31 Ağustos 2010 Salı

şafakta verilmiş sözün vardı

sonbaharı hep sevmişimdir.
sonbahar bir şekilde insana huzur verir. özellikle ekim ayı mevsimlerin iç içe geçtiği aylardandır. güneşi de, yağmuru da, sararan yaprakları da bir arada yaşarsınız.

o yüzden ekim ayını ben insana benzetirim.
ruh haline göre seviçli. bazen gözyaşlarını yeryüzüne akıtan, bazense içinin sıkıntısını rüzgarlarla dağıtan.

fakat eylül...
eylül ayı ayrılık ayıdır.
ve bu, doğa tarafından konuşmuş bir kanundur!

****

-ben aslında senin düğününe gelmek isterim. dedi.

bakakaldım.
o an tüm kelimeleri çalıp gitti o insan.
konuşamadım.
tek bir hece çıkmadı ağzımdan.

gözlerini kırptı, baktı kocaman.

o zaman azad etti kelimelerimi. özgürlüğümü tekrar verdi.

-saçmalama yahu. o vakte kadar kim öle kim kala! diyerek işin içinden sıyrılmaya çalıştım.

beceremedim!

o, pencereden dışarı bakarak kafasını dağıtmaya çalıştı sanki. o da o an benim düşündüğümü düşünüyordu, biliyordum. hissederdim. kendimmiş gibi hissederdim.

gardımı alamamıştım henüz.
darbeyi yedim. hiç beklemediğim yerden.

zırhım dağıldı, yere düştü miğferim.

o gördü bunu, aldırış etmedi.

önemsemedi beni.
umrunda değilmişim gibi sanki.

öylece dışarıyı seyretti.

****

o gittiğinden beri-ya da hiç olmayışını anladığım vakitten beri demeliyim- her şeyi yazdığım deftere bakamamıştım.
baktım bugün.

yüzüme acı bir gülümseme yerleşti.
ele verdim kendimi.

ele verdim hüznümü ve özlemimi.

yazılarıma baktım. o kokuyordu. sinmişti o yazılarıma.

dokusundaydı hayatımın. en ufak hücreme bile yerleşmişti.

geçmiş zamanı kullanmak, insanın kendini kandırmasıymış ayrıca.
dokusunda hayatımın. en ufak hücremde bile varlığını sürdürüyor!

****

feryat ettim.
bağırdım acı acı.

önce yükseldi. gözyaşlarımı taşıyarak sana doğru yola çıktı.

gücüm yetmedi. yarı yolda düştü, kırıldı.
gözyaşlarım da, çığlığım da yok oldu...

-ayrılırken çirkinleşme diğerleri gibi. dedi.
içerledim.

beni hala onlarla karşılaştırıyordu. ve hala onlara benzediğimi düşünüyordu.
-ne farkeder? bana hiç inanmayarak sen çirkinleşmişsin zaten. dedim

üzüldü. anladım. bakışlarından anladım.
gidip sarılasım geldi, tuttum kendimi.

-hoşçakal. dedi.

gitti.
gitti o.
o gitti.
o aslında git-ti.
git.

****

şafakta verilmiş sözün vardı.
bekledim.
gelmedin.
ben de sana şiir okudum.

Sen kollarıma asla gelmemiş sevgili,
sen yitirilmiş olan daha başından,
senin hangi şarkılar gider hoşuna
hiç öğrenemedim. Vaz geçtim ben seni
gelecek anın kabaran dalgaları içinde
tanımaya çabalamaktan. içimdeki
tüm uçsuz bucaksız imgeler, çok uzaktaki
derinliğine hissedilen peyzaj,
şehirler, kuleler, köprüler ve patikaların tahmin-
edimedik dönemeçleri
ve şu bir vakitler nabzı tanrıların hayatıyla atan
kudretli topraklar
tümü, beni her zaman atlatan seni
anlamlandırmak için içimden yükselirler.

Sen, sevgili, daima hasretle seyrettiğim
bahçelersin sen. Bir kır evinde
açık bir pencere , ve sen daha yeni
atmışsın adımını dışarı, dalgın düşünceli
karşılamak için beni. Rast gele geçtiğim sokaklar,
sen onlarda az önce yürümüş ve gözden kaybolmuşsun.
Ve bazen, bir dükkanda, aynalar hala sersemlemiş
olurlardı senin orada bulunmuş olmandan, irkilmiş
geri verirlerdi benim çok ani hayalimi.Kim bilir? belki de
aynı kuş yankılanıyordu içimizden ikimizin de
ayrı ayrı, dün akşam.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder