kimse bilmez.
kimse bilemez o anki parçalanmayı, o anki yalnızlığı.
böyle bir darbeye hazırlıklı değildim.
burnum kanadı, durduramadım.
****
geç kaldık bir çok şeye.
yaşamayı unuttuk hani bazen.
ve en acısı:
sevmeye çok geç kaldık!
tanımaya çok geç kaldık!
"sen, en kuvvetli adımlarımla yetişemediğim. kendini güze küstüren yalancı bahar... şimdi her şey temenni ettiğin gibi..! aşk kınında kaldı, cümleler boğazda. ben, çok üşüdüm."
eskilerden..
dedi ki: " ben seni seviyorum!"
ruhu eridi onun gözleri önünde.
ruhu eridi ve onun kalbine doğru aktı o an.
boş bakışlarla karşılaştı.
istediği tepkiyi alamadı. alacağını da düşünemezdi zaten.
sevgisi, onun hissettiğinin yanında devede kulak kalıyordu.
dedi ki: "sana aşığım!"
"peki." diye cevapladı.
düşündü yine.
nefessiz kalana kadar düşündü.
evet, hatıralar yine onu öldürüyordu.
tek tek.
sırayla.
her seferinde yine ölüyordu.
her anıda tekrar susuyordu. ve gözleri dalıyordu sonsuz maviliğe.
soruyu kendisi sordu.
cevabı da kendisi verdi:
"zaman."
geç kaldığını düşündü. artık bazı şeyler için çok geçti.
tekrar tekrar onun sigarayla karışık kokusunu duymak için geçti.
onun o piç gülümsemesini yudumlamak için çok geçti.
işte bu yüzden eski halini özlüyordu.
onunla ilgili her anla dolup taştığı için özlüyordu.
tekrardan yaktı bir sigara.
gözlerimin önünde, ağladı.
ağladı.
yine ağladı.
ve dedi ki: "seni seviyorum pislik herif!"
ruhu eridi onun gözleri önünde.
ruhu eridi ve onun kalbine doğru aktı o an.
boş bakışlarla karşılaştı.
istediği tepkiyi alamadı. alacağını da düşünemezdi zaten.
sevgisi, onun hissettiğinin yanında devede kulak kalıyordu.
dedi ki: "sana aşığım!"
"peki." diye cevapladı.
düşündü yine.
nefessiz kalana kadar düşündü.
evet, hatıralar yine onu öldürüyordu.
tek tek.
sırayla.
her seferinde yine ölüyordu.
her anıda tekrar susuyordu. ve gözleri dalıyordu sonsuz maviliğe.
soruyu kendisi sordu.
cevabı da kendisi verdi:
"zaman."
geç kaldığını düşündü. artık bazı şeyler için çok geçti.
tekrar tekrar onun sigarayla karışık kokusunu duymak için geçti.
onun o piç gülümsemesini yudumlamak için çok geçti.
işte bu yüzden eski halini özlüyordu.
onunla ilgili her anla dolup taştığı için özlüyordu.
tekrardan yaktı bir sigara.
gözlerimin önünde, ağladı.
ağladı.
yine ağladı.
ve dedi ki: "seni seviyorum pislik herif!"
endişelerimi çöpe attım
kaybettiğim huzuru arıyordum evimde.
allah allah, nereye kaçmıştı acaba.
eşyalarımın arasına baktım, televizyonun yanına, her yere baktım.
buldum sonunda.
fotoğraflarının arasında bulduğum huzuru.
en güzel, en canlı resminin üzerindeydi.
tuttum ellerinden, kalbime davet ettim. sonra dedim ki;
-hoşgeldin!
****
gergindi. biliyordum.
bu konuşma onu çok germişti ve cevaplarken duyduğu zorluğu hissediyordum.
-kötüyüm ben! kötüyüm. etrafımdakileri kendimden uzaklaştıracak kadar kötüyüm! kimse kalmadı, sen de dahil. dedi.
sustum.
konuşamadım bile.
-ben hiç gitmedim ki! diye bağırdım, sesim çıkmadı.
dayanamadım.
kıyamadım ona o an.
dakikalar önce sitem dolu, suçlarcasına konuşurken, şimdi içim cız etti.
farkettim tekrardan aşkın gücünü, nelere sebep olabileceğini.
üzülmesine dayanamadım onun.
her zamanki gibi!
****
kaybettiğim her şeyi birer birer buluyordum.
sevincimi bir sokak çocuğunun gülüşünde bulmuştum. o kadar masumca ve o kadar güzeldi ki tekrar o duyguyu yaşamak...
ilk gençlik yıllarımı mahalle maçı yapan veletlerin bağırış çağırışlarında tekrar bulmuştum.
ilk aşkımı dahi el ele tutuşan 5 yaşındaki komşu çocuklarının masumluğunda bulmuştum.
bir tek şeyi bulamamıştım tekrar. o kadar uğraşmama rağmen..
yaşama sevincimi..
****
üşüdü.
sıcaklığa ihtiyacı olan bir kedi gibiydi.
bağırmaktan yorulmuş, artık sinirleri boşalmış, ağladı ağlayacak gibiydi.
sarılmaya muhtaçtı o an.
dayanamadım, sarıldım.
farkettirmeden sevgimi verdim ona.
kendine geldi, nefes aldı.
-tamam, kötü olma sen. bak ben de kötü olmayayım. boşver sen her şeyi. ben de boşvereyim. iyi olalım. olur mu? dedim.
gülümsedi bana.
o gülümseyince bulutlar dağıldı, kuş sesleri kendisini daha çok göstermeye başladı.
kendime geldim.
iyi oldum.
****
bu sabah uyandım.
güneş penceremden usulca sızmıştı yatağıma.
yeni bir gün bugün.
yeni bir başlangıç.
kaybettiğim yaşama sevincimi de buldum.
endişelerimin arasına rehin kalmış.
kurtardım ordan.
endişelerimi çöpe attım bu sabah.
yeni bir nefes için.
allah allah, nereye kaçmıştı acaba.
eşyalarımın arasına baktım, televizyonun yanına, her yere baktım.
buldum sonunda.
fotoğraflarının arasında bulduğum huzuru.
en güzel, en canlı resminin üzerindeydi.
tuttum ellerinden, kalbime davet ettim. sonra dedim ki;
-hoşgeldin!
****
gergindi. biliyordum.
bu konuşma onu çok germişti ve cevaplarken duyduğu zorluğu hissediyordum.
-kötüyüm ben! kötüyüm. etrafımdakileri kendimden uzaklaştıracak kadar kötüyüm! kimse kalmadı, sen de dahil. dedi.
sustum.
konuşamadım bile.
-ben hiç gitmedim ki! diye bağırdım, sesim çıkmadı.
dayanamadım.
kıyamadım ona o an.
dakikalar önce sitem dolu, suçlarcasına konuşurken, şimdi içim cız etti.
farkettim tekrardan aşkın gücünü, nelere sebep olabileceğini.
üzülmesine dayanamadım onun.
her zamanki gibi!
****
kaybettiğim her şeyi birer birer buluyordum.
sevincimi bir sokak çocuğunun gülüşünde bulmuştum. o kadar masumca ve o kadar güzeldi ki tekrar o duyguyu yaşamak...
ilk gençlik yıllarımı mahalle maçı yapan veletlerin bağırış çağırışlarında tekrar bulmuştum.
ilk aşkımı dahi el ele tutuşan 5 yaşındaki komşu çocuklarının masumluğunda bulmuştum.
bir tek şeyi bulamamıştım tekrar. o kadar uğraşmama rağmen..
yaşama sevincimi..
****
üşüdü.
sıcaklığa ihtiyacı olan bir kedi gibiydi.
bağırmaktan yorulmuş, artık sinirleri boşalmış, ağladı ağlayacak gibiydi.
sarılmaya muhtaçtı o an.
dayanamadım, sarıldım.
farkettirmeden sevgimi verdim ona.
kendine geldi, nefes aldı.
-tamam, kötü olma sen. bak ben de kötü olmayayım. boşver sen her şeyi. ben de boşvereyim. iyi olalım. olur mu? dedim.
gülümsedi bana.
o gülümseyince bulutlar dağıldı, kuş sesleri kendisini daha çok göstermeye başladı.
kendime geldim.
iyi oldum.
****
bu sabah uyandım.
güneş penceremden usulca sızmıştı yatağıma.
yeni bir gün bugün.
yeni bir başlangıç.
kaybettiğim yaşama sevincimi de buldum.
endişelerimin arasına rehin kalmış.
kurtardım ordan.
endişelerimi çöpe attım bu sabah.
yeni bir nefes için.
4 Eylül 2010 Cumartesi
iyi ki varsın ray ban
telefonum çalıyor sabahın 6sında:
-kalk olm ya hala kalkmadın mı?
-lan bi git, ne kalkması ne oldu?
-olm istanbula gidicez bi buçuk saate vapur var uyan hadi.
haydaa.
geçirdiğim şuursuz bir haftanın ardından unutmuşum bunu. geceden bir şey de söylememiş. neyse diyorum, söz verdik diyerek kalkıyorum. çocuk sonuçta 20 yıllık arkadaşım, yalnız bırakmak olmaz.
sabahları uyandıktan iki dakika sonra hemen kahvaltı yapanlara her zaman hayran olmuşumdur. bir insan kendine gelmeden nasıl yemek yiyebilir? hep düşünmüşümdür bunu zaten.
yarım saat öncesinden oturuyoruz.
kahvaltımı yapmadığımdan poğaçamı alıp geçiyorum oturduğum yere.
ne çok insan var diye düşünüyorum.
ve hepsinin bir telaşesi. tıpkı bizim gibi.
****
istanbul bugün sıcak. hava tahmini yapanlar yine yanıldılar. yanıyoruz sıcaktan. güneş tepemizde, giydiğim gömleri çıkartasım var.
yanımda çocukluk arkadaşım, istiklal caddesi'nde dolanmaktayız iki sap olarak.
tabi bursa'dan gelen biri için karmakarışık, sıkışık, çarpık bir şehir gibi geliyor.
etrafa ağzımız açık bir şekilde bakıyoruz, orası ayrı.
her güzelliğini yudumlayarak içmeye çalışıyoruz.
ama rahatsız verici bir yanı var, onu çözmeye çalışıyoruz.
****
-olm işte ordaki hatun da geldi off çok güzeldi.
(ne diyor bu yanımdaki kekolar)
-bak nasıl da kıvırıyor. heh o mavi şortlu. offfffff.
(lan nolyo lan gözleriyle becerdi resmen)
sıkıldım bu saçmalıklardan o an.
hepsi çok çiğdi sanki.
beyoğlunda gezen turistleri sadece gözleriyle değil, laf atmalarıyla da rahatsız ediyorlardı.
ulan dedim, alışkınız ama bu apaçilere, bu kadar çok boku çıkmamıştı hiç yanımda.
boşver dedim, yaktım bi sigara, yürümeye devam ettim.
****
gözlük.
mühim tabi güneş gözlüğü.
o olmasa bir hiçtik.
****
binlerce insan var o an beyoğlunda bizim gibi.
hepsi bir marjinallik peşinde.
arkadaşımla etrafı sorgulayan gözlerle izliyoruz.
aklımıza mavi'nin "burası istanbul" sloganı geliyor.
adamlar hakikaten haklı diye düşünüyoruz.
****
gözlük.
mühim tabiki.
güneş gözlüğü.
koskoca istiklal caddesinde güneş gözlüğü takmayan neredeyse arkadaşımla bendik.
insanlar etrafa kapkara gözleriyle bakıyordu.
acaba insanlar sırf "tarz" için mi giyiyor güneş gözlüklerini?
ffazla mı korkuyoruz gözlerimizdeki buğulu havadan?
bir insan oturduğu kafede bile, kapalı alanda bile gözlüklerini niye takar?
****
evet, iyi ki varsın ray ban.
gözlerimizdeki yalnızlıkları sakladığın için.
"tarz" olmamızı sağladığın için.
-kalk olm ya hala kalkmadın mı?
-lan bi git, ne kalkması ne oldu?
-olm istanbula gidicez bi buçuk saate vapur var uyan hadi.
haydaa.
geçirdiğim şuursuz bir haftanın ardından unutmuşum bunu. geceden bir şey de söylememiş. neyse diyorum, söz verdik diyerek kalkıyorum. çocuk sonuçta 20 yıllık arkadaşım, yalnız bırakmak olmaz.
sabahları uyandıktan iki dakika sonra hemen kahvaltı yapanlara her zaman hayran olmuşumdur. bir insan kendine gelmeden nasıl yemek yiyebilir? hep düşünmüşümdür bunu zaten.
yarım saat öncesinden oturuyoruz.
kahvaltımı yapmadığımdan poğaçamı alıp geçiyorum oturduğum yere.
ne çok insan var diye düşünüyorum.
ve hepsinin bir telaşesi. tıpkı bizim gibi.
****
istanbul bugün sıcak. hava tahmini yapanlar yine yanıldılar. yanıyoruz sıcaktan. güneş tepemizde, giydiğim gömleri çıkartasım var.
yanımda çocukluk arkadaşım, istiklal caddesi'nde dolanmaktayız iki sap olarak.
tabi bursa'dan gelen biri için karmakarışık, sıkışık, çarpık bir şehir gibi geliyor.
etrafa ağzımız açık bir şekilde bakıyoruz, orası ayrı.
her güzelliğini yudumlayarak içmeye çalışıyoruz.
ama rahatsız verici bir yanı var, onu çözmeye çalışıyoruz.
****
-olm işte ordaki hatun da geldi off çok güzeldi.
(ne diyor bu yanımdaki kekolar)
-bak nasıl da kıvırıyor. heh o mavi şortlu. offfffff.
(lan nolyo lan gözleriyle becerdi resmen)
sıkıldım bu saçmalıklardan o an.
hepsi çok çiğdi sanki.
beyoğlunda gezen turistleri sadece gözleriyle değil, laf atmalarıyla da rahatsız ediyorlardı.
ulan dedim, alışkınız ama bu apaçilere, bu kadar çok boku çıkmamıştı hiç yanımda.
boşver dedim, yaktım bi sigara, yürümeye devam ettim.
****
gözlük.
mühim tabi güneş gözlüğü.
o olmasa bir hiçtik.
****
binlerce insan var o an beyoğlunda bizim gibi.
hepsi bir marjinallik peşinde.
arkadaşımla etrafı sorgulayan gözlerle izliyoruz.
aklımıza mavi'nin "burası istanbul" sloganı geliyor.
adamlar hakikaten haklı diye düşünüyoruz.
****
gözlük.
mühim tabiki.
güneş gözlüğü.
koskoca istiklal caddesinde güneş gözlüğü takmayan neredeyse arkadaşımla bendik.
insanlar etrafa kapkara gözleriyle bakıyordu.
acaba insanlar sırf "tarz" için mi giyiyor güneş gözlüklerini?
ffazla mı korkuyoruz gözlerimizdeki buğulu havadan?
bir insan oturduğu kafede bile, kapalı alanda bile gözlüklerini niye takar?
****
evet, iyi ki varsın ray ban.
gözlerimizdeki yalnızlıkları sakladığın için.
"tarz" olmamızı sağladığın için.
2 Eylül 2010 Perşembe
portakal çiçeği kokulu heyecanlarım
hastalıklıyız bazen.
bazen korkuyoruz, bazen coşuyoruz, bazen ağlıyoruz.
ve bazen seviyoruz.
hep onunla.
hep o'na.
kaybetmek istemediğimiz tek varlığımız oluyor o.
sanki elimizde tuttuğumuz bir kelebek. fazla sıksak ölecek, elimizi açsak uçup gidecek.
****
-ah bir bilsen ne çok özlüyorum onu! dedi.
içim cız etti.
incecik bir kan sızmaya başladı ruhumdan, parmak uçlarımdan tuttuğum sigaraya.
bana, kendisine hastalıklı bir şekilde aşık olan bana anlatıyordu bunu.
ödediğim kefaretti bu.
benim seçimimdi.
onu suçlayamazdım. kabullenmiştim ben o bir başkasını. duygularımı bastırmaya çalışıyordum.
fakat aşk...
aşk asla bastırılmaya gelmez. kabuğunu parçalar gerektiğinde.
gerektiğinde incitir, kanatır. fakat yine de özgürleşir.
-çok özledim onu. acaba nasıldır şimdi? şarjını da götürmeyi unutmuş salak. dedi. anlattı gülümseyerek.
-banane onun nasıl olduğundan! hala göremiyor musun halimi! diye bağırdım. sesim çıkmadı. farketmedim dudaklarımdan dökülen kelimeleri, ve onların anlamsızlığını:
-iyidir yahu merak etme.
ne dediğimin farkında dahi değildim.
ben aslında hiç olmadım. ve hep "değil"dim.
****
bir kelebek gördüm ben bundan birkaç ay önce.
aşık oldum.
güzeldi.
hayır, hayır.
çok güzeldi!
avucumda taşıdım onu aylar boyu.
fısıldadım ona.
bana inanmadılar.
aşkıma inanmadılar.
fısıldadım.
umursamadım.
kim umursardı ki zaten?
onu kalbime en yakın yerde taşıdım.
sevdim ben onu.
değer verdim.
her şeyim yaptım.
fısıldadım ona.
"seni seviyorum!" dedim.
kanat çırptı.
kaçmaya çalıştı.
bırakmadım.
****
-bir kaç seneye ne olacağı hiçbir şey olmaz. bakarsın farklı bir sıfatla karşılaşırız. dedi hınzır bir gülümsemeyle.
-neden gidiyorsun ki? gitmesen olmaz mıydı? dedim. sesim çıkmadı yine. mekanikleşen hareketlerimdeki farklılığı sezmemişti hala. aklı başında değil gibiydi. anlamadı.
gülümsedi bana.
farkında olmadan en albenili gülümsesini bahşetti.
çok güzeldi, çok kendine güveni vardı. çok kusursuzdu.
çoktu.
tadını çıkardım.
-iyi ki yanımdasın dost! dedi.
diyemedim.
gülümseyemedim bile.
sigaramı içtim sessizce.
ve kalkıp gittim ordan.
bir daha geri dönmeyecekmişcesine.
****
kelebeğe zarar verdiğimi gördüm.
ağladım.
gözyalarımla besledim onu bir süre.
umrunda olmadı.
sonra o da bana fısıldadı.
bana inanmadığını fısıldadı.
tekrar ağladım.
çıkıp gitmek istediğini söyledi.
peki dedim.
ve onu ait olduğu yere, doğaya bıraktım.
****
hastalıklıyız bazen.
bazen korkuyoruz, bazen coşuyoruz, bazen ağlıyoruz.
ve bazen seviyoruz.
hep onunla.
hep o'na.
o olmasa da seviyoruz.
o olmasa da aşkımızı yaşatıyoruz.
fakat düşündüğümüz şey hiç değişmiyor:
"iyi ki onu tanımışım!"
bazen korkuyoruz, bazen coşuyoruz, bazen ağlıyoruz.
ve bazen seviyoruz.
hep onunla.
hep o'na.
kaybetmek istemediğimiz tek varlığımız oluyor o.
sanki elimizde tuttuğumuz bir kelebek. fazla sıksak ölecek, elimizi açsak uçup gidecek.
****
-ah bir bilsen ne çok özlüyorum onu! dedi.
içim cız etti.
incecik bir kan sızmaya başladı ruhumdan, parmak uçlarımdan tuttuğum sigaraya.
bana, kendisine hastalıklı bir şekilde aşık olan bana anlatıyordu bunu.
ödediğim kefaretti bu.
benim seçimimdi.
onu suçlayamazdım. kabullenmiştim ben o bir başkasını. duygularımı bastırmaya çalışıyordum.
fakat aşk...
aşk asla bastırılmaya gelmez. kabuğunu parçalar gerektiğinde.
gerektiğinde incitir, kanatır. fakat yine de özgürleşir.
-çok özledim onu. acaba nasıldır şimdi? şarjını da götürmeyi unutmuş salak. dedi. anlattı gülümseyerek.
-banane onun nasıl olduğundan! hala göremiyor musun halimi! diye bağırdım. sesim çıkmadı. farketmedim dudaklarımdan dökülen kelimeleri, ve onların anlamsızlığını:
-iyidir yahu merak etme.
ne dediğimin farkında dahi değildim.
ben aslında hiç olmadım. ve hep "değil"dim.
****
bir kelebek gördüm ben bundan birkaç ay önce.
aşık oldum.
güzeldi.
hayır, hayır.
çok güzeldi!
avucumda taşıdım onu aylar boyu.
fısıldadım ona.
bana inanmadılar.
aşkıma inanmadılar.
fısıldadım.
umursamadım.
kim umursardı ki zaten?
onu kalbime en yakın yerde taşıdım.
sevdim ben onu.
değer verdim.
her şeyim yaptım.
fısıldadım ona.
"seni seviyorum!" dedim.
kanat çırptı.
kaçmaya çalıştı.
bırakmadım.
****
-bir kaç seneye ne olacağı hiçbir şey olmaz. bakarsın farklı bir sıfatla karşılaşırız. dedi hınzır bir gülümsemeyle.
-neden gidiyorsun ki? gitmesen olmaz mıydı? dedim. sesim çıkmadı yine. mekanikleşen hareketlerimdeki farklılığı sezmemişti hala. aklı başında değil gibiydi. anlamadı.
gülümsedi bana.
farkında olmadan en albenili gülümsesini bahşetti.
çok güzeldi, çok kendine güveni vardı. çok kusursuzdu.
çoktu.
tadını çıkardım.
-iyi ki yanımdasın dost! dedi.
diyemedim.
gülümseyemedim bile.
sigaramı içtim sessizce.
ve kalkıp gittim ordan.
bir daha geri dönmeyecekmişcesine.
****
kelebeğe zarar verdiğimi gördüm.
ağladım.
gözyalarımla besledim onu bir süre.
umrunda olmadı.
sonra o da bana fısıldadı.
bana inanmadığını fısıldadı.
tekrar ağladım.
çıkıp gitmek istediğini söyledi.
peki dedim.
ve onu ait olduğu yere, doğaya bıraktım.
****
hastalıklıyız bazen.
bazen korkuyoruz, bazen coşuyoruz, bazen ağlıyoruz.
ve bazen seviyoruz.
hep onunla.
hep o'na.
o olmasa da seviyoruz.
o olmasa da aşkımızı yaşatıyoruz.
fakat düşündüğümüz şey hiç değişmiyor:
"iyi ki onu tanımışım!"
1 Eylül 2010 Çarşamba
hayallerinin katili olmak
kan dökülmez.
hayır hayır, hayallerinizi çıplak elle boğsanız da, paramparça etseniz de kan dökülmez yere.
ama hissedersiniz ellerinizdeki kanı.
göstermez size kızıl yüzünü ölüm o an.
ama hissedersiniz.
****
huzurdu o an yaşam.
ellerimizin altındaydı o an hayat.
bacağıma uzanmıştı o.
bir ağacın dibinde, tembellik ediyorduk onunla.
elimizde sigara.
sanki 10 yaş gençleşmiş gibiydik o an.
fakat o an 40 yaşındaki insanlar kadar olgunduk ve hayatı ciddiye alıyorduk.
-hadi kalk gidelim. dedi.
fevriydi o. estiği an her şeyi yapabilirdi.
-nereye? dedim gülümseyerek.
-hadi kalk, kimsenin bizi bulamayacağı, sadece senin ve benim olabileceğim bir yere kaçalım. deniz olsun. denizin tuzlu kokusunu duyumsayalım gecenin karanlığında. sen şarkı söyle, ben de nefesini okşayayım. dedi.
ah ben ne çok hayranım bu kadına!
ne çok seviyorum ve ne çok tutuşuyorum uğruna!
sessizleştim.
hüzünlendim bir an.
hüzünlendiğimi anladı. elimi tuttu.
minik bir kedi gibi sokuldu, göğsüme kafasını koydu.
imkansızlıkları istediğini biliyordu.
biliyordu.
****
ağladım.
ağladıkça sigara yaktım.
sigara içtikse onu tekrar andım.
beyaz kefenler içerisinde yolculadım hayallerimi.
insan hem katil, hem de maktül olabiliyormuş böylece.
ellerime baktım.
yaşlandılar şu son birkaç günde.
aynaya baktım.
sakallarımda beyazlar seçtim.
metanet bu olsa gerek.
ağlamaktaki metanet!
****
-hayal kurmak bedava allahtan. dedim.
kafası karıştı.
-nasıl yani? dedi.
-hayallerimize karışmıyor kimse hiç yoktan. en azından seni sürekli yanımda düşleyebiliyorum. dedim.
gülümsedi.
ona ne kadar çok tutkun olduğumu ilk o an anladı.
-şöyle bir masa kursak seninle. iki kadeh rakı, fonda müzeyyen senar, mehtabı seyretsek. dedim.
iç çekti.
-sen şöyle beyaz bir elbise giysen. gecenin şerefine. saçlarını salsan, gecenin rengini yansıtsa, kamaştırsa gözlerimi. o güzel gözlerini izlesem saatlerce, hayat amacım buymuş gibi..
yine iç çekti.
olmayacak şeyleri istemekte onun kadar iyiydim.
sustum.
sustuk.
****
karşıma çıktı bu gece öldürdüğüm hayaller.
hortladılar gömdüğüm kalbimin derinliklerinden.
şaşırmadım.
özellikle bu gece gelmesine şaşırmadım onların.
bu gece, her geceden daha yalnız oldu.
ne güzel söylüyor mazhar alanson şu an;
"benim hala umudum var
isyan etsem de istediğim kadar."
bu gece, her geceden daha yalnız oldu.
çünkü eylül geldi...
hayır hayır, hayallerinizi çıplak elle boğsanız da, paramparça etseniz de kan dökülmez yere.
ama hissedersiniz ellerinizdeki kanı.
göstermez size kızıl yüzünü ölüm o an.
ama hissedersiniz.
****
huzurdu o an yaşam.
ellerimizin altındaydı o an hayat.
bacağıma uzanmıştı o.
bir ağacın dibinde, tembellik ediyorduk onunla.
elimizde sigara.
sanki 10 yaş gençleşmiş gibiydik o an.
fakat o an 40 yaşındaki insanlar kadar olgunduk ve hayatı ciddiye alıyorduk.
-hadi kalk gidelim. dedi.
fevriydi o. estiği an her şeyi yapabilirdi.
-nereye? dedim gülümseyerek.
-hadi kalk, kimsenin bizi bulamayacağı, sadece senin ve benim olabileceğim bir yere kaçalım. deniz olsun. denizin tuzlu kokusunu duyumsayalım gecenin karanlığında. sen şarkı söyle, ben de nefesini okşayayım. dedi.
ah ben ne çok hayranım bu kadına!
ne çok seviyorum ve ne çok tutuşuyorum uğruna!
sessizleştim.
hüzünlendim bir an.
hüzünlendiğimi anladı. elimi tuttu.
minik bir kedi gibi sokuldu, göğsüme kafasını koydu.
imkansızlıkları istediğini biliyordu.
biliyordu.
****
ağladım.
ağladıkça sigara yaktım.
sigara içtikse onu tekrar andım.
beyaz kefenler içerisinde yolculadım hayallerimi.
insan hem katil, hem de maktül olabiliyormuş böylece.
ellerime baktım.
yaşlandılar şu son birkaç günde.
aynaya baktım.
sakallarımda beyazlar seçtim.
metanet bu olsa gerek.
ağlamaktaki metanet!
****
-hayal kurmak bedava allahtan. dedim.
kafası karıştı.
-nasıl yani? dedi.
-hayallerimize karışmıyor kimse hiç yoktan. en azından seni sürekli yanımda düşleyebiliyorum. dedim.
gülümsedi.
ona ne kadar çok tutkun olduğumu ilk o an anladı.
-şöyle bir masa kursak seninle. iki kadeh rakı, fonda müzeyyen senar, mehtabı seyretsek. dedim.
iç çekti.
-sen şöyle beyaz bir elbise giysen. gecenin şerefine. saçlarını salsan, gecenin rengini yansıtsa, kamaştırsa gözlerimi. o güzel gözlerini izlesem saatlerce, hayat amacım buymuş gibi..
yine iç çekti.
olmayacak şeyleri istemekte onun kadar iyiydim.
sustum.
sustuk.
****
karşıma çıktı bu gece öldürdüğüm hayaller.
hortladılar gömdüğüm kalbimin derinliklerinden.
şaşırmadım.
özellikle bu gece gelmesine şaşırmadım onların.
bu gece, her geceden daha yalnız oldu.
ne güzel söylüyor mazhar alanson şu an;
"benim hala umudum var
isyan etsem de istediğim kadar."
bu gece, her geceden daha yalnız oldu.
çünkü eylül geldi...
31 Ağustos 2010 Salı
şafakta verilmiş sözün vardı
sonbaharı hep sevmişimdir.
sonbahar bir şekilde insana huzur verir. özellikle ekim ayı mevsimlerin iç içe geçtiği aylardandır. güneşi de, yağmuru da, sararan yaprakları da bir arada yaşarsınız.
o yüzden ekim ayını ben insana benzetirim.
ruh haline göre seviçli. bazen gözyaşlarını yeryüzüne akıtan, bazense içinin sıkıntısını rüzgarlarla dağıtan.
fakat eylül...
eylül ayı ayrılık ayıdır.
ve bu, doğa tarafından konuşmuş bir kanundur!
****
-ben aslında senin düğününe gelmek isterim. dedi.
bakakaldım.
o an tüm kelimeleri çalıp gitti o insan.
konuşamadım.
tek bir hece çıkmadı ağzımdan.
gözlerini kırptı, baktı kocaman.
o zaman azad etti kelimelerimi. özgürlüğümü tekrar verdi.
-saçmalama yahu. o vakte kadar kim öle kim kala! diyerek işin içinden sıyrılmaya çalıştım.
beceremedim!
o, pencereden dışarı bakarak kafasını dağıtmaya çalıştı sanki. o da o an benim düşündüğümü düşünüyordu, biliyordum. hissederdim. kendimmiş gibi hissederdim.
gardımı alamamıştım henüz.
darbeyi yedim. hiç beklemediğim yerden.
zırhım dağıldı, yere düştü miğferim.
o gördü bunu, aldırış etmedi.
önemsemedi beni.
umrunda değilmişim gibi sanki.
öylece dışarıyı seyretti.
****
o gittiğinden beri-ya da hiç olmayışını anladığım vakitten beri demeliyim- her şeyi yazdığım deftere bakamamıştım.
baktım bugün.
yüzüme acı bir gülümseme yerleşti.
ele verdim kendimi.
ele verdim hüznümü ve özlemimi.
yazılarıma baktım. o kokuyordu. sinmişti o yazılarıma.
dokusundaydı hayatımın. en ufak hücreme bile yerleşmişti.
geçmiş zamanı kullanmak, insanın kendini kandırmasıymış ayrıca.
dokusunda hayatımın. en ufak hücremde bile varlığını sürdürüyor!
****
feryat ettim.
bağırdım acı acı.
önce yükseldi. gözyaşlarımı taşıyarak sana doğru yola çıktı.
gücüm yetmedi. yarı yolda düştü, kırıldı.
gözyaşlarım da, çığlığım da yok oldu...
-ayrılırken çirkinleşme diğerleri gibi. dedi.
içerledim.
beni hala onlarla karşılaştırıyordu. ve hala onlara benzediğimi düşünüyordu.
-ne farkeder? bana hiç inanmayarak sen çirkinleşmişsin zaten. dedim
üzüldü. anladım. bakışlarından anladım.
gidip sarılasım geldi, tuttum kendimi.
-hoşçakal. dedi.
gitti.
gitti o.
o gitti.
o aslında git-ti.
git.
****
şafakta verilmiş sözün vardı.
bekledim.
gelmedin.
ben de sana şiir okudum.
Sen kollarıma asla gelmemiş sevgili,
sen yitirilmiş olan daha başından,
senin hangi şarkılar gider hoşuna
hiç öğrenemedim. Vaz geçtim ben seni
gelecek anın kabaran dalgaları içinde
tanımaya çabalamaktan. içimdeki
tüm uçsuz bucaksız imgeler, çok uzaktaki
derinliğine hissedilen peyzaj,
şehirler, kuleler, köprüler ve patikaların tahmin-
edimedik dönemeçleri
ve şu bir vakitler nabzı tanrıların hayatıyla atan
kudretli topraklar
tümü, beni her zaman atlatan seni
anlamlandırmak için içimden yükselirler.
Sen, sevgili, daima hasretle seyrettiğim
bahçelersin sen. Bir kır evinde
açık bir pencere , ve sen daha yeni
atmışsın adımını dışarı, dalgın düşünceli
karşılamak için beni. Rast gele geçtiğim sokaklar,
sen onlarda az önce yürümüş ve gözden kaybolmuşsun.
Ve bazen, bir dükkanda, aynalar hala sersemlemiş
olurlardı senin orada bulunmuş olmandan, irkilmiş
geri verirlerdi benim çok ani hayalimi.Kim bilir? belki de
aynı kuş yankılanıyordu içimizden ikimizin de
ayrı ayrı, dün akşam.
sonbahar bir şekilde insana huzur verir. özellikle ekim ayı mevsimlerin iç içe geçtiği aylardandır. güneşi de, yağmuru da, sararan yaprakları da bir arada yaşarsınız.
o yüzden ekim ayını ben insana benzetirim.
ruh haline göre seviçli. bazen gözyaşlarını yeryüzüne akıtan, bazense içinin sıkıntısını rüzgarlarla dağıtan.
fakat eylül...
eylül ayı ayrılık ayıdır.
ve bu, doğa tarafından konuşmuş bir kanundur!
****
-ben aslında senin düğününe gelmek isterim. dedi.
bakakaldım.
o an tüm kelimeleri çalıp gitti o insan.
konuşamadım.
tek bir hece çıkmadı ağzımdan.
gözlerini kırptı, baktı kocaman.
o zaman azad etti kelimelerimi. özgürlüğümü tekrar verdi.
-saçmalama yahu. o vakte kadar kim öle kim kala! diyerek işin içinden sıyrılmaya çalıştım.
beceremedim!
o, pencereden dışarı bakarak kafasını dağıtmaya çalıştı sanki. o da o an benim düşündüğümü düşünüyordu, biliyordum. hissederdim. kendimmiş gibi hissederdim.
gardımı alamamıştım henüz.
darbeyi yedim. hiç beklemediğim yerden.
zırhım dağıldı, yere düştü miğferim.
o gördü bunu, aldırış etmedi.
önemsemedi beni.
umrunda değilmişim gibi sanki.
öylece dışarıyı seyretti.
****
o gittiğinden beri-ya da hiç olmayışını anladığım vakitten beri demeliyim- her şeyi yazdığım deftere bakamamıştım.
baktım bugün.
yüzüme acı bir gülümseme yerleşti.
ele verdim kendimi.
ele verdim hüznümü ve özlemimi.
yazılarıma baktım. o kokuyordu. sinmişti o yazılarıma.
dokusundaydı hayatımın. en ufak hücreme bile yerleşmişti.
geçmiş zamanı kullanmak, insanın kendini kandırmasıymış ayrıca.
dokusunda hayatımın. en ufak hücremde bile varlığını sürdürüyor!
****
feryat ettim.
bağırdım acı acı.
önce yükseldi. gözyaşlarımı taşıyarak sana doğru yola çıktı.
gücüm yetmedi. yarı yolda düştü, kırıldı.
gözyaşlarım da, çığlığım da yok oldu...
-ayrılırken çirkinleşme diğerleri gibi. dedi.
içerledim.
beni hala onlarla karşılaştırıyordu. ve hala onlara benzediğimi düşünüyordu.
-ne farkeder? bana hiç inanmayarak sen çirkinleşmişsin zaten. dedim
üzüldü. anladım. bakışlarından anladım.
gidip sarılasım geldi, tuttum kendimi.
-hoşçakal. dedi.
gitti.
gitti o.
o gitti.
o aslında git-ti.
git.
****
şafakta verilmiş sözün vardı.
bekledim.
gelmedin.
ben de sana şiir okudum.
Sen kollarıma asla gelmemiş sevgili,
sen yitirilmiş olan daha başından,
senin hangi şarkılar gider hoşuna
hiç öğrenemedim. Vaz geçtim ben seni
gelecek anın kabaran dalgaları içinde
tanımaya çabalamaktan. içimdeki
tüm uçsuz bucaksız imgeler, çok uzaktaki
derinliğine hissedilen peyzaj,
şehirler, kuleler, köprüler ve patikaların tahmin-
edimedik dönemeçleri
ve şu bir vakitler nabzı tanrıların hayatıyla atan
kudretli topraklar
tümü, beni her zaman atlatan seni
anlamlandırmak için içimden yükselirler.
Sen, sevgili, daima hasretle seyrettiğim
bahçelersin sen. Bir kır evinde
açık bir pencere , ve sen daha yeni
atmışsın adımını dışarı, dalgın düşünceli
karşılamak için beni. Rast gele geçtiğim sokaklar,
sen onlarda az önce yürümüş ve gözden kaybolmuşsun.
Ve bazen, bir dükkanda, aynalar hala sersemlemiş
olurlardı senin orada bulunmuş olmandan, irkilmiş
geri verirlerdi benim çok ani hayalimi.Kim bilir? belki de
aynı kuş yankılanıyordu içimizden ikimizin de
ayrı ayrı, dün akşam.
30 Ağustos 2010 Pazartesi
mış gibi oyunu
görünmez engeller var sanki aramızda.
engeller, birbirimize ulaşmamızı engelliyor.
fiziksel olarak gözükmüyor bu engeller.
ruhumuza koyuyoruz o engelleri çünkü.
anlıyor`muş gibi` yapıyoruz. hadi bu belki çok mühim değil.
seviyor`muş gibi` yapmamıza ne demeli?
****
-senin değilim, evet. ama anlat bana. eğer ki dostunsam hala. dedi.
başımı ellerimin arasına aldım.
biliyorum; ağladım ağlayacağım. fazla gelindi üstüme bu sefer.
-nasıl kabullenebilirim bunu kısa sürede? aşık olduğum kadın bir başkasıyla birlikte. ben o kadına içsel tartışmalarımı nasıl anlatayım? dedim.
-anlat! dedi.
anlattım.
kendi kendime konuşuyormuş gibiydim aslında. verecek cevabı yoktu bir çok şeye.
-tüm bunlar olurken ben aklına gelmedim mi?
-geldin.
-ne düşündün peki?
-duygularının bir sanrı olduğunu, eski sevgilini hala sevdiğini.
o an dünyam başıma yıkıldı.
konuşamadım.
****
yüzümüzde hep bir maske.
gülüyormuş gibi yapıyoruz. üzülmüyor`muş gibi` yapıyoruz.
dahası unutuyor`muş gibi` yapıyoruz.
kendimizden kaçıyoruz.
ama nereye?
cevabını kimse bilmiyor.
ölene dek bir kaçıştır gidiyor.
kimin umrunda peki?
kimsenin.
oysa yalansız, oyunsuz olunca hisler, daha samimi olmaz mı?
yoksa, gerçekler hep mi acıtır?
****
ağladım.
o gece ilk defa onun uğruna gözyaşı döktüm.
günlerce onun aşkında yan. resimlerine saatlerce bakıp gülümse. gün boyu onu düşün. tüm arkadaşlarına büyük bir şevkle, sanki yeniden doğmuş gibi onu anlat. o ise kalkıp sana hiç inanmadığını söylesin.
zor.
meğersem hatun, bana inanıyor`muş gibi` yapmış.
bana inanmamış!
****
`mış gibi` oyunu insanı acıtır.
zaten yalanlarla dolu dünyada, siz de eriyip gidersiniz `mış gibi` oyununda.
tehlikelidir.
farkedilmez kolay kolay `mış gibi` oyunu, ama farkedildi mi canınız yanar. karşınızdakinin canı yanar.
****
vakit tamam seni terkediyorum
bütün alışkanlıklardan öteye..
her yalan insanı biraz daha yok eder.
lakin..
siz siz olun seviyor`muş gibi` yapmayın!
engeller, birbirimize ulaşmamızı engelliyor.
fiziksel olarak gözükmüyor bu engeller.
ruhumuza koyuyoruz o engelleri çünkü.
anlıyor`muş gibi` yapıyoruz. hadi bu belki çok mühim değil.
seviyor`muş gibi` yapmamıza ne demeli?
****
-senin değilim, evet. ama anlat bana. eğer ki dostunsam hala. dedi.
başımı ellerimin arasına aldım.
biliyorum; ağladım ağlayacağım. fazla gelindi üstüme bu sefer.
-nasıl kabullenebilirim bunu kısa sürede? aşık olduğum kadın bir başkasıyla birlikte. ben o kadına içsel tartışmalarımı nasıl anlatayım? dedim.
-anlat! dedi.
anlattım.
kendi kendime konuşuyormuş gibiydim aslında. verecek cevabı yoktu bir çok şeye.
-tüm bunlar olurken ben aklına gelmedim mi?
-geldin.
-ne düşündün peki?
-duygularının bir sanrı olduğunu, eski sevgilini hala sevdiğini.
o an dünyam başıma yıkıldı.
konuşamadım.
****
yüzümüzde hep bir maske.
gülüyormuş gibi yapıyoruz. üzülmüyor`muş gibi` yapıyoruz.
dahası unutuyor`muş gibi` yapıyoruz.
kendimizden kaçıyoruz.
ama nereye?
cevabını kimse bilmiyor.
ölene dek bir kaçıştır gidiyor.
kimin umrunda peki?
kimsenin.
oysa yalansız, oyunsuz olunca hisler, daha samimi olmaz mı?
yoksa, gerçekler hep mi acıtır?
****
ağladım.
o gece ilk defa onun uğruna gözyaşı döktüm.
günlerce onun aşkında yan. resimlerine saatlerce bakıp gülümse. gün boyu onu düşün. tüm arkadaşlarına büyük bir şevkle, sanki yeniden doğmuş gibi onu anlat. o ise kalkıp sana hiç inanmadığını söylesin.
zor.
meğersem hatun, bana inanıyor`muş gibi` yapmış.
bana inanmamış!
****
`mış gibi` oyunu insanı acıtır.
zaten yalanlarla dolu dünyada, siz de eriyip gidersiniz `mış gibi` oyununda.
tehlikelidir.
farkedilmez kolay kolay `mış gibi` oyunu, ama farkedildi mi canınız yanar. karşınızdakinin canı yanar.
****
vakit tamam seni terkediyorum
bütün alışkanlıklardan öteye..
her yalan insanı biraz daha yok eder.
lakin..
siz siz olun seviyor`muş gibi` yapmayın!
29 Ağustos 2010 Pazar
kuşkusuz aşk
sonbaharın ilk günlerini hep sevdiğimi sanmıştım.
bundan bir yıl öncesine dek severdim de.
şimdi sonbahar, bana asla gerçekleşmeyecek hayallerimin kalıntısı gibi geliyor gözüme.
çirkin, yaşlanmış ve yorulmuş bir bedene hapsetmek o yaprakların ritmini..
sonbaharı severdim ben.
hem benim sonbahar renkli kabanım da vardı. yakışırdı ağaçlara.
o kabanla kendimi mavi tuna gibi hissederdim.
oysa maviliğini kaybetmiş, buharlaşmış bir göl kadar "yok" idim.
****
yokluğuyla yaşamaya çalışıyordum.
hani o hiç olmayışınızın verdiği bi ağırlık vardır.
onu taşımaya çalışıyordum.
-ben çok mu kötüyüm? dedi.
-nasıl yani?
durup dururken, tamamiyle farklı bir konu üzerinde konuşuyorken bir dakika önce, böyle sorular sorup şaşırtırdı insanı.
-birilerinin arkadaşı olamayacak kadar kötü müyüm? dedi.
haydaa.
bu nerden çıktı?
+hayır değilsin. seni pohpohlamayacağım. kısa ve net olarak söylüyorum. hayır. dedim.
düşüncelerimin önemli olduğunu bilirdim. sanki rahatlamıştı bu sözlerimden sonra.
-etrafımdaki herkesi kaybettim. seni dahi.. dedi.
başımı kaldıramadım.
utancımdan, sinirimden değil.
gözyaşlarımı görmesini istemediğimden.
-evet, sanırım kaybettin beni. dedim.
sözlerim kanatlanamadı. ona uçmaya çalışırken kırıldı, parçalandı zeminde.
duymasını istemedim gerçekleri..
****
sonbaharda arap şükrü çok güzeldir.
curcuna olmaz her zamanki gibi. asıl insanları kalmıştır oranın. asıl müşterileri.
gittim. oturdum bir masaya. açtırdım bir küçük.
bir bahar akşamı çaldı seni düşünürken.
gülümsedim.
kaderime gülümsedim sanki o an.
yokluğuna da bir kadeh doldurdum.
senin şerefine kadeh kaldırdık.
sensizliğe.
ve senin bir daha hiç olmayacağın gerçeğine.
****
-unutlmak benim kaderimde var. biliyorum, sen de unutacaksın. dedim.
kızdı.
eskiden olsa üzülürdüm. çok üzülürdüm kızdırdım diye onu.
şimdi ise pek umursamıyorum.
evet.
umursamıyorum.
-evet, seni unuttuğum için konuşuyoruz şu anda değil mi? dedi.
saçmaladığının farkında değildi.
-hep sevdim ben. şu beş yıl boyunca dostum dediğim insanların sayısını hatırlamıyorum bile. kim kaldı geriye yalnızlıktan başka? dedim.
halimden anlamadı yine. anlayacak gibi değildi.
-boşver. dedim.
yine sarıldım yalnızlığa, eski dosta.
bir de, peşimi hiç bırakmayacak olan, ve esasında kendisine aşık olduğum "aşk"a.
****
kuşkusuz aşk, aşk kuşkusuz!
odur saran yüreği coşku
her bakışta yaratılan o yaman duygu.
ruhun sıyrılıp karanlıktan
sevgilinin göklerine yükselişi.
yasemin dallarından kayarak yüreğin en genç saatlerinde titreyişi.
ve ölümden zerre kadar sakınmayışı!
aşk, kuşkusuz akştır o!
soluklanarak düş gücünün doruklarında
içilen yaşam suyu
ölümsüzlüğün zehirli fısıltılarında
ve sevgilinin öptüğü aslında
kuşkusuz aşk, aşktır kuşkusuz.
ancak yüreği öpülürse,
öpülürse yüreği duyulur sesi
ruhun gizli sularında
sessizce uyuyan derinlerde
aşk, kuşkusuz aşktır o!
çıplak bir iltifatın en latif
kıvrımlarında
harikulade,saf ve zarif
bana soucak olursanız tuhaf ve naif
en olmazın oluru, kıyametin neşesi
aşk, aşktır o, tanırsınız eninde sonunda.
bundan bir yıl öncesine dek severdim de.
şimdi sonbahar, bana asla gerçekleşmeyecek hayallerimin kalıntısı gibi geliyor gözüme.
çirkin, yaşlanmış ve yorulmuş bir bedene hapsetmek o yaprakların ritmini..
sonbaharı severdim ben.
hem benim sonbahar renkli kabanım da vardı. yakışırdı ağaçlara.
o kabanla kendimi mavi tuna gibi hissederdim.
oysa maviliğini kaybetmiş, buharlaşmış bir göl kadar "yok" idim.
****
yokluğuyla yaşamaya çalışıyordum.
hani o hiç olmayışınızın verdiği bi ağırlık vardır.
onu taşımaya çalışıyordum.
-ben çok mu kötüyüm? dedi.
-nasıl yani?
durup dururken, tamamiyle farklı bir konu üzerinde konuşuyorken bir dakika önce, böyle sorular sorup şaşırtırdı insanı.
-birilerinin arkadaşı olamayacak kadar kötü müyüm? dedi.
haydaa.
bu nerden çıktı?
+hayır değilsin. seni pohpohlamayacağım. kısa ve net olarak söylüyorum. hayır. dedim.
düşüncelerimin önemli olduğunu bilirdim. sanki rahatlamıştı bu sözlerimden sonra.
-etrafımdaki herkesi kaybettim. seni dahi.. dedi.
başımı kaldıramadım.
utancımdan, sinirimden değil.
gözyaşlarımı görmesini istemediğimden.
-evet, sanırım kaybettin beni. dedim.
sözlerim kanatlanamadı. ona uçmaya çalışırken kırıldı, parçalandı zeminde.
duymasını istemedim gerçekleri..
****
sonbaharda arap şükrü çok güzeldir.
curcuna olmaz her zamanki gibi. asıl insanları kalmıştır oranın. asıl müşterileri.
gittim. oturdum bir masaya. açtırdım bir küçük.
bir bahar akşamı çaldı seni düşünürken.
gülümsedim.
kaderime gülümsedim sanki o an.
yokluğuna da bir kadeh doldurdum.
senin şerefine kadeh kaldırdık.
sensizliğe.
ve senin bir daha hiç olmayacağın gerçeğine.
****
-unutlmak benim kaderimde var. biliyorum, sen de unutacaksın. dedim.
kızdı.
eskiden olsa üzülürdüm. çok üzülürdüm kızdırdım diye onu.
şimdi ise pek umursamıyorum.
evet.
umursamıyorum.
-evet, seni unuttuğum için konuşuyoruz şu anda değil mi? dedi.
saçmaladığının farkında değildi.
-hep sevdim ben. şu beş yıl boyunca dostum dediğim insanların sayısını hatırlamıyorum bile. kim kaldı geriye yalnızlıktan başka? dedim.
halimden anlamadı yine. anlayacak gibi değildi.
-boşver. dedim.
yine sarıldım yalnızlığa, eski dosta.
bir de, peşimi hiç bırakmayacak olan, ve esasında kendisine aşık olduğum "aşk"a.
****
kuşkusuz aşk, aşk kuşkusuz!
odur saran yüreği coşku
her bakışta yaratılan o yaman duygu.
ruhun sıyrılıp karanlıktan
sevgilinin göklerine yükselişi.
yasemin dallarından kayarak yüreğin en genç saatlerinde titreyişi.
ve ölümden zerre kadar sakınmayışı!
aşk, kuşkusuz akştır o!
soluklanarak düş gücünün doruklarında
içilen yaşam suyu
ölümsüzlüğün zehirli fısıltılarında
ve sevgilinin öptüğü aslında
kuşkusuz aşk, aşktır kuşkusuz.
ancak yüreği öpülürse,
öpülürse yüreği duyulur sesi
ruhun gizli sularında
sessizce uyuyan derinlerde
aşk, kuşkusuz aşktır o!
çıplak bir iltifatın en latif
kıvrımlarında
harikulade,saf ve zarif
bana soucak olursanız tuhaf ve naif
en olmazın oluru, kıyametin neşesi
aşk, aşktır o, tanırsınız eninde sonunda.
27 Ağustos 2010 Cuma
bütün yavru kediler büyüdüklerinden ölür
şuursuz bir biçimde yapılan konuşmalar, aslında insanın özünü gösteriyor.
evet, evet.
insan, saçlamadığı anlarda çok daha samimi oluyor.
çünkü asla kendini kısıtlamıyor. o an ne düşünüyorsa onu söylüyor.
****
-nasıl da sahteyiz ve nasıl da kaçıyoruz kendimizden! diyorum.
canım sıkılıyor.
sigaramın olmayışı daha çok canımı sıkıyor. rahatlamam lazım.
-bizi gözetleyen insanlar için yaşıyoruz sanki! o ne düşünür diye tasalanıyoruz. başkalarına ayıp olmasın diye hareketlerimizi kısıyoruz. ve git gide aptallaşıyoruz! dedim.
sesim yükseldi birden. farketmedim.
ellerimi tuttu birden. rahatlamak istercesine. sinirlendiğimi anladı.
omzuma başını koydu. yüzümü okşadı.
sakinleştim. sinirimi aldı sanki o temaslar.
ah aşk sen nelere kadirsin!
-biz böyle büyüdük sanki. sanki onlar için yaşamamız gerektiği öğretildi bize ve hep bir tiyatro sahnesinde olduk. dedi.
onu o an daha çok sevdim.
-ben de korkarım bana laf gelmesinden. bilirisn beni. korkarım hep! dedi.
daha sıkı sarıldım.
bu kadın her defasında beni derinden etkiliyordu ve her seferinde tekrar aşık ediyordu kendisine!
rastladığım yegane tanrıçaydı o ve beni kutsuyordu şu an!
sesimi çıkarmadım.
tadını almaya baktım anın.
sessizce...
