cılız bir umuda bağlanmaktır hayat bazen.
yapacak hiçbir şeyi kalmamış birinin eylemidir bu ancak. çaresiz, yapayalnız birinin.
ne kadar da nankör bu duygular. kalkanınızı indirdiğiniz anda sizi vuruyor, paramparça ediyor.
fakat siz yine de ona müsamaha gösteriyorsunuz. olur öyle diyorsunuz.
evet.
olur öyle. arada.
kendimizi kandırıyoruz. hepimiz!
bu cümleyi söyleyen herkes kandırıyor ve herkes de farkında içten içe o umutların hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğinin.
****
pişmanlık mı yatan kalbimde?
yoksa her an görünüşümde yeni bir yara açan ve her an git gide anlamsızlaşan umutlarım mı?
yokluğun mu beni yoran?
sesini duyamamaktan mı durgunum böyle?
uzun zamandır seni göremememden mi bu hırçınlığım ve boş konuşmalarım?
****
her şeyden uzak kalmak gerekiyor bazen.
kendinizden kaçıyorsunuz geceleri.
zira geceleri gelen, sizi ağlatan ve hep özlemle beklediğiniz şeydir yalnızlık.
yalnızlıktır size onu hatırlatan sanki hiç aklınızdan çıkmıyormuşçasına.
kurşun kaleminize bakıp içinizden "hiçbir şey yazmamalıyım! onu hatırlatan hiçbir kelime şekillenmemeli parmaklarımla!" demenizdir aslında kaçışınız.
evet, geceler artık birer düşmanınız, içtiğiniz sigara en yakın arkadaşınız ve en yakın dostun muhabbeti bile yavandır onun yokluğunda.
onun yokluğudur aslında dikkatinizi dağıtan. günlerdir sesini duyamamanız ve günlerdir tek bir haber alamayışınızdır sizi böyle endişeli yapan.
çekip giden maşuktur suçlu.
siz değil.
****
ellerinizde bir bir erir o umutlar.
ha aradı ha arayacak derken "sen gelmez oldun" dersiniz boşluğa.
cevap da gelmez asla karanlıktan.
kulağınıza dolan ezgiler hüzünlendirir, üst üste dinlediğiniz aynı şarkı sizin simgeniz olur, ayrılığın şarkısı olur.
yağmur yağdıktan sonra toprağın yaydığı koku eskisi kadar güzel gelmez.
yaptığınız her geyik o kadar komik olmaz aslında.
komik olmayan şeylere gülmeye, ağlanılmayacak şeylere ağlamaya başlarsınız bir süre sonra.
işte budur sizin anatominiz.
budur ayrılığın anatomisi.
size ulaşştığında edeceği "rüyadan uyandın demek" cümlesidir mahkum eden aynı şarkılara, aynı hüzne.
ve aynı savaşa.
****
Tanırdın beni sözlerin ağzımdan
boşa çıkmadığını bilirdin ve inanırdın bana.
O gün söylediğimiz bütün kelimeler kurduğumuz bütün cümleler
aklımda.Senin de kuvvetliydi hafızan benim gibi...Ben unutmadım hala ama
sen unuttun besbelli.
Hani yıldızlar parladıkça gökyüzünde çocuklar güldükçe nedensiz
bitmeyecekti umut? Asla çökmeyecekti üstümüze zifiri karanlık?
Hani her daim türkülerin olacaktı söyleyecek şiirlerin olacaktı
okunacak ve anlamı olacaktı yaşadığın her saniyenin? insanlar var
oldukça ölümsüz olacaktı sevgi aşk ve sanat?
Hani bilecektin değerini anların; her doğan günle yenilenmiş her
batan günle biraz daha zenginleşmiş olacaktın?
Hani her gece eninde sonunda varacaktı sabaha?
Hani azimli ve kararlıydın; kendini insanları ve hayatı tanımakta?
Bütün kitaplar okunacak şarkı sözlerilar dinlenecekti; üstünde yatılmamış
çimen zirvesine varılmamış dağ kalmayacaktı dünyada?
Hani bir keresinde bir ağacın dalına tünemiştik birlikte güneşin
batışını seyrederken söz vermiştin bana insan olacaktık önce...Nasıl diye
sorduğumda ahlaklı yaşayacağız demiştin ama her şeyden önce
seveceğiz...Neyi diye sormuştum ilk olarak güneşin batışını seyretmeyi
demiştin susmuştuk saygıyla ve tadına ilk o an varmıştık sevmenin.
Hani bilirdin güzele ulaşmak için dayanılmaz sancılar çekmek
gerektiğini gülmeyi hak etmek için önce ağlamalı insan derdin.
Sevilmeyi beklememeli sevmek için ve almadan verebilmeli.
Hani anlamsızdı hayata küsmek başına gelen kötü şeyler yüzünden;
insanla birlikte var olmuştu acı ölüm ve keder, işte bu nedenle
sevmeliydik dört yanı kötülükle kuşatılmış insanı derdin.
Hani inanacaktın insana her yardım isteyene uzanacaktı elin
haklının avukatı; mazlumun koruyanı olup ta zalimin celladı
olmayacaktın?
Hani mal mülk para ile gözleri kamaşan miyop yüreklere rağmen
kesmeyecektin ümidini insandan?
Hani yaşamaktan vazgeçmek bir anlamda ölümden; sevmekten vazgeçmek
kendinden vazgeçmek demekti; kalakalmak ortada bir hiç olmak...Hani
vazgeçmeyecektin?
Hani bir kere sevecektin; içten bir gülücüğe anlayışlı bir
bakışa dünyaları verecektin?
Hani hiç terk etmeyecektin beni? Hani sen hep saf ve temiz
kalacaktın el değmemiş; sadece ben büyüyecektim? Hani ben seni
akılsız bırakmayacaktım sen de beni yüreksiz?
****
geride kaldık.
unutulduk.
her şeye tamam da...
bir eyvallah demeyip çekip gitmek de neyin nesi?
30 Eylül 2010 Perşembe
26 Eylül 2010 Pazar
kan var bütün kelimelerin altında
sevmek farklı bir şey.
ne dostlarla edilen en tatlı muhabbete, ya da zevk alınan en çok şeyi yapmaya.
hiçbirine benzemiyor.
sevmek, nefes almak gibi bir şey. ne ona tamamen benziyor, ne de tamamiyle o.
sevmek; biraz mutluluk, biraz gözyaşı ve biraz da özlem.
****
ne acıdır bir insana "beni unutma!" deme mecburiyetinde bırakmak.
geride kalanın çaresi yoktur. bekler öyle.
daha çok sevmiştir, yalvarmaktadır.
haykırmaktadır!
aslında beni unutma diyen insanlar yalnızlığa mahkumdur.
asla ama asla kendilerinden fazla seven birisini bulamayacaklardır.
kendi aşklarını kendileri büyütmeye alışkınlardır zaten. onlara ağır gelmez bir süre sonra terkedilip gidilmeye.
alışmak...
her şeye alışılır da...
onsuzluğa alışır mı insan?
****
"geçecek demiştin ya, geçmedi duruyor hala."
herkes uyuyor şimdi. koridorlar sessiz. bir allahın kulu yok uyanık sanki.
ya da sağır oldum. duymuyorum hiçbir şeyi.
kulağımda bir şarkı. o unutmam gereken şarkılardan. vazgeçemedim hala. vazgeçemem.
boşver diyorum kendime. çıkmalı bu ruh halinden.
evet, mecbur.
****
zaman ne hızlı geçiyor diyorum kendi kendime.
tam 2 hafta olmuş onunla 1 kere konuşmuşum.
susmuşum, muhabbet bile etmemişim.
onsuz ne yaparım ben mahvolurum derken şimdi hakikaten de mahvolmuş bir haldeyim.
zamana bırakmamışım, zamanla bırakmaya çalışmışım aslında.
****
Posta arabalarından söz et bana
Kan var bütün kelimelerin altında
Ezop'un şu lanetli dilinden söz et
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık birgün olabilir bugün
Aslan kardeşçe uzanabilir kayalıklara
Bir çay şöyle yağmurların kokusunda
Kan var bütün kelimelerin altında
işte durup dururken surda
Bir yelpaze gibi açıldı sesin
Güzün en gürültülü kanadında
Göğün en ince dalında
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık bir gün olabilir bugün
Bir çeşme gibi akabilir cumartesi
Çığlığındaki sessiz harfler
Dün gecenin ağırlığıdır damarlarında
Ne güzel konuşur sokak satıcıları
Fötr şapkalarıyla ne kalabalıktırlar
Ve çiçekçi kızların göğüsleri
Daha suçsuzdur kırlangıç yumurtasından
Kan var bütün kelimelerin altında
Yaprağını dökecek ağaç yok burda
Ama ışık sökebilir olanca renklerini
Sürekli işbaşındadır belleğin
Tanık şairler arasında
Oyuncu arkadaşlar arasında
Yolculuk bir kafiye arayabilir
Atının kuyruğundaki düğümde
Ölüm bir kafiye arayabilir
Ak gömleğinde
Yol bir kafiye arar ve bulur
Dönemeçlerin benzerliğinde
Kan var bütün kelimelerin altında
Bir gül al eline sözgelimi
Kan var bütün kelimelerin altında
Beş dakka tut bir aynanın önünde
Kan var bütün kelimelerin altında
Sonra kes o aynadan bir tutam
Beyaz bir tülbent içinde
Koy iç cebine
Bütün bir ömür kokar o ayna
Kan var bütün kelimelerin altında
işte o kandır senin gülüşün
Sızmıştır hayatın derinlerine
Siyahtır orda kırmızıdır
Daldan dala atlar
Sever çocuklara anlatılan masalları
Ama iş savunmaya gelince
Yalnız alevi savurur
Ve güneşin solmaz çekirdeğini
Yalnız doruklarda
Umulmadık bir gün olabilir bugün
Kan var bütün kelimelerin altında
Cemal Süreya
ne dostlarla edilen en tatlı muhabbete, ya da zevk alınan en çok şeyi yapmaya.
hiçbirine benzemiyor.
sevmek, nefes almak gibi bir şey. ne ona tamamen benziyor, ne de tamamiyle o.
sevmek; biraz mutluluk, biraz gözyaşı ve biraz da özlem.
****
ne acıdır bir insana "beni unutma!" deme mecburiyetinde bırakmak.
geride kalanın çaresi yoktur. bekler öyle.
daha çok sevmiştir, yalvarmaktadır.
haykırmaktadır!
aslında beni unutma diyen insanlar yalnızlığa mahkumdur.
asla ama asla kendilerinden fazla seven birisini bulamayacaklardır.
kendi aşklarını kendileri büyütmeye alışkınlardır zaten. onlara ağır gelmez bir süre sonra terkedilip gidilmeye.
alışmak...
her şeye alışılır da...
onsuzluğa alışır mı insan?
****
"geçecek demiştin ya, geçmedi duruyor hala."
herkes uyuyor şimdi. koridorlar sessiz. bir allahın kulu yok uyanık sanki.
ya da sağır oldum. duymuyorum hiçbir şeyi.
kulağımda bir şarkı. o unutmam gereken şarkılardan. vazgeçemedim hala. vazgeçemem.
boşver diyorum kendime. çıkmalı bu ruh halinden.
evet, mecbur.
****
zaman ne hızlı geçiyor diyorum kendi kendime.
tam 2 hafta olmuş onunla 1 kere konuşmuşum.
susmuşum, muhabbet bile etmemişim.
onsuz ne yaparım ben mahvolurum derken şimdi hakikaten de mahvolmuş bir haldeyim.
zamana bırakmamışım, zamanla bırakmaya çalışmışım aslında.
****
Posta arabalarından söz et bana
Kan var bütün kelimelerin altında
Ezop'un şu lanetli dilinden söz et
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık birgün olabilir bugün
Aslan kardeşçe uzanabilir kayalıklara
Bir çay şöyle yağmurların kokusunda
Kan var bütün kelimelerin altında
işte durup dururken surda
Bir yelpaze gibi açıldı sesin
Güzün en gürültülü kanadında
Göğün en ince dalında
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık bir gün olabilir bugün
Bir çeşme gibi akabilir cumartesi
Çığlığındaki sessiz harfler
Dün gecenin ağırlığıdır damarlarında
Ne güzel konuşur sokak satıcıları
Fötr şapkalarıyla ne kalabalıktırlar
Ve çiçekçi kızların göğüsleri
Daha suçsuzdur kırlangıç yumurtasından
Kan var bütün kelimelerin altında
Yaprağını dökecek ağaç yok burda
Ama ışık sökebilir olanca renklerini
Sürekli işbaşındadır belleğin
Tanık şairler arasında
Oyuncu arkadaşlar arasında
Yolculuk bir kafiye arayabilir
Atının kuyruğundaki düğümde
Ölüm bir kafiye arayabilir
Ak gömleğinde
Yol bir kafiye arar ve bulur
Dönemeçlerin benzerliğinde
Kan var bütün kelimelerin altında
Bir gül al eline sözgelimi
Kan var bütün kelimelerin altında
Beş dakka tut bir aynanın önünde
Kan var bütün kelimelerin altında
Sonra kes o aynadan bir tutam
Beyaz bir tülbent içinde
Koy iç cebine
Bütün bir ömür kokar o ayna
Kan var bütün kelimelerin altında
işte o kandır senin gülüşün
Sızmıştır hayatın derinlerine
Siyahtır orda kırmızıdır
Daldan dala atlar
Sever çocuklara anlatılan masalları
Ama iş savunmaya gelince
Yalnız alevi savurur
Ve güneşin solmaz çekirdeğini
Yalnız doruklarda
Umulmadık bir gün olabilir bugün
Kan var bütün kelimelerin altında
Cemal Süreya
23 Eylül 2010 Perşembe
ruhum bedenimden farklı bir cumhuriyet
insanoğlunun en büyük hatasıdır sevdiceği hayatının merkezine yerleştirmek.
onun etrafında tavaf etmek gece gündüz.
onun etrafında geceyi yaşayıp gündüz düşleriyle yaşatmak.
fakat aşığın elinde değildir ki.
maşuk onu ele geçirmiş, o istese de istemese de kendisine doğru çekmektedir bir girdap misali.
rüzgarıyla serinletir, acı sözleriyle can yakar, tek bir samimiyet kelimesiyle dünyanın en mutlu insanı yapar o.
acımasızdır.
istisnasız!
hele ki bir ağyarınız varsa...
****
her şey bağırıyor bana.
her ses onun sesi. her müzik onun sevdiği şarkı.
içtiğim her sigara aslında onun içtiği sigara!
mutluluğu erteliyorum uğruna.
diyorum ki şu saatten sonra gelse ne yazar.
gelmese ne yazar...
onun hakkında yazdığım eski bir cümleyi okuyorum.
"sen olmasan ne yapardım bilmiyorum."
ne mi yapardım...
şu an olduğum gibi olurdum.
kirli, çiğ, yaşlanmış, her şeyden umudunu kesmiş.
ve parçalanmış.
her şeyden umudunu kesmiş.
her şeyden!
****
hiçbir şey hatırlatmamalı seni bana.
sigara içerken boş boş bakmamalıyım dumana.
sana özgü sözleri söylememeliyim mesela.
alışkanlıklarımı değiştirmeliyim.
dinlediğim şarkıları değiştirmeliyim mesela. öncelikl hatta.
bir daha dinlenmemek üzere unutmalıyım onları.
hafızamın derinlerine itmeliyim anıları. elini tutuşumu ve o zayıf, yorgun bir kedi gibi bana sarılışını.
unutmalıyım.
evet. unutmalıyım!
****
gecenin en karanlık saatinde, yine seni düşlüyorum.
hayallerim de karanlık. sen de.
elimde bir bıçak, yolumu kapatan ağaçları kesiyorum.
teker teker.
biliyorum, çok uzakta değil huzur.
artık mutluluk da aramıyorum.
tek istediğim huzur.
tek istediğim rüyalarımda artık eskisi gibi güzel olmaman.
tek istediğim birazcık uyku.
birazcık da sen.
****
şimdi çıkıp bana desen ki, seni hiç sevmemiştim.
canım daha az acır.
belki bir ay, belki iki ay.
nefret ederim senden. değmezmiş derim.
beklerim öylece.
üzülürüm elbet. henüz taş kalpli biri olmayı beceremeyen biri olarak üzülürüm.
üzülürüm.
ben hep üzülürüm.
****
ruhum bedenimden farklı bir cumhuriyet.
kan ağlayan bir içim, gülümseyen bir suratım var.
maskelerim günden güne çoğaldı.
sensizlikte.
****
kim bilir ne kaldı
benden sana şimdi
belki sen de hala yaşıyorsun beni
benden uzaklarda bana benden yakın
belki kollarında bir başka adamın
onun etrafında tavaf etmek gece gündüz.
onun etrafında geceyi yaşayıp gündüz düşleriyle yaşatmak.
fakat aşığın elinde değildir ki.
maşuk onu ele geçirmiş, o istese de istemese de kendisine doğru çekmektedir bir girdap misali.
rüzgarıyla serinletir, acı sözleriyle can yakar, tek bir samimiyet kelimesiyle dünyanın en mutlu insanı yapar o.
acımasızdır.
istisnasız!
hele ki bir ağyarınız varsa...
****
her şey bağırıyor bana.
her ses onun sesi. her müzik onun sevdiği şarkı.
içtiğim her sigara aslında onun içtiği sigara!
mutluluğu erteliyorum uğruna.
diyorum ki şu saatten sonra gelse ne yazar.
gelmese ne yazar...
onun hakkında yazdığım eski bir cümleyi okuyorum.
"sen olmasan ne yapardım bilmiyorum."
ne mi yapardım...
şu an olduğum gibi olurdum.
kirli, çiğ, yaşlanmış, her şeyden umudunu kesmiş.
ve parçalanmış.
her şeyden umudunu kesmiş.
her şeyden!
****
hiçbir şey hatırlatmamalı seni bana.
sigara içerken boş boş bakmamalıyım dumana.
sana özgü sözleri söylememeliyim mesela.
alışkanlıklarımı değiştirmeliyim.
dinlediğim şarkıları değiştirmeliyim mesela. öncelikl hatta.
bir daha dinlenmemek üzere unutmalıyım onları.
hafızamın derinlerine itmeliyim anıları. elini tutuşumu ve o zayıf, yorgun bir kedi gibi bana sarılışını.
unutmalıyım.
evet. unutmalıyım!
****
gecenin en karanlık saatinde, yine seni düşlüyorum.
hayallerim de karanlık. sen de.
elimde bir bıçak, yolumu kapatan ağaçları kesiyorum.
teker teker.
biliyorum, çok uzakta değil huzur.
artık mutluluk da aramıyorum.
tek istediğim huzur.
tek istediğim rüyalarımda artık eskisi gibi güzel olmaman.
tek istediğim birazcık uyku.
birazcık da sen.
****
şimdi çıkıp bana desen ki, seni hiç sevmemiştim.
canım daha az acır.
belki bir ay, belki iki ay.
nefret ederim senden. değmezmiş derim.
beklerim öylece.
üzülürüm elbet. henüz taş kalpli biri olmayı beceremeyen biri olarak üzülürüm.
üzülürüm.
ben hep üzülürüm.
****
ruhum bedenimden farklı bir cumhuriyet.
kan ağlayan bir içim, gülümseyen bir suratım var.
maskelerim günden güne çoğaldı.
sensizlikte.
****
kim bilir ne kaldı
benden sana şimdi
belki sen de hala yaşıyorsun beni
benden uzaklarda bana benden yakın
belki kollarında bir başka adamın
21 Eylül 2010 Salı
gökyüzü senin evin
insan umudunu kaybederse yaşamayaz derdim ben hep başkalarına.
şimdi ise ben kaybettim umudumu.
arıyorum günlerdir.
her yere baktım. bira şişelerinin diplerine dahi.
en çok da onlara baktım...
gözlerimi kapatıyorum, başım ağır geliyor boynuma.
nasıl bir iradeyle ayakta kaldığımı bilmiyorum. sadece yaşıyorum, yürüyorum, içiyorum ve yazıyorum.
sadece.
kendi coğrafyamda yolumu kaybettim.
kalbimin çıkışını aradım, bulamadım.
odalarımda kayboldum. insan kendini tamamiyle tanıdığını düşünürken hiç keşfetmediği odaları olduğunu görünce şaşırıyor doğrusu.
hayır, hayır.
insan, yüzleşmek istemediği şeylerle yüzleşince yaşıyor o yıkımı, zorluğu.
****
görüşümdeki her şey donuyor, buz kesiyor.
bir ben kalıyorum orda, ortada.
hayatı bulanık yaşamak kötü.
net olmalı bazı şeyler.
ya var, ya yok.
var. yok.
sen var mısın ki diye soruyor iç ses.
ben varım diyorum. ben varım ve hep olacağım!
dönüp bakıyorum aynaya. henüz ölmedi ruhum.
hayır, içimde hala sevgi var benim.
çokça hem de!
belki de bir insanı ayakta tutan sevme yetisidir. o an sevmesidir.
belki de aşktır.
****
çocuğum henüz.
10 yaşında ya varım ya yokum.
eriği çok seviyorum. karşı komşunun erik ağacı benim için bir maden adeta.
gidiyorum habersiz ağacın yanına.
en yakınındaki eriğe ulaşmaya çalışıyorum.
boyum yetişmiyor, kısa kalıyorum.
zıplıyorum, yine olmuyor.
parmaklarımın ucuyla bile dokunamıyorum.
fakat o eriğin orda olduğunu biliyorum.
boyum uzadığında rahat rahat çıkıp alabileceğimi düşünüyorum.
tabii ki eğer o ağaç hala oradaysa...
****
saplantılı bir aşka dönüşüyor benim aşkım. farkına varıyorum. bu güzel.
taşınıyorum ben.
her yerden.
kendimden gidiyorum ben.
senin için.
seni daha çabuk unutabilmek için.
rahatsız etmemek için belki de seni.
yapıyorum bunu.
yapacağım.
sırayla her şey...
yanıyorum aslında ben.
küllerim savruluyor dört bir yana.
yine.
boş yere yanmadığımı biliyorum ama.
değer.
her şey değer.
gözyaşlarım da, emeklerim de, tek başıma büyütmeye çalıştığım sevgim de.
her şey.
değer.
sahi, "o"nun için gözyaşı akıtmayacağız da kimin için akıtacağız?
****
seviyorum.
çok.
çok seviyorum.
belki de hatayı çok sevmekte yapıyorum?
-çok sevdin de ne oldu? diyor iç ses.
-hiç bir şey. diyorum. başka bir diyeceğim yok.
ne olabilir ki?!
seviyorum.
ben hep seviyorum.
hep geri plana atılan ve hep parçalanan taraf oluyorum.
değer.
her şey!
****
sonsuz göğün altında
aşkın aşkla çarpımı
nedendir bilinmez
garip bir biçimde
hep sonsuzdur.
şimdi ise ben kaybettim umudumu.
arıyorum günlerdir.
her yere baktım. bira şişelerinin diplerine dahi.
en çok da onlara baktım...
gözlerimi kapatıyorum, başım ağır geliyor boynuma.
nasıl bir iradeyle ayakta kaldığımı bilmiyorum. sadece yaşıyorum, yürüyorum, içiyorum ve yazıyorum.
sadece.
kendi coğrafyamda yolumu kaybettim.
kalbimin çıkışını aradım, bulamadım.
odalarımda kayboldum. insan kendini tamamiyle tanıdığını düşünürken hiç keşfetmediği odaları olduğunu görünce şaşırıyor doğrusu.
hayır, hayır.
insan, yüzleşmek istemediği şeylerle yüzleşince yaşıyor o yıkımı, zorluğu.
****
görüşümdeki her şey donuyor, buz kesiyor.
bir ben kalıyorum orda, ortada.
hayatı bulanık yaşamak kötü.
net olmalı bazı şeyler.
ya var, ya yok.
var. yok.
sen var mısın ki diye soruyor iç ses.
ben varım diyorum. ben varım ve hep olacağım!
dönüp bakıyorum aynaya. henüz ölmedi ruhum.
hayır, içimde hala sevgi var benim.
çokça hem de!
belki de bir insanı ayakta tutan sevme yetisidir. o an sevmesidir.
belki de aşktır.
****
çocuğum henüz.
10 yaşında ya varım ya yokum.
eriği çok seviyorum. karşı komşunun erik ağacı benim için bir maden adeta.
gidiyorum habersiz ağacın yanına.
en yakınındaki eriğe ulaşmaya çalışıyorum.
boyum yetişmiyor, kısa kalıyorum.
zıplıyorum, yine olmuyor.
parmaklarımın ucuyla bile dokunamıyorum.
fakat o eriğin orda olduğunu biliyorum.
boyum uzadığında rahat rahat çıkıp alabileceğimi düşünüyorum.
tabii ki eğer o ağaç hala oradaysa...
****
saplantılı bir aşka dönüşüyor benim aşkım. farkına varıyorum. bu güzel.
taşınıyorum ben.
her yerden.
kendimden gidiyorum ben.
senin için.
seni daha çabuk unutabilmek için.
rahatsız etmemek için belki de seni.
yapıyorum bunu.
yapacağım.
sırayla her şey...
yanıyorum aslında ben.
küllerim savruluyor dört bir yana.
yine.
boş yere yanmadığımı biliyorum ama.
değer.
her şey değer.
gözyaşlarım da, emeklerim de, tek başıma büyütmeye çalıştığım sevgim de.
her şey.
değer.
sahi, "o"nun için gözyaşı akıtmayacağız da kimin için akıtacağız?
****
seviyorum.
çok.
çok seviyorum.
belki de hatayı çok sevmekte yapıyorum?
-çok sevdin de ne oldu? diyor iç ses.
-hiç bir şey. diyorum. başka bir diyeceğim yok.
ne olabilir ki?!
seviyorum.
ben hep seviyorum.
hep geri plana atılan ve hep parçalanan taraf oluyorum.
değer.
her şey!
****
sonsuz göğün altında
aşkın aşkla çarpımı
nedendir bilinmez
garip bir biçimde
hep sonsuzdur.
18 Eylül 2010 Cumartesi
bekleme dedi ve gitti
safagi bekleyen askerler gibi gun sayiyorum artik.
onlar daha avantajli benden. cunku belirli bir sayi var. belirli bir vakit ve kurtulus gunu...
bense onu bir daha ne zaman gorecegimin dusuncesindeyim.
bugun onsuz gecen 5. gun.
hayatimdan tamamen ciktigi bir 5 gun.
telefonumun isiginin yanmadigi, sikintiyla bogustugum islerimin arasinda kaldigin 5 gun.
5.
bes.
ne kadar da kisaymis gibi geliyor boyle konusunca. bes gun nedir ki bir hafta bile degil. ustelik ugrasacagim seyler de vardi.
su 5 gundur, hic olmadigim kadar kesik hissediyorum kendimi.
sdanki bir daha hic konusmayacakmisiz gibi.
sanki seni bir sonraki gorosumde yaninda hic istemeyecegim biri olacakmis gibi. bilmiyorum, bunlar hisler. kuruntu da degil...
5.
bes.
5 gun.
ne kadar uzun olabilir ki?!
****
-lan oglum nereye gidelim lan soyle. diyor sevdigim bir dostum.
-farketmez abi be. diyorum.
sabah 11. kahvaltiya gidiyoruz.
iyiyim.
yani kendimi iyi hissediyorum. belki de dostla gorusmenin etkisi.
belki de tamamiyle benim kendi maskemi takmamla alakali.
umrumda da degil.
keske o da burda olsaydi diyorum. gulseydi, sakalar yapsaydi. farkettirmeden kiskansaydi.
bos bos bakiyorum onun olmasi gereken sandalyeye.
karsimdaki hatun da ona baktigimi saniyormus gibi el salliyor bana. kendime geliyorum, noluyor lan diyorum.
keske o da burda olsaydi diyorum. calan hafif hizli bir sarkida, belki bir leonard cohen sarkisinda kalkip dans ederdik.
belki sansimiza dance me to the end of love calardi dans ederken biz.
elleri ellerimde, sonsuzluga dogru dans ederdik.
belki.
****
bir sigara daha yakiyorum.
gece soguk degil pek.
-5 gun oldu ha. diyorum kendi kendime.
hayiflaniyorum.
elimde bana biraktigi bir toka dahi yok.
bana biraktigi sadece kirik dokuk anilar ve eski resimler.
kirik dokuk anilar ve artik olu dogan umutlar.
-5 gun ne kadar uzun olabilir ki oglum. diyorum tekrar. ne olacak olm bak kosusturmaca derken gecti gitti oyle boyle. bunu uzun vadeli dusunursen oyle gecip gidecek.
camda yansimami goruyorum.
kendime bakmaya utanamiyorum.
bilincaltimin uydurdugu yalanlara dahi kanabiliyorum.
kendi yalanlarima!
kendi yalanlarimi yasiyorum ve ona gore umut besliyorum.
****
hiclige umut beslemek gibi bir sey bu.
gelmeyecegini bilerek beklemek onu.
ask mi bu peki? dedim bosluga.
hayir, bu bile bile aptalliktir dedi.
gozlerimi karanliga diktim. bos bos baktim.
hakliydi.
bile bile aptallikti boyle bir sey.
lakin kara mantigin kacirdigi bir sey vardi:
ask zaten bile bile aptallikti!
****
-ben gidiyorum. dedim icime.
icimden seni cikaramadim, ben gittim.
eski resimlerini sana biraktim.
birlikte yedigimiz mabel sakizlarin kagidini da sana biraktim. sen onemsemezsin `ma belle`
cocukluk anilarima kiyamadim. lakin emin ellere biraktigimin bilinciyle onlari da biraktim.
yanima sadece bir tutam sacini ve gozlerinden caldigim son bir bakisi aldim.
hayallerim zaten copte.
yuzunun guzelligini dahi unutacagimi bile bile, senin icin senden gecerim felsefesiyle biraktim her seyi ardimdan.
-haydi eyvallah! dedim.
-ben hep burada olacagim. dedin icimden.
gulumsedim.
sen hep orda ol.
hep!
gerekirse iklimine bir daha ugramam.
ol!
****
-bekleme beni dedi. okulu bitirdikten sonra evlenecegim ben. bekleme beni hic.
aciyordu sanki bana.
ruhumu ozgur birakmaya calisiyordu farkindaydim.
bir sey diyemedim.
dudaklarimi hareket ettiremedim. kitlendiler.
cekip gittim oylesine.
hicbir sey demeden.
o hakliymiscasina.
****
bekle dedi gitti.
ben bekledim o da gelmedi,
ölüm gibi birşey oldu,
ama kimse ölmedi
onlar daha avantajli benden. cunku belirli bir sayi var. belirli bir vakit ve kurtulus gunu...
bense onu bir daha ne zaman gorecegimin dusuncesindeyim.
bugun onsuz gecen 5. gun.
hayatimdan tamamen ciktigi bir 5 gun.
telefonumun isiginin yanmadigi, sikintiyla bogustugum islerimin arasinda kaldigin 5 gun.
5.
bes.
ne kadar da kisaymis gibi geliyor boyle konusunca. bes gun nedir ki bir hafta bile degil. ustelik ugrasacagim seyler de vardi.
su 5 gundur, hic olmadigim kadar kesik hissediyorum kendimi.
sdanki bir daha hic konusmayacakmisiz gibi.
sanki seni bir sonraki gorosumde yaninda hic istemeyecegim biri olacakmis gibi. bilmiyorum, bunlar hisler. kuruntu da degil...
5.
bes.
5 gun.
ne kadar uzun olabilir ki?!
****
-lan oglum nereye gidelim lan soyle. diyor sevdigim bir dostum.
-farketmez abi be. diyorum.
sabah 11. kahvaltiya gidiyoruz.
iyiyim.
yani kendimi iyi hissediyorum. belki de dostla gorusmenin etkisi.
belki de tamamiyle benim kendi maskemi takmamla alakali.
umrumda da degil.
keske o da burda olsaydi diyorum. gulseydi, sakalar yapsaydi. farkettirmeden kiskansaydi.
bos bos bakiyorum onun olmasi gereken sandalyeye.
karsimdaki hatun da ona baktigimi saniyormus gibi el salliyor bana. kendime geliyorum, noluyor lan diyorum.
keske o da burda olsaydi diyorum. calan hafif hizli bir sarkida, belki bir leonard cohen sarkisinda kalkip dans ederdik.
belki sansimiza dance me to the end of love calardi dans ederken biz.
elleri ellerimde, sonsuzluga dogru dans ederdik.
belki.
****
bir sigara daha yakiyorum.
gece soguk degil pek.
-5 gun oldu ha. diyorum kendi kendime.
hayiflaniyorum.
elimde bana biraktigi bir toka dahi yok.
bana biraktigi sadece kirik dokuk anilar ve eski resimler.
kirik dokuk anilar ve artik olu dogan umutlar.
-5 gun ne kadar uzun olabilir ki oglum. diyorum tekrar. ne olacak olm bak kosusturmaca derken gecti gitti oyle boyle. bunu uzun vadeli dusunursen oyle gecip gidecek.
camda yansimami goruyorum.
kendime bakmaya utanamiyorum.
bilincaltimin uydurdugu yalanlara dahi kanabiliyorum.
kendi yalanlarima!
kendi yalanlarimi yasiyorum ve ona gore umut besliyorum.
****
hiclige umut beslemek gibi bir sey bu.
gelmeyecegini bilerek beklemek onu.
ask mi bu peki? dedim bosluga.
hayir, bu bile bile aptalliktir dedi.
gozlerimi karanliga diktim. bos bos baktim.
hakliydi.
bile bile aptallikti boyle bir sey.
lakin kara mantigin kacirdigi bir sey vardi:
ask zaten bile bile aptallikti!
****
-ben gidiyorum. dedim icime.
icimden seni cikaramadim, ben gittim.
eski resimlerini sana biraktim.
birlikte yedigimiz mabel sakizlarin kagidini da sana biraktim. sen onemsemezsin `ma belle`
cocukluk anilarima kiyamadim. lakin emin ellere biraktigimin bilinciyle onlari da biraktim.
yanima sadece bir tutam sacini ve gozlerinden caldigim son bir bakisi aldim.
hayallerim zaten copte.
yuzunun guzelligini dahi unutacagimi bile bile, senin icin senden gecerim felsefesiyle biraktim her seyi ardimdan.
-haydi eyvallah! dedim.
-ben hep burada olacagim. dedin icimden.
gulumsedim.
sen hep orda ol.
hep!
gerekirse iklimine bir daha ugramam.
ol!
****
-bekleme beni dedi. okulu bitirdikten sonra evlenecegim ben. bekleme beni hic.
aciyordu sanki bana.
ruhumu ozgur birakmaya calisiyordu farkindaydim.
bir sey diyemedim.
dudaklarimi hareket ettiremedim. kitlendiler.
cekip gittim oylesine.
hicbir sey demeden.
o hakliymiscasina.
****
bekle dedi gitti.
ben bekledim o da gelmedi,
ölüm gibi birşey oldu,
ama kimse ölmedi
17 Eylül 2010 Cuma
bu gece ölümü kokluyorum
bu gece ölümü kokluyorum.
tüylerim diken diken.
çığlıklar geliyor kulağıma. acı çığlıklar.
ölünce insan çığlık atar mı diyorum kendi kendime.
bilmiyorum. bağırıyorum. kimse duymuyor.
nefes aldığımı hissediyorum. evet, kalbim atıyor.
fakat neden beni kimse duymuyor?
yağmur sonrası toprak kokusunu hep sevmişimdir.
huzur verirdi bana. keşke o kokuyu hapsedebilseydik bir kavanoza, bir parfüm şişesine.
fakat o kokuyu güzel yapan doğallığı. yapay olarak elde etsek ne manası kalırdı değil mi?
bu gece topğrağın kokusu daha çok duyuyorum.
bedenim yaşıyor. lakin ruhum yaşamadıkça, ne önemi var bunun?
bu gece toprağın, ölümün kokusunu alıyorum.
ilk defa yürümeye başlayan bir çocuğun sendelemesi gibi kayıp düşüyorum yere.
oysa sarhoş değilim. aklım hiç olmadığı kadar başımda.
o an, ruhumun ölmüş olduğunu farkediyorum. ayağımın o yüzden kaydığını hayal meyal hatırlıyorum.
bu gece ölümü kokluyorum.
karanlıklar arasında bir mum ışığı.
cılız fakat umut verici.
birileri gelir de üfler diye korkuyorum.
o ışık "ben"im.
o ışık benim umutlarım.
bu gece ölümü kokluyorum.
beynimin yarattığı katiller öldürdü ruhumu.
öldürdüler.
öldürdüm.
14 Eylül 2010 Salı
belkiler biriktirmek
döngü.
sürekli bir döngü.
hayatımız monoton diyoruz, sızlanıyoruz ya, o bile bir döngünün öğesi.
her gece ölüp, ertesi günün sabahı dirilmek de bir döngü.
sürekli kavga edip hemen barışmak da bir döngü.
bir daha "o"nu düşünmeyeceğinize karar verip saniye geçmeden onu ünlemek...
işte o aşk.
****
yanımda duruyor öylece.
otobüs bekliyoruz.
yorgun. yürümekten yorulmuş, belli.
ama neşeli gözüküyor. çocuksu sesler çıkartıyor, hiç bilmediğim şarkıları söyleyip saçmalıyor.
neşeli, evet.
uzaklara bakıyormuş gibi yapıyorum omzunun üstünden.
oysa amacım ona bakmak.
farkında olmadan.
yapamıyorum çünkü.
o yanımdayken, gözlerim ona kitleniyor, başkasını görmüyorum. sürekli onunla ilgileniyor, sürekli nefesini takip ediyorum. ağzından çıkan tek bir kelimeyi kaçırmamak için peşinde dolaşıyorum adeta cümlelerinin.
farketmemesi lazım yalnız ona baktığımı direk.
hoş olmaz, arkadaşız diyorum kendi kendime.
utanmıyorum, hayır. zaman zaman bir vicdan azabı gelse de, atlatmam bir saniye sürüyor.
zira her ne kadar bir platonik aşk olsa da benimkisi ve hala "arkadaş" olmaya çalışsak da, ben onu sevdiğimi asla gizlemedim, gizlemem de.
her fırsatta yüzüne vurdum.
gözlerinin içine bakarak söyledim belki fark eder diye.
yani, saklamadım. ihanet etmedim.
böyle bir şeyi yapacak gücüm dahi yok zaten...
****
-arkadaşların çok hoş insanlar. hatta o kız, neydi ismi, hah evet o. onunla konuşmak çok basitti, hiç zorlanmadım. diyor.
anlamıyorum ilk başta.
oysa o eğleniyor.
-nasıl yani? diyorum.
-benim hakkımda neredeyse her şeyi biliyor. diyor.
sırıtıyorum alenen.
gülümsemem kocaman.
-şaşırdın mı? diyorum. şaşırma, çünkü senin hakkında çok konuştum onunla.
susuyoruz.
insanlar susuyor.
biz susuyoruz.
sus.
****
-neyse, hadi müzik dinleyelim. diyor.
-tamam, aç dinleyelim. diyorum.
açıyor telefonundan bir kaç şarkı.
çok sevdiğim fakat, ruh halime hiç uymayan bir kaç şarkı çalıyor.
katlanıyorum elbette.
birden tanıdık bir ezgi çalınıyor kulağıma:
travis- happy to hang around.
içim cız ediyor.
bu şarkı özel.
benim için de, onun için de.
o, her ne kadar kendisini anlattığını düşünse de şarkının, bu tamamiyle 'ben'im.
başını omzuma koyuyor.
o an elim ayağım dolaşıyor birbirine. ne yapacağımı bilmiyorum.
öylece, put gibi oturuyorum orda.
başımı çevirip bakamıyorum bile ona.
kalp atışlarım hızlanıyor.
elimi koyacak yer bulamıyor. sonunda ayaklarımın üstüne koyuyorum.
öyle eğretiyim ki!
başımı çevirip bakamıyorum ona.
bakmamam lazım.
ona dönüp bakmamam lazım.
bakarsam ağlayacağım, biliyorum.
bakarsam elini tutacağım, kendime hakim olamayacağım.
****
bakışlarım hep önde. sağa sola bakmıyorum.
şarkı devam ediyor, benim içim yanıyor.
aşık olduğum insan omzumda, bense bir şey yapmamaya çalışıyorum.
koyuyor bu.
hem de çok!
şarkı bitiyor, kafasını kaldırıyor.
o an cüret edebiliyorum ona bakmaya. saçlarını düzeltiyor her zamanki zarifliğiyle.
düşünceli.
halinden belli ne kadar kötü olduğu.
-seviyorum seni! diyorum.
sesim çıkmıyor.
alışkınım ne de olsa.
başka bir şarkı daha açıyor.
ilk şarkının kasıtlı olmadığını biliyorum.
lakin şimdi açtığı şarkı, beni daha da derinden vuruyor:
teoman-mavi kuş ile küçük kız.
bu şarkı bana bir mesaj.
daha açık bir mesaj olamazdı hatta.
başı hala omzumda.
bir ara sanki hıçkırıyormuş gibi bir ses çıkıyor.
cesaretim yok dönüp bakmaya.
yok.
****
"başka bir adla, başka bir zamanda rastlasaydım demiştim ya o gün sana"
biliyor.
geç kaldığımı bazı şeylere, başka bir zamanda tanışmamız gerektiğini biliyor.
aslında o bana umut vermiyor, o an tüm umutlarımı yok ediyor.
hep hayranım.
hep!
yanından ayrılıyorum. gitmem gerekiyor.
-dikkat et kendine. diyorum. bu kelimeler, 20 dakikadır söylediğim ilk kelimeler.
-sen de. ararım seni. diyor.
-peki. diyorum gönülsüzce.
arayacağını biliyorum.
bir gün arayacak.
bir gün..
****
sıcaklığımı ona veremediğim için üzülüyorum. fakat kolumda sızması için vakit var. hala.
belkilerimi biriktiriyorum yine.
uyumadan önce, son "belki"m geliyor aklıma. üzülüyorum.
****
-belki bir gün tekrar aşık olurum ona.
sürekli bir döngü.
hayatımız monoton diyoruz, sızlanıyoruz ya, o bile bir döngünün öğesi.
her gece ölüp, ertesi günün sabahı dirilmek de bir döngü.
sürekli kavga edip hemen barışmak da bir döngü.
bir daha "o"nu düşünmeyeceğinize karar verip saniye geçmeden onu ünlemek...
işte o aşk.
****
yanımda duruyor öylece.
otobüs bekliyoruz.
yorgun. yürümekten yorulmuş, belli.
ama neşeli gözüküyor. çocuksu sesler çıkartıyor, hiç bilmediğim şarkıları söyleyip saçmalıyor.
neşeli, evet.
uzaklara bakıyormuş gibi yapıyorum omzunun üstünden.
oysa amacım ona bakmak.
farkında olmadan.
yapamıyorum çünkü.
o yanımdayken, gözlerim ona kitleniyor, başkasını görmüyorum. sürekli onunla ilgileniyor, sürekli nefesini takip ediyorum. ağzından çıkan tek bir kelimeyi kaçırmamak için peşinde dolaşıyorum adeta cümlelerinin.
farketmemesi lazım yalnız ona baktığımı direk.
hoş olmaz, arkadaşız diyorum kendi kendime.
utanmıyorum, hayır. zaman zaman bir vicdan azabı gelse de, atlatmam bir saniye sürüyor.
zira her ne kadar bir platonik aşk olsa da benimkisi ve hala "arkadaş" olmaya çalışsak da, ben onu sevdiğimi asla gizlemedim, gizlemem de.
her fırsatta yüzüne vurdum.
gözlerinin içine bakarak söyledim belki fark eder diye.
yani, saklamadım. ihanet etmedim.
böyle bir şeyi yapacak gücüm dahi yok zaten...
****
-arkadaşların çok hoş insanlar. hatta o kız, neydi ismi, hah evet o. onunla konuşmak çok basitti, hiç zorlanmadım. diyor.
anlamıyorum ilk başta.
oysa o eğleniyor.
-nasıl yani? diyorum.
-benim hakkımda neredeyse her şeyi biliyor. diyor.
sırıtıyorum alenen.
gülümsemem kocaman.
-şaşırdın mı? diyorum. şaşırma, çünkü senin hakkında çok konuştum onunla.
susuyoruz.
insanlar susuyor.
biz susuyoruz.
sus.
****
-neyse, hadi müzik dinleyelim. diyor.
-tamam, aç dinleyelim. diyorum.
açıyor telefonundan bir kaç şarkı.
çok sevdiğim fakat, ruh halime hiç uymayan bir kaç şarkı çalıyor.
katlanıyorum elbette.
birden tanıdık bir ezgi çalınıyor kulağıma:
travis- happy to hang around.
içim cız ediyor.
bu şarkı özel.
benim için de, onun için de.
o, her ne kadar kendisini anlattığını düşünse de şarkının, bu tamamiyle 'ben'im.
başını omzuma koyuyor.
o an elim ayağım dolaşıyor birbirine. ne yapacağımı bilmiyorum.
öylece, put gibi oturuyorum orda.
başımı çevirip bakamıyorum bile ona.
kalp atışlarım hızlanıyor.
elimi koyacak yer bulamıyor. sonunda ayaklarımın üstüne koyuyorum.
öyle eğretiyim ki!
başımı çevirip bakamıyorum ona.
bakmamam lazım.
ona dönüp bakmamam lazım.
bakarsam ağlayacağım, biliyorum.
bakarsam elini tutacağım, kendime hakim olamayacağım.
****
bakışlarım hep önde. sağa sola bakmıyorum.
şarkı devam ediyor, benim içim yanıyor.
aşık olduğum insan omzumda, bense bir şey yapmamaya çalışıyorum.
koyuyor bu.
hem de çok!
şarkı bitiyor, kafasını kaldırıyor.
o an cüret edebiliyorum ona bakmaya. saçlarını düzeltiyor her zamanki zarifliğiyle.
düşünceli.
halinden belli ne kadar kötü olduğu.
-seviyorum seni! diyorum.
sesim çıkmıyor.
alışkınım ne de olsa.
başka bir şarkı daha açıyor.
ilk şarkının kasıtlı olmadığını biliyorum.
lakin şimdi açtığı şarkı, beni daha da derinden vuruyor:
teoman-mavi kuş ile küçük kız.
bu şarkı bana bir mesaj.
daha açık bir mesaj olamazdı hatta.
başı hala omzumda.
bir ara sanki hıçkırıyormuş gibi bir ses çıkıyor.
cesaretim yok dönüp bakmaya.
yok.
****
"başka bir adla, başka bir zamanda rastlasaydım demiştim ya o gün sana"
biliyor.
geç kaldığımı bazı şeylere, başka bir zamanda tanışmamız gerektiğini biliyor.
aslında o bana umut vermiyor, o an tüm umutlarımı yok ediyor.
hep hayranım.
hep!
yanından ayrılıyorum. gitmem gerekiyor.
-dikkat et kendine. diyorum. bu kelimeler, 20 dakikadır söylediğim ilk kelimeler.
-sen de. ararım seni. diyor.
-peki. diyorum gönülsüzce.
arayacağını biliyorum.
bir gün arayacak.
bir gün..
****
sıcaklığımı ona veremediğim için üzülüyorum. fakat kolumda sızması için vakit var. hala.
belkilerimi biriktiriyorum yine.
uyumadan önce, son "belki"m geliyor aklıma. üzülüyorum.
****
-belki bir gün tekrar aşık olurum ona.
13 Eylül 2010 Pazartesi
beni sevmiyordun bilirdim
sendeki ben, ölmesine birkaç gün kalmış bir kelebek gibi. içindeki aşk, sevgi, anlayış, kıskançlık, hepsi yanıp kül oldu.
yok oldu.
küllerimiz, bizler yeniden doğmaya hazır olana kadar rüzgarla saçılacak ve dağılacak. önce gözlerimi, daha sonra zihnimi yiteceğim uğruna. bu yok oluş tamamlandığı anda sendeki ben çoktan ölmüş olacak. bu bir son değil.
bu, sonun başlangıcı.
****
yağmur yağıyor. delicesine.
-anne, diyorum. çıkalım dolaşalım mı ha ne dersin?
-manyak mısın oğlum, boşver gel içeri. diyor.
-peki, sen git geliyorum anacım. diyorum.
seyrediyorum usulca yağmuru.
şiddetle, sanki yer yüzünden hıncını almak istermiş gibi yağıyor.
çıkıyorum dışarı kendimi tutamayıp.
bu gece yağmurun anlamı büyük benim için.
****
ellerim cebimde, yürüyorum.
canım sıkıldığında yürüyorum ben. hep.
ne kadar da çaresizce bir çözüm bu.
çözüm bile değil...
canımı acıtıyor yağmurun şiddeti. her damlayla birlikte, tenime değen her tanecikle, ben de içimdekileri döküyorum yollara. lağıma layık değiller, fakat hiç olmayacak hayalleri yaşatmaya çalışmak anlamsız.
yürüyorum. ellerim cebimde.
her adımda bir pişmanlığımı bırakıyorum. içimde umut dışında bir şey kalmayıncaya dek yürüyorum.
o an, tanrı tarafından vaftiz ediliyorum.
her şeyi çöpe atmak için cesarete ihtiyacım var.
yağmurda yürümek insanı pervasız yapıyor. farkediyorum bunu.
****
yeni başlangıç yapmaya çalışan birisi, aslında hiçbir zaman o "başlangıç"ı yapamaz.
hiç kimse o kadar cesur değildir. hiçbir dayatma da bunun gerçekleşmesini sağlayamaz.
yeniden başlamaya çalışan, hep eskisinin etkisinde kalır.
hep!
gerçekten başladığında dahi hep acır bir yanı.
her yara tamamen kapanmaz.
bir insanı tamamiyle unutmak dahi bazen o yaraları kapatmaz.
zordur velhasıl.
araf'ta gidip gelmek, zordur.
bir var olup bir yok olmak zordur.
bir dakika önce gülüp bir dakika sonra ağlamak zordur.
aşkı kelimelerle sınırlandırmaya çalışmak gibi, zordur.
yeniden başlamak hep zordur ve her başarısız denemeden sonra pes etmek, denenenin asla gerçekleşmeyeceğine delalettir.
****
yürüyorum. ellerim cebimde.
bağırıp çağırasım geliyor. içim bomboş, tertemiz.
yapamıyorum. çekiniyorum.
bu, arınışımdan sonraki ilk içimde kalan "keşke".
diyorum ki kendi kendime kısa süreli bir bilinç kaybı yaşasam. ailem ve yakın arkadaşlarım hariç kimseyi hatırlamasam.
zihnimin buna ihtiyacı olduğunu hissediyorum o an.
ben unutmam.
ölüm bile unutturamaz içimdeki sevgiyi.
hafıza kaybı mı buna neden olacak?
komik geliyor bu düşünce tekrar.
****
yürüyorum. ellerim cebimde.
dudaklarımda bir candan erçetin şarkısı.
anılara gömülmek kötü. anılara gömülmek acı.
aklıma atilla ilhan'ın bir şiiri geliyor, yüzümün şekli değişiyor.
gözyaşlarımı tutamıyorum, alışkınım ne de olsa.
yürüyorum. ellerim cebimde.
bu gece son diyorum.
bu gece üzülmeye son diyorum.
dün gece söylediğim gibi.
ondan önceki gece söylediğim gibi.
****
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem öldüreceğimden korkardım
felaketim olurdu ağlardım..
yok oldu.
küllerimiz, bizler yeniden doğmaya hazır olana kadar rüzgarla saçılacak ve dağılacak. önce gözlerimi, daha sonra zihnimi yiteceğim uğruna. bu yok oluş tamamlandığı anda sendeki ben çoktan ölmüş olacak. bu bir son değil.
bu, sonun başlangıcı.
****
yağmur yağıyor. delicesine.
-anne, diyorum. çıkalım dolaşalım mı ha ne dersin?
-manyak mısın oğlum, boşver gel içeri. diyor.
-peki, sen git geliyorum anacım. diyorum.
seyrediyorum usulca yağmuru.
şiddetle, sanki yer yüzünden hıncını almak istermiş gibi yağıyor.
çıkıyorum dışarı kendimi tutamayıp.
bu gece yağmurun anlamı büyük benim için.
****
ellerim cebimde, yürüyorum.
canım sıkıldığında yürüyorum ben. hep.
ne kadar da çaresizce bir çözüm bu.
çözüm bile değil...
canımı acıtıyor yağmurun şiddeti. her damlayla birlikte, tenime değen her tanecikle, ben de içimdekileri döküyorum yollara. lağıma layık değiller, fakat hiç olmayacak hayalleri yaşatmaya çalışmak anlamsız.
yürüyorum. ellerim cebimde.
her adımda bir pişmanlığımı bırakıyorum. içimde umut dışında bir şey kalmayıncaya dek yürüyorum.
o an, tanrı tarafından vaftiz ediliyorum.
her şeyi çöpe atmak için cesarete ihtiyacım var.
yağmurda yürümek insanı pervasız yapıyor. farkediyorum bunu.
****
yeni başlangıç yapmaya çalışan birisi, aslında hiçbir zaman o "başlangıç"ı yapamaz.
hiç kimse o kadar cesur değildir. hiçbir dayatma da bunun gerçekleşmesini sağlayamaz.
yeniden başlamaya çalışan, hep eskisinin etkisinde kalır.
hep!
gerçekten başladığında dahi hep acır bir yanı.
her yara tamamen kapanmaz.
bir insanı tamamiyle unutmak dahi bazen o yaraları kapatmaz.
zordur velhasıl.
araf'ta gidip gelmek, zordur.
bir var olup bir yok olmak zordur.
bir dakika önce gülüp bir dakika sonra ağlamak zordur.
aşkı kelimelerle sınırlandırmaya çalışmak gibi, zordur.
yeniden başlamak hep zordur ve her başarısız denemeden sonra pes etmek, denenenin asla gerçekleşmeyeceğine delalettir.
****
yürüyorum. ellerim cebimde.
bağırıp çağırasım geliyor. içim bomboş, tertemiz.
yapamıyorum. çekiniyorum.
bu, arınışımdan sonraki ilk içimde kalan "keşke".
diyorum ki kendi kendime kısa süreli bir bilinç kaybı yaşasam. ailem ve yakın arkadaşlarım hariç kimseyi hatırlamasam.
zihnimin buna ihtiyacı olduğunu hissediyorum o an.
ben unutmam.
ölüm bile unutturamaz içimdeki sevgiyi.
hafıza kaybı mı buna neden olacak?
komik geliyor bu düşünce tekrar.
****
yürüyorum. ellerim cebimde.
dudaklarımda bir candan erçetin şarkısı.
anılara gömülmek kötü. anılara gömülmek acı.
aklıma atilla ilhan'ın bir şiiri geliyor, yüzümün şekli değişiyor.
gözyaşlarımı tutamıyorum, alışkınım ne de olsa.
yürüyorum. ellerim cebimde.
bu gece son diyorum.
bu gece üzülmeye son diyorum.
dün gece söylediğim gibi.
ondan önceki gece söylediğim gibi.
****
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem öldüreceğimden korkardım
felaketim olurdu ağlardım..
11 Eylül 2010 Cumartesi
unutma çabası
yalnızlıktır insanı aç susuz koyan sevgiye. konuşmaya, paylaşmaya ve benliğini bulmaya.
zordur. yani bir kez alıştıktan sonra, o alçakgönüllülüğü gösterip onu kabullendikten sonra basittir. hatta farkınızda olmadan en yakın arkadaşınız oluverir bir anda.
alışmak zordur lakin.
yalnızlığa alışmak kışın kış günü eksi derecelerdeki havada buz gibi suda duş almak gibidir.
şok içinde bırakır insanı.
üşürsünüz sık sık.
ağlama krizleri tutar. hele ki bir ayrılıktan sonraysa yanınıza sokulmaya çalıştığı an yalnızlığın, nöbetler halinde gelir gözyaşı damlaları.
zordur. yalnızlık zordur.
bazıları ondan küçük bir çocuğun karanlıktan korkması gibi korkar.
bazılarının ise, mizacındadır yalnızlık.
ondan ne kadar kaçmaya çalışsalar da bir sakız gibi yapışan...
****
farkındayım her şeyin.
etrafımda olan biten her şeyin farkındayım. artık insanları daha rahat anlıyorum.
bilmiyorum, belki de bu kendimi yeniden arayışım.
tekrardan tek parça olmaya çabalayışım.
hatta belki de çırpınışım.
yüzüne bakıyorum, milyonuncu kez belki de.
kendimden izler arıyorum.
belki gülüşündeki bir benzerlik, gözlerinin içindeki ışıltıda bir iz.
buluyorum.
dünyalar benim oluyor. sadece dünyalar değil, evren, her şey!
bırakıyorum bir yana diğerlerini, seni bir yana koyuyorum.
-hayır! diyorum kendi kendime.
-hayır, artık içimdeki aşkı gömmeliyim bir yerlere, derinlere. diyorum.
derinlere..
bir daha çıkmamak üzere yüzeye.
derinlere!
****
bazılarının mizacında vardır yalnızlık.
yani o insanlara yakışır aslında yalnızlık.
kaçmazlar yalnızlıktan.
aslında, kendilerinden kaçmazlar o insanlar.
yalnızlık, bazen şal olur gecenin rüzgarında koruyan sizi, bazen de bir şemsiye, sizi yağmurdan koruyan.
bazen yalnızlık bir düşman, ezeli. bazense tökezlediğinizde elinizden tutan, candan.
zordur yalnızlık.
soğuktur. teni teninize değmeye görsün. alışkanlık yapar.
sigara gibidir aslında. zararlı olduğunu, onsuz yapabileceğinizi düşündüğünüz.
ama asla bırakılamayan, daima sevilen ve yudumlanan..
****
bu gece yalnızlığımla uzun bir valse kalkıyorum.
kulağıma fısıldıyor:
-hoşgeldin! diyor.
-nereye? diyorum.
-coğrafyama!
korkuyorum.
çok!
o gece, kendimi aldatıyormuş gibi hissediyorum.
bir başkasını değil, kendimi..
kendimi başkalarının döktüğü kalıplara uydurmaya çalışıyorum.
çaresizlik bu olsa gerek.
****
seni unutma çabası. unutamama da cabası.
kalbimin odaları boş.
bense daha senin kalbine ulaşmaya çalışıyorum.
her neyse diyorum.
bir sigara daha yakıyorum.
her neyse..
zordur. yani bir kez alıştıktan sonra, o alçakgönüllülüğü gösterip onu kabullendikten sonra basittir. hatta farkınızda olmadan en yakın arkadaşınız oluverir bir anda.
alışmak zordur lakin.
yalnızlığa alışmak kışın kış günü eksi derecelerdeki havada buz gibi suda duş almak gibidir.
şok içinde bırakır insanı.
üşürsünüz sık sık.
ağlama krizleri tutar. hele ki bir ayrılıktan sonraysa yanınıza sokulmaya çalıştığı an yalnızlığın, nöbetler halinde gelir gözyaşı damlaları.
zordur. yalnızlık zordur.
bazıları ondan küçük bir çocuğun karanlıktan korkması gibi korkar.
bazılarının ise, mizacındadır yalnızlık.
ondan ne kadar kaçmaya çalışsalar da bir sakız gibi yapışan...
****
farkındayım her şeyin.
etrafımda olan biten her şeyin farkındayım. artık insanları daha rahat anlıyorum.
bilmiyorum, belki de bu kendimi yeniden arayışım.
tekrardan tek parça olmaya çabalayışım.
hatta belki de çırpınışım.
yüzüne bakıyorum, milyonuncu kez belki de.
kendimden izler arıyorum.
belki gülüşündeki bir benzerlik, gözlerinin içindeki ışıltıda bir iz.
buluyorum.
dünyalar benim oluyor. sadece dünyalar değil, evren, her şey!
bırakıyorum bir yana diğerlerini, seni bir yana koyuyorum.
-hayır! diyorum kendi kendime.
-hayır, artık içimdeki aşkı gömmeliyim bir yerlere, derinlere. diyorum.
derinlere..
bir daha çıkmamak üzere yüzeye.
derinlere!
****
bazılarının mizacında vardır yalnızlık.
yani o insanlara yakışır aslında yalnızlık.
kaçmazlar yalnızlıktan.
aslında, kendilerinden kaçmazlar o insanlar.
yalnızlık, bazen şal olur gecenin rüzgarında koruyan sizi, bazen de bir şemsiye, sizi yağmurdan koruyan.
bazen yalnızlık bir düşman, ezeli. bazense tökezlediğinizde elinizden tutan, candan.
zordur yalnızlık.
soğuktur. teni teninize değmeye görsün. alışkanlık yapar.
sigara gibidir aslında. zararlı olduğunu, onsuz yapabileceğinizi düşündüğünüz.
ama asla bırakılamayan, daima sevilen ve yudumlanan..
****
bu gece yalnızlığımla uzun bir valse kalkıyorum.
kulağıma fısıldıyor:
-hoşgeldin! diyor.
-nereye? diyorum.
-coğrafyama!
korkuyorum.
çok!
o gece, kendimi aldatıyormuş gibi hissediyorum.
bir başkasını değil, kendimi..
kendimi başkalarının döktüğü kalıplara uydurmaya çalışıyorum.
çaresizlik bu olsa gerek.
****
seni unutma çabası. unutamama da cabası.
kalbimin odaları boş.
bense daha senin kalbine ulaşmaya çalışıyorum.
her neyse diyorum.
bir sigara daha yakıyorum.
her neyse..
10 Eylül 2010 Cuma
haberin var ve ben hala ölüyorum
dünya'da insanlar türlü türlü hastalıklardan ölüyor.
kimimiz kanserden, kimimiz aidsten, kimimiz kalp krizinden...
istisnasız hepimiz acısız ölümü yeğleriz. hepimiz.