****
bir döngü var sanki yaşananlarda.
biri gelir biri gider gibi değil bu döngü. o kadar basit değil.
sanki bizler, başkalarını tatmin etmek için doğuyoruz, hayatımızı onlara adayıp yaşıyoruz.
sanki...
sanki biz kendimizi unutuyoruz yaşarken?
kayboluyor anılar ve birer robota dönüşürken, insanlığımızı mı kaybediyoruz?
****
-annem beni hiç sevmedi sanki. dedim.
kızdı bana.
çok kızdı hem de.
-saçmalıyorsun! çok içtin sen bu gece. yeter.
çekindim bir an. devam ettim konuşmaya:
-hayır. anlamıyorsun beni. annem beni sevdi elbette. ama sevdiği ben değildim. dedim.
-nasıl yani? diye sordu.
iç çektim.
nasıl da zorlanıyordum bunları anlatmaya. nasıl da zordu en sevdiğim kadına annemi açıklamak..
-o kendi hayallerini sevdi. kendi hayallerini, sahip olamadığı yaşamı ve sahip olamadığı mesleği sevdi bende. o aslında bende kendi yansımasını gördü. kendisini gördü. evet, annemdir. evet, canımdan öte candır. benim iyiliğimi ister. ama o, bencilliğini dışa vurur. çekinmez de. bu yüzden annem "ben"i hiç sevmedi. dedim.
uzunca baktı bana.
çok içiyorum diye çantasına koyduğu sigarayı çıkardı. bana da, kendisine de yaktı bir tane.
sigarayı içime çektikçe kurtuldum, hafifledim sanki.
tiryakilerin psikolojisi işte!
-yanındayım ben. dedi. ne olursa olsun yanındayım.
baktım gözlerine.
biliyordum.
yanımdaydı.
ve hep yanımda olacaktı.
****
"gençtim, hem de o güne dek sandığımdan da gençtim. yaşı olan ve kolay kolay faka basmayansa, açık yürekliliğimdi.
ve bu sonsuza dek sürecekti."
evet, evet.
insan, saçlamadığı anlarda çok daha samimi oluyor.
çünkü asla kendini kısıtlamıyor. o an ne düşünüyorsa onu söylüyor.
****
-nasıl da sahteyiz ve nasıl da kaçıyoruz kendimizden! diyorum.
canım sıkılıyor.
sigaramın olmayışı daha çok canımı sıkıyor. rahatlamam lazım.
-bizi gözetleyen insanlar için yaşıyoruz sanki! o ne düşünür diye tasalanıyoruz. başkalarına ayıp olmasın diye hareketlerimizi kısıyoruz. ve git gide aptallaşıyoruz! dedim.
sesim yükseldi birden. farketmedim.
ellerimi tuttu birden. rahatlamak istercesine. sinirlendiğimi anladı.
omzuma başını koydu. yüzümü okşadı.
sakinleştim. sinirimi aldı sanki o temaslar.
ah aşk sen nelere kadirsin!
-biz böyle büyüdük sanki. sanki onlar için yaşamamız gerektiği öğretildi bize ve hep bir tiyatro sahnesinde olduk. dedi.
onu o an daha çok sevdim.
-ben de korkarım bana laf gelmesinden. bilirisn beni. korkarım hep! dedi.
daha sıkı sarıldım.
bu kadın her defasında beni derinden etkiliyordu ve her seferinde tekrar aşık ediyordu kendisine!
rastladığım yegane tanrıçaydı o ve beni kutsuyordu şu an!
sesimi çıkarmadım.
tadını almaya baktım anın.
sessizce...
****
bir döngü var sanki yaşananlarda.
biri gelir biri gider gibi değil bu döngü. o kadar basit değil.
sanki bizler, başkalarını tatmin etmek için doğuyoruz, hayatımızı onlara adayıp yaşıyoruz.
sanki...
sanki biz kendimizi unutuyoruz yaşarken?
kayboluyor anılar ve birer robota dönüşürken, insanlığımızı mı kaybediyoruz?
****
-annem beni hiç sevmedi sanki. dedim.
kızdı bana.
çok kızdı hem de.
-saçmalıyorsun! çok içtin sen bu gece. yeter.
çekindim bir an. devam ettim konuşmaya:
-hayır. anlamıyorsun beni. annem beni sevdi elbette. ama sevdiği ben değildim. dedim.
-nasıl yani? diye sordu.
iç çektim.
nasıl da zorlanıyordum bunları anlatmaya. nasıl da zordu en sevdiğim kadına annemi açıklamak..
-o kendi hayallerini sevdi. kendi hayallerini, sahip olamadığı yaşamı ve sahip olamadığı mesleği sevdi bende. o aslında bende kendi yansımasını gördü. kendisini gördü. evet, annemdir. evet, canımdan öte candır. benim iyiliğimi ister. ama o, bencilliğini dışa vurur. çekinmez de. bu yüzden annem "ben"i hiç sevmedi. dedim.
uzunca baktı bana.
çok içiyorum diye çantasına koyduğu sigarayı çıkardı. bana da, kendisine de yaktı bir tane.
sigarayı içime çektikçe kurtuldum, hafifledim sanki.
tiryakilerin psikolojisi işte!
-yanındayım ben. dedi. ne olursa olsun yanındayım.
baktım gözlerine.
biliyordum.
yanımdaydı.
ve hep yanımda olacaktı.
****
"gençtim, hem de o güne dek sandığımdan da gençtim. yaşı olan ve kolay kolay faka basmayansa, açık yürekliliğimdi.
ve bu sonsuza dek sürecekti."
26 Ağustos 2010 Perşembe
söylemek için çırpındığım geceler
yine sıkıntılı günlerimin birinde, öğlen uykusu için yatıyorum.
çok geçmiyor, uyanıyorum.
yorgunum.
sanki yorgunluğum yıllardan varmış gibi hissediyorum.
nerde olduğumun farkında değilim. köy meydanı gibi bi yerdeyim. ya da meydanın çıkışı gibi bir şey. tam hatırlayamıyorum.
bir kadın.
bana gülümsüyor.
o kadın, çok güzel.. onu görünce sanki daha önceden şartlandırılmışım gibi gülümsüyorum. içimdeki sevgi artıyor.
onu sevdiğimi farkediyorum o an..
sanki yıllardır bekliyormuşum gibi bu anı, gidip sarılıyorum ona.
hayat amacıma ulaşmışcasına rahatlıyorum o an.
anlamıyorum. alnım kırışıyor, hissediyorum. farkında olmadan aptal bir sırıtış ekliyorum yüzüme.
sahi, neler oluyor?
derken bir oğlan çocuğu bana doğru koşuyor.
belli, çok tecrübeli değil yürümekte. "baba!" diyerek koşuyor bana doğru.
geliyor yanıma, sanki hiç yadırgamıyormuşum gibi olanları kucağıma alıyorum.
"aslan oğlum benim!" diyorum.
neler olduğunun hala farkında değilim.
yıla bakıyorum: 2030.
yok artık!
ağlamaya başlıyorum. delilercesine hem de!
neye sevineyim, neye ağlayayım şaşırıyorum.
hayatımın en değerli 20 senesini hatırlamayışıma ağlayayım mı? yoksa kucağımdaki çocuğuma ve yanımdaki eşime sevineyim mi?
şaşırıp kalıyorum.
****
kan ter içinde uyanıyorum.
saate bakıyorum: 06:15
tarihe bakıyorum: 2010.
parmak uçlarıma kadar uyuşuyorum. karıncalanıyor resmen ellerim.
şükrediyorum o an.
ve çok büyük bir suçluluk hissi duyuyorum.
rüyamdaki kadının sen olmadığını farkediyorum.
ağlıyorum..
o gece, seni istemeden de olsa aldatıyorum.
oysa...
oysa yanıbaşımda, sana sarılarak uyusaydım korurdun rüyalarımı.
izin vermezdin yabancılara. sadece "sen"le doldururdun dört bir yanı..
kabul ederdim ben de memnuniyetle. açardım düş dünyamın kapılarını ardına dek, sen giresin diye..
oysa...
****
Bir şey kaldı gecelerden birinde
Senden.
Öncesinde bilinmemiş birşey,
Silinmez bir ses gibi giden..
Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde,
Bir şey kaldı senden
Yaşamalar'ın arasında kaçamaklı..
çok geçmiyor, uyanıyorum.
yorgunum.
sanki yorgunluğum yıllardan varmış gibi hissediyorum.
nerde olduğumun farkında değilim. köy meydanı gibi bi yerdeyim. ya da meydanın çıkışı gibi bir şey. tam hatırlayamıyorum.
bir kadın.
bana gülümsüyor.
o kadın, çok güzel.. onu görünce sanki daha önceden şartlandırılmışım gibi gülümsüyorum. içimdeki sevgi artıyor.
onu sevdiğimi farkediyorum o an..
sanki yıllardır bekliyormuşum gibi bu anı, gidip sarılıyorum ona.
hayat amacıma ulaşmışcasına rahatlıyorum o an.
anlamıyorum. alnım kırışıyor, hissediyorum. farkında olmadan aptal bir sırıtış ekliyorum yüzüme.
sahi, neler oluyor?
derken bir oğlan çocuğu bana doğru koşuyor.
belli, çok tecrübeli değil yürümekte. "baba!" diyerek koşuyor bana doğru.
geliyor yanıma, sanki hiç yadırgamıyormuşum gibi olanları kucağıma alıyorum.
"aslan oğlum benim!" diyorum.
neler olduğunun hala farkında değilim.
yıla bakıyorum: 2030.
yok artık!
ağlamaya başlıyorum. delilercesine hem de!
neye sevineyim, neye ağlayayım şaşırıyorum.
hayatımın en değerli 20 senesini hatırlamayışıma ağlayayım mı? yoksa kucağımdaki çocuğuma ve yanımdaki eşime sevineyim mi?
şaşırıp kalıyorum.
****
kan ter içinde uyanıyorum.
saate bakıyorum: 06:15
tarihe bakıyorum: 2010.
parmak uçlarıma kadar uyuşuyorum. karıncalanıyor resmen ellerim.
şükrediyorum o an.
ve çok büyük bir suçluluk hissi duyuyorum.
rüyamdaki kadının sen olmadığını farkediyorum.
ağlıyorum..
o gece, seni istemeden de olsa aldatıyorum.
oysa...
oysa yanıbaşımda, sana sarılarak uyusaydım korurdun rüyalarımı.
izin vermezdin yabancılara. sadece "sen"le doldururdun dört bir yanı..
kabul ederdim ben de memnuniyetle. açardım düş dünyamın kapılarını ardına dek, sen giresin diye..
oysa...
****
Bir şey kaldı gecelerden birinde
Senden.
Öncesinde bilinmemiş birşey,
Silinmez bir ses gibi giden..
Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde,
Bir şey kaldı senden
Yaşamalar'ın arasında kaçamaklı..
ihtimallerle karışık sevişmek
kaybettiğim savaşların acısı çıkyordu tekrar o an.
sanki kollarım ağırlıklarımı ağırlıklarını taşıyamıyormuşçasına sallıyorum yürürken.
gözümün önüne geliyor sevdiklerim. "sevdiğim" dediklerim.
farkında olmadan sınıflandırıyorum, sıralıyorum onları değerlerine göre..
diyorum ki, en güzeli yarım kalandı.
neden mi?
hep "bir ihtimal" umududur onu güzel yapan.
ihtimallere tutunarak yaşamaya çalışan zavallılarız biz oysa.
onun gözlerine bakınca duyduğumuz sevinç, karşılık alabileceğimiz ihtimalinin doğurduğu sevinçti.
yollarda onu sürekli düşünürken karşımıza çıkar umuduyla yürümedik mi uzunca süre?
ve hatta bu düşünceyi inkar etmedik mi hep?
kendimize itiraf edemediğimiz ihtimallerle yaşamadık mı hep?
****
ayağım kaydı, düştüm.
kahkalarla bana güldü.
gözlerinin içi parlardı o güldüğünde.
içtendi. her hareketinde olduğu gibi güldüğünde de doğaldı.
düştüğüme gülüyordu şimdi de. alay ediyordu resmen.
-kalk hadi kalk sakar! dedi yine küçük bir gülümseme eşliğinde.
sarıldım ona.
ona sarıldığımda, kalbimden kalbine bir şeyler aktı.
hissettim. bir parçamı ona bıraktım.
yüzüne baktım. hala gülümsüyordu.
-seni seviyorum. dedim.
yorgun bir tebessüm yerleştirdi yüzüne. biliyormuş gibi sanki o an söyleyeceklerimi.
-ben de seni. dedi.
uzatmadım.
sustum.
****
karmaşıklaştırmadım ben hiçbir zaman.
dedim ki aslolan aşktır.
kaçmadım ben ondan. ona da koşmadım.
ama..
ama hiçbir zaman galip çıkmadım bir ilişkiden.
hayır, ilişkiden galip çıkan olmaz. evet.
bir ilişkiden yıpranmadan, doğru dürüst, insanca ayrılmadım.
yapamadım.
belki de diyorum ki şu an ben o insanı merkezime fazla itiyorum.
her şeyim yapıyorum onu.
belki de bunlar hataydı diyorum.
duruyorum öylece birkaç dakika.
diyorum ki "başlarım böyle işe!".
bırakıyorum düşünmeyi.
acımın tadını çıkarıyorum.
hep yaptığım gibi..
****
yağmur kokardı teni onun.
kollarımın arasına aldım onu. başını göğsüme koydu. uyuyacak gibiydi.
saçlarını kokladım. öptüm hafifçe.
-sen olmasan ben ne yapardım ha? dedim.
kaldırdı kafasını.
beklemiyordu bunu. belki de gerçekten uyumuştu o an.
-nasıl yani? dedi şaşırarak.
-sen, kimsenin dolduramayacağı bir boşluğu dolduruyosun şu anda. farkında olsan da olmasan da. dedim.
huzursuz oldu.
hissettim.
huzursuzluğu üzdü beni.
her şeyi açık yaşayamamak üzdü beni.
isterdim ki ben o an bağıra çağıra söyleseydim onu sevdiğimi.
olmadı.
kader deyip işin içinden sıyrılasım geldi bir an.
öyle de yaptım.
****
şimdi ise seni unutma ihtimaline tutunuyorum.
unutur muyum diyorum. iç ses hayır diyor.
insan sonu olan şeyden korkmamalı diyorum. sonu olmayanlar asıl korkutucu.
anlıyorum şimdi.
ihtimallerle karışık sevişmek böyle bir şeymiş.
sanki kollarım ağırlıklarımı ağırlıklarını taşıyamıyormuşçasına sallıyorum yürürken.
gözümün önüne geliyor sevdiklerim. "sevdiğim" dediklerim.
farkında olmadan sınıflandırıyorum, sıralıyorum onları değerlerine göre..
diyorum ki, en güzeli yarım kalandı.
neden mi?
hep "bir ihtimal" umududur onu güzel yapan.
ihtimallere tutunarak yaşamaya çalışan zavallılarız biz oysa.
onun gözlerine bakınca duyduğumuz sevinç, karşılık alabileceğimiz ihtimalinin doğurduğu sevinçti.
yollarda onu sürekli düşünürken karşımıza çıkar umuduyla yürümedik mi uzunca süre?
ve hatta bu düşünceyi inkar etmedik mi hep?
kendimize itiraf edemediğimiz ihtimallerle yaşamadık mı hep?
****
ayağım kaydı, düştüm.
kahkalarla bana güldü.
gözlerinin içi parlardı o güldüğünde.
içtendi. her hareketinde olduğu gibi güldüğünde de doğaldı.
düştüğüme gülüyordu şimdi de. alay ediyordu resmen.
-kalk hadi kalk sakar! dedi yine küçük bir gülümseme eşliğinde.
sarıldım ona.
ona sarıldığımda, kalbimden kalbine bir şeyler aktı.
hissettim. bir parçamı ona bıraktım.
yüzüne baktım. hala gülümsüyordu.
-seni seviyorum. dedim.
yorgun bir tebessüm yerleştirdi yüzüne. biliyormuş gibi sanki o an söyleyeceklerimi.
-ben de seni. dedi.
uzatmadım.
sustum.
****
karmaşıklaştırmadım ben hiçbir zaman.
dedim ki aslolan aşktır.
kaçmadım ben ondan. ona da koşmadım.
ama..
ama hiçbir zaman galip çıkmadım bir ilişkiden.
hayır, ilişkiden galip çıkan olmaz. evet.
bir ilişkiden yıpranmadan, doğru dürüst, insanca ayrılmadım.
yapamadım.
belki de diyorum ki şu an ben o insanı merkezime fazla itiyorum.
her şeyim yapıyorum onu.
belki de bunlar hataydı diyorum.
duruyorum öylece birkaç dakika.
diyorum ki "başlarım böyle işe!".
bırakıyorum düşünmeyi.
acımın tadını çıkarıyorum.
hep yaptığım gibi..
****
yağmur kokardı teni onun.
kollarımın arasına aldım onu. başını göğsüme koydu. uyuyacak gibiydi.
saçlarını kokladım. öptüm hafifçe.
-sen olmasan ben ne yapardım ha? dedim.
kaldırdı kafasını.
beklemiyordu bunu. belki de gerçekten uyumuştu o an.
-nasıl yani? dedi şaşırarak.
-sen, kimsenin dolduramayacağı bir boşluğu dolduruyosun şu anda. farkında olsan da olmasan da. dedim.
huzursuz oldu.
hissettim.
huzursuzluğu üzdü beni.
her şeyi açık yaşayamamak üzdü beni.
isterdim ki ben o an bağıra çağıra söyleseydim onu sevdiğimi.
olmadı.
kader deyip işin içinden sıyrılasım geldi bir an.
öyle de yaptım.
****
şimdi ise seni unutma ihtimaline tutunuyorum.
unutur muyum diyorum. iç ses hayır diyor.
insan sonu olan şeyden korkmamalı diyorum. sonu olmayanlar asıl korkutucu.
anlıyorum şimdi.
ihtimallerle karışık sevişmek böyle bir şeymiş.
25 Ağustos 2010 Çarşamba
aşkı mümkün kılmak
sessiz sakin geldi bana doğru.
gözlerinin altı şişmişti. uyumaktan olsa gerek. çok uyumaktan.
kendine bir zamanlar doğru dürüst bakamadığının acısını çıkartıyormuşçasına kusursuzdu o gün.
-seni özlemişim. dedim.
gülümsedi.
iki yabancı gibiydik demek çok ağır olur bu duruma. daha çok yeni tanışmış gibiydik.
sürekli o konuşuyor, ben dinliyordum.
sahi, ben ne çok dinliyordum..
o gün de çok güzeldi.
güneş parlatıyordu saçlarını yine. gözlüklerini çıkarınca gözlerindeki o durgunluğu, yeniliği farkettim.
ürktüm.
sanki her şeyi yeniden yapan, hayatındaki her insanı yeniden tanımaya çalışan birinin bakışlarıydı onlar.
oturduk bir kafeye. o her zamanki gibi sodasını içerken, yaktım sigaramı. gözlerine baktım.
ben o an anladım koptuğumuzu onunla. görünmez bir el o "sevgi"yi, o "ilgi"yi kesip atmıştı.
canım acıdı. belli etmedim.
-dün çok saçma bir rüya gördüm. ve hayatımı yeniden şekillendirmeye, gerçeklere yönelmeye karar verdim. dedi.
sigaramdan bir fırt daha aldım. gözlerimi kıstım, hiçbir anlam çıkarılamayacak bir yüzle ona baktım. devam etti:
-o rüyanın etkisinde kaldım. ve artık seninle arkadaştan başka bir şey olamayız biz. dedi.
bir sigara daha yaktım.
ben o an anladım koptuğumuzu onunla. görünmez bir el beni kesip atmıştı hücrelerinden.
bir şey diyemedim. o samimiyetimize güvenerek anlatmıştı bunları bana. açık olmak adına bunlar konuşulmuştu. sesimi çıkarmadım.
çıkarsaydım ne diyecektim ki? "hayır, sen beni seviyorsun! kabul et bunu!" gibi şeylerle mi ikna edicektim onu bana ait olmamışken hiç?
sonra dedim ki kendi kendime; aşk, hep can acıtıyor. savuruyor bir yana hep seni. ve hep savrulan sen oluyorsun aşkta.
aşkı mümkün kılmak erkeğin elinde değilmiş hiçbir zaman. bunu tekrar anladım.
aşkı "aşk" yapan hep karşındakinin senin onu sevdiğini bilmesiymiş.
ve aşk, o tüm bunları anlatırken arkada çalan sezen aksu şarkasına hüngür hüngür ağlamakmış..
gözlerinin altı şişmişti. uyumaktan olsa gerek. çok uyumaktan.
kendine bir zamanlar doğru dürüst bakamadığının acısını çıkartıyormuşçasına kusursuzdu o gün.
-seni özlemişim. dedim.
gülümsedi.
iki yabancı gibiydik demek çok ağır olur bu duruma. daha çok yeni tanışmış gibiydik.
sürekli o konuşuyor, ben dinliyordum.
sahi, ben ne çok dinliyordum..
o gün de çok güzeldi.
güneş parlatıyordu saçlarını yine. gözlüklerini çıkarınca gözlerindeki o durgunluğu, yeniliği farkettim.
ürktüm.
sanki her şeyi yeniden yapan, hayatındaki her insanı yeniden tanımaya çalışan birinin bakışlarıydı onlar.
oturduk bir kafeye. o her zamanki gibi sodasını içerken, yaktım sigaramı. gözlerine baktım.
ben o an anladım koptuğumuzu onunla. görünmez bir el o "sevgi"yi, o "ilgi"yi kesip atmıştı.
canım acıdı. belli etmedim.
-dün çok saçma bir rüya gördüm. ve hayatımı yeniden şekillendirmeye, gerçeklere yönelmeye karar verdim. dedi.
sigaramdan bir fırt daha aldım. gözlerimi kıstım, hiçbir anlam çıkarılamayacak bir yüzle ona baktım. devam etti:
-o rüyanın etkisinde kaldım. ve artık seninle arkadaştan başka bir şey olamayız biz. dedi.
bir sigara daha yaktım.
ben o an anladım koptuğumuzu onunla. görünmez bir el beni kesip atmıştı hücrelerinden.
bir şey diyemedim. o samimiyetimize güvenerek anlatmıştı bunları bana. açık olmak adına bunlar konuşulmuştu. sesimi çıkarmadım.
çıkarsaydım ne diyecektim ki? "hayır, sen beni seviyorsun! kabul et bunu!" gibi şeylerle mi ikna edicektim onu bana ait olmamışken hiç?
sonra dedim ki kendi kendime; aşk, hep can acıtıyor. savuruyor bir yana hep seni. ve hep savrulan sen oluyorsun aşkta.
aşkı mümkün kılmak erkeğin elinde değilmiş hiçbir zaman. bunu tekrar anladım.
aşkı "aşk" yapan hep karşındakinin senin onu sevdiğini bilmesiymiş.
ve aşk, o tüm bunları anlatırken arkada çalan sezen aksu şarkasına hüngür hüngür ağlamakmış..
24 Ağustos 2010 Salı
aynı olup da olamamak
-seni seviyorum ben! dedi.
bakakaldım ona.
****
onu ilk gördüğümde saçlarından güneş yansıyordu. yüzünde aptalca bir sırıtışla ismimi ünledi:
-zafer?
onu ilk gördüğüm günü asla unutmam.
hayatıma yeni biri dahil olmuştu. ve ben bir şekilde o insanın hayatımda önemli bir rol alacağını biliyordum.
belki de bir şekilde, onu o andan itibaren anlamaya başlamıştım.
insan geriye dönüp bakınca böyle rastlantılara kader diyesi geliyor. lakin iki insanın çok uzun süre neredeyse yan yana evlerde kalıp 10 yıl sonra tanışması, hem de birbirine en ihtiyaçları olduğu vakit..
insanın buna aşk diyesi geliyor.
aynı olmak.
aynı şarkılara aşık olmak.
aynı şeyleri istemek.
aynı şeylerden hoşlanmak.
ve aynı aşkı aramak.
bu kadar aynılık, keşke birlikteliği getirse diyorum bazen.
bu kadar "aynı" olduktan sonra aynı sabaha uyansam seninle.
aynı gecede üşüsem, aynı yıldızlara baksam.
biz onunla aslında birbirine çok yakın iki nota gibiydik. aynı şarkılarda dinlenmişti ezgimiz, aynı şarkıcı ünlemişti bizi, aynı anda.
ona uzaklığın hüznü basıyor gece gece yine.
aynı olup da olamamak böyle bir şey işte.
aynı olup da bir olamamak canını acıtan insanın.
bağırıp çağırasım var. yine.
gecenin huzurunu bozmak istemiyorum lakin. üzerine ince bir örtü sermiş. hava serin, üşümesin diye.
sigaramı içime çekiyorum şimdi.
onunla aynı sabaha uyanamıyorum, aynı güneşe lanet etmiyorum, ya da aynı zamanda seni seviyorum demiyorum bir başkasına belki. ama ben yanımda onu da yaşatıyorum.
biçare..
****
-seni seviyorum ben! dedi.
bakakaldım ona.
-ama.. diye devam etti.
o zaman bildim canımı acıtacağını yine.
-ama biz birlikte olamayız! dedi.
bakakaldım ona.
açıklama yapmadı bana. anladım.
içindeki sevincin bana ait olmadığını anladım.
uzunca baktım.
gözlerimi onda bırakıp, çekip gittim.
fakat akılda hep aynı soru:
aşk mümkün müdür hala?
bakakaldım ona.
****
onu ilk gördüğümde saçlarından güneş yansıyordu. yüzünde aptalca bir sırıtışla ismimi ünledi:
-zafer?
onu ilk gördüğüm günü asla unutmam.
hayatıma yeni biri dahil olmuştu. ve ben bir şekilde o insanın hayatımda önemli bir rol alacağını biliyordum.
belki de bir şekilde, onu o andan itibaren anlamaya başlamıştım.
insan geriye dönüp bakınca böyle rastlantılara kader diyesi geliyor. lakin iki insanın çok uzun süre neredeyse yan yana evlerde kalıp 10 yıl sonra tanışması, hem de birbirine en ihtiyaçları olduğu vakit..
insanın buna aşk diyesi geliyor.
aynı olmak.
aynı şarkılara aşık olmak.
aynı şeyleri istemek.
aynı şeylerden hoşlanmak.
ve aynı aşkı aramak.
bu kadar aynılık, keşke birlikteliği getirse diyorum bazen.
bu kadar "aynı" olduktan sonra aynı sabaha uyansam seninle.
aynı gecede üşüsem, aynı yıldızlara baksam.
biz onunla aslında birbirine çok yakın iki nota gibiydik. aynı şarkılarda dinlenmişti ezgimiz, aynı şarkıcı ünlemişti bizi, aynı anda.
ona uzaklığın hüznü basıyor gece gece yine.
aynı olup da olamamak böyle bir şey işte.
aynı olup da bir olamamak canını acıtan insanın.
bağırıp çağırasım var. yine.
gecenin huzurunu bozmak istemiyorum lakin. üzerine ince bir örtü sermiş. hava serin, üşümesin diye.
sigaramı içime çekiyorum şimdi.
onunla aynı sabaha uyanamıyorum, aynı güneşe lanet etmiyorum, ya da aynı zamanda seni seviyorum demiyorum bir başkasına belki. ama ben yanımda onu da yaşatıyorum.
biçare..
****
-seni seviyorum ben! dedi.
bakakaldım ona.
-ama.. diye devam etti.
o zaman bildim canımı acıtacağını yine.
-ama biz birlikte olamayız! dedi.
bakakaldım ona.
açıklama yapmadı bana. anladım.
içindeki sevincin bana ait olmadığını anladım.
uzunca baktım.
gözlerimi onda bırakıp, çekip gittim.
fakat akılda hep aynı soru:
aşk mümkün müdür hala?
ben daha büyüyemedim
-ben daha büyüyemedim. dedim.
baktı bana. anlamadı.
-nasıl yani? diye sordu.
soru sorarcasına açtı gözlerini. o hep öyle yapar. cevabını kesin öğrenmek istediği soruları öyle sorar.
gülümsedim yine. ne çok alıştığımı düşündüm ona.
-yaşananların üzerinden bu kadar kısa zaman geçmişken, arkadaş olabilir miyiz sorusunu cevaplamak zor. henüz böyle bir travmayı bu kadar kısa sürede atlatacak kadar büyümedim. dedim.
başını öne eğdi. sanki beni ilk defada anlamadığının üzüntüsünü yaşıyordu.
-ben büyüdüm yani? dedi.
baktım ona. anladım.
büyümüştü evet. güçlenmişti. aldığı her darbe onu güçlendirmişti.
sırtında taşığıdı, geçmişten getirdiği bavulları yoktu artık. yeni bir dünya kuruyordu.
büyümüştü evet.
-buna ben karar veremem ki. dedim.
ne çok istedim ona o an sarılmayı.
ne çok istedim kulağına cesurca seni seviyorum diye fısıldamayı.
-her şeyi sil baştan yaratacağım. her şeyi! artık hayallerde yaşayan biri olmayacak karşında. gerçeklerde, istediklerimle, beni sevenlerle olacağım. dedi.
içim gitti.
korktum.
onu kaybetmekten korktum.
elim sigarama gitti. cebimde değildi paket. sahi, ben evde içmiyordum değil mi!
-ben var mıyım o dünyada? dedim.
-sana bağlı. dedi.
-ben daha büyüyemedim. dedim.
anladı.
o zaman anladı benim tükendiğimi. tekrar yürüyebilmem için önce emeklemem gerektiğini.
ve o zaman anladı.
tekrar sevebilmem için önce unutmam gerektiğini.
baktı bana. anlamadı.
-nasıl yani? diye sordu.
soru sorarcasına açtı gözlerini. o hep öyle yapar. cevabını kesin öğrenmek istediği soruları öyle sorar.
gülümsedim yine. ne çok alıştığımı düşündüm ona.
-yaşananların üzerinden bu kadar kısa zaman geçmişken, arkadaş olabilir miyiz sorusunu cevaplamak zor. henüz böyle bir travmayı bu kadar kısa sürede atlatacak kadar büyümedim. dedim.
başını öne eğdi. sanki beni ilk defada anlamadığının üzüntüsünü yaşıyordu.
-ben büyüdüm yani? dedi.
baktım ona. anladım.
büyümüştü evet. güçlenmişti. aldığı her darbe onu güçlendirmişti.
sırtında taşığıdı, geçmişten getirdiği bavulları yoktu artık. yeni bir dünya kuruyordu.
büyümüştü evet.
-buna ben karar veremem ki. dedim.
ne çok istedim ona o an sarılmayı.
ne çok istedim kulağına cesurca seni seviyorum diye fısıldamayı.
-her şeyi sil baştan yaratacağım. her şeyi! artık hayallerde yaşayan biri olmayacak karşında. gerçeklerde, istediklerimle, beni sevenlerle olacağım. dedi.
içim gitti.
korktum.
onu kaybetmekten korktum.
elim sigarama gitti. cebimde değildi paket. sahi, ben evde içmiyordum değil mi!
-ben var mıyım o dünyada? dedim.
-sana bağlı. dedi.
-ben daha büyüyemedim. dedim.
anladı.
o zaman anladı benim tükendiğimi. tekrar yürüyebilmem için önce emeklemem gerektiğini.
ve o zaman anladı.
tekrar sevebilmem için önce unutmam gerektiğini.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)