çünkü acıya dayanıklı değiliz, onunla barışık değiliz.
korkuyoruz, kabullenemiyoruz.
lakin...
lakin dünya üzerinde en acı verici olan hastalık ise karşılıksız aşktır!
ve bu hastalıktan her gece tekrar tekrar ölenler var!
acılı, uzun bir ölüm.
her gece!
****
-seni çok seviyorum ben! dedim.
diyecek cevabı yoktu.
başını öne eğdi, sigarasından bir yudum daha aldı.
-ama beni sevmediğini biliyorum ben. üzülme! diyorum.
-sen benim hayatımın ışığısın lakin senin hayatının ışığının ben olmadığımın farkındayım. boşver. diyorum.
monoloğuma devam ediyorum:
-artık okuma beni. yazdıklarımı okuma. atlatmam lazım bazı şeyleri. hoşlanmadığın şeyler yazacağım artık. diyorum.
kafasını kaldırıyor.
şaşırıyor. hem de çok.
-niye? benden sakladığın bir şey mi var? diyor.
sesi kulağımı okşuyor.
yakalıyorum havada şaşkınlığını.
tutuyorum ellerinden şaşkınlığının.
şaşkınken bile güzel.
-beni biliyorsun, o acımasız yanımı. gerçekleri çarpıtan. ve hep acıtan!
-ne saklıyorsun benden? bana söylemediğin şey ne?
korkuyorum.
beni yanlış anlayacağından.
söz konusu bile olmamalı bu!
o benim diğer yarım, yegane tanığım.
hayata karşı!
bana karşı!
****
habersiz ölmek, duyulan acıyı iki katına çıkarıyor sanırdım.
her şeyden haberi olmayan bir "o" ve bitip tükenen bir siz.
arkadaşlarım geliyor, teselli ediyor beni.
boşver diyorlar. boşver, olmayacak duaya amin deme diyorlar.
bak başkası var, senin varlığın bir hiç diyorlar.
anlamıyorlar.
onun benim için ne kadar önemli olduğunu bilmiyorlar.
bilmiyorlar.
tanrım ne çok habersizler her şeyden ve ne çok bilmiyorlar!
****
-sana söylemediğim gerçekler var. dillendirmediğim, kaçtığım.
adını ünleyince sesim titriyor, hava değişiyor.
yağan yağmur son buluyor ve sıcaklığı kurutuyor beni.
-anlat. diyor.
-anlat, lütfen benden bir şey saklama.
içim parçalanıyor.
tekrar.
tekrar.
-birkaç sene içinde neredeyse hiç görüşmeyeceğimiz gerçeği. eşin olacak insanın beni istemeyeceği gerçeği. bir insan vakti zamanında eşini bu kadar sevmiş bir adamı niye istesin? varlığım problem benim can. varlığım, hayatına girişim ve alt üst edişim!
sözler ağzımdan bir haykırış olarak çıkıyor.
üzüyorum.
sanki savaş çıkmış da göğsüme bir kurşun yiyip ölmüş gibiyim o an.
kendi kendimi idam ediyorum.
üzüntüsü ok oluyor, havada yakalayamıyorum.
kanım akıp geliyor ayaklarıma. gömleğim kırmızı.
kan kırmızısı!
-yanımda olmanı istiyorum, ne olursa olsun.
bu söz, zamanı geri alıyor, aniden canlanıyorum.
nefesini dudaklarımın arasından üflüyor, canlanıyorum.
bakışlarına güveninin tamamını oturtuyor, muhtaçlığını ve sevgisini, canlanıyorum.
tanrım..
ah tanrım!
bu kadın tüm iç organlarımın yerini değiştirebiliyor.
bir saniye önce beni öldürüp hemen can verebiliyor.
ve ağzından dökülen her kelime beni "ben" yapıyor.
tanrım...
****
haberin var ve ben hala ölüyorum.
ellerim kanıyor.
savaş yaraları hala açık, izleri ise ömrümün sonuna dek taşıyacağım bir gurur, nişan madalyası.
haberin var ve ben hala ölüyorum.
bu gece rüzgar, acımı hafifletiyor.
o acı, bu aralar sadece hafifliyor.
hafifliyor.
haberin var ve ben hala ölüyorum.
sessizce, içten içe..
9 Eylül 2010 Perşembe
aşık olmak ya da olmamak
bizler esasında aşağılığız.
kendi suçlarımızı üstlenemeyecek kadar hem de!
insanda kader inancı olmalı. evet, olmalı. çünkü kader, insanın inanç boşluğunu doldurur.
hep dönen bir çark olduğu düşüncesi, bazı şeylerin "olması" gerektiği düşüncesi, insanı tahmin edeceğinizden çok daha fazla rahatlatır.
çünkü insanoğlu zayıftır.
anne karnından çıktığı andan itibaren korumaya ve ilgiye ihtiyacı olduğu gibi.
ne aşk olmadan yapabilir insan, ne de kader.
ve bu ikisi, lanet olsun ki, birbirine çok yakındır ve bağlantılıdır!
****
-ah be hatun! diyorum iç çekerek.
iç çekiyorum derinden.
sigara dumanıyla dolmuş hayatım. nefes alamıyorum.
fakat oksijensizliğe inat bir nefes daha alıyorum sigaramdan.
konuşamayacağımı bildiğinden o an susuyor.
susuyoruz.
susarken bile çekingeniz aslında.
-sen hep ol be hatun! diyorum içtenlikle.
uzaklara bakıyor.
gözü cam gibi, baktığını görmüyor o an. belli, düşüncelere dalmış o da.
gülümsüyor.
-yine ne oldu can? diyor.
o gülümseyince ben de gülümsüyorum.
gülümseyişlerimiz havada buluşuyor, asılı kalıyor utangaç bir şekilde.
artık gülümseyişlerimizde bile çekingeniz, korkağız.
elimde yanan bir meşale var, onu savuruyorum etrafa farketmeden.
yanmayalım diye kaçıyor benden farketmeden.
meşale ondan uzaklaşınca sokuluyor bana, hissediyorum.
ona doğru gelince, olabildiğince kaçıyor, yanıp kül olmayalım diye.
sönüp gitmeyelim diye.
aslında biraz da böyle dengeyi sağlıyor/z.
ben farketmiyorum bunları o an.
sonraları, çok sonraları anlıyorum.
ve elimde olmadan bir kez daha hayran kalıyorum!
****
seçimlerimiz bizi farklı yapan diğerlerinden.
tutkuyla sevişimiz ve inandığımız şeyler uğruna hayatımızı koymamız farklı kılan bizi.
fakat o egomuz yok mu..
yaptığı hataları bir insan niye üstlenmez?
gerçi, o da bir erdemdir.
hata yaptığını ve hatasını o an kabullenen insan çok azdır esasında.
lakin bizim o insanlardan olmamak için hiçbir nedenimiz yok.
bizler, hep kaderi suçluyoruz.
hep!
aşık oluyoruz, kader diyoruz.
sevdiğimizi üzüyoruz, kader diyoruz.
aldatıyoruz, kader diyoruz.
başkasına aşık oluyoruz, kader diyoruz.
kandırılıyoruz, kader diyoruz.
aşk bir istisna olabilir, lakin biz geri kalan her şeyi kadere yüklüyoruz!
onu günah keçisi yaparak kendimizi aklamaya çalışıyoruz.
ve etrafımızdaki moronlar da buna müsamaha gösteriyor, kabulleniyor.
aslında suçlu kaderMiŞ GiBi yapıyorlar.
ah insanoğlu egosu...
ah!
****
-yine ne oldu can? diyor.
sigaramdan bir nefes daha çekiyorum.
morfin yemiş gibi beynim.
ellerini arıyor zihnimde ellerim.
tutuyorum, gözlerimi kapatıyorum. sakinleşmem için birkaç saniye gerekiyor.
-içimden geldi be can. hep yanımda ol, ne olursa olsun! diyorum.
sanki bunu dememi beklermiş gibi başıyla anladığını belirtip gözlerini yere eğiyor.
vicdan azabı çekmiyor, hayır.
o tüm kartlarını açık oynadığı için vicdan azabı çekmiyor.
fakat sevgime dair inancını daha önceleri kaybettiğinden bir suçluluk hissediyor.
belki de hayıflanıyor.
belki de tüm bunlar benim kuruntum, kim bilir.
-ne olursa olsun, yanında olmak için çaba göstereceğim ben. diyorum.
-biliyor musun, çok rahatladım şu an. diyor.
kokusunu hissediyorum zihnimde, kendi dünyamda.
sımsıkı sarılıyorum ona. kalp atışlarını duyumsuyorum. ürkek bir serçe gibi. narin ve muhtaç.
gözlerim kamaşıyor, açtığımda gözlerimi bana bakarken buluyorum onu.
tepetaklak oluyorum.
yoldaki taşa takılıyor yüreğim, dizleri kanıyor düştüğünden.
canım yanıyor, ama farketmiyorum.
umursamıyorum.
feda olsun!
-yine de, seviyorum be seni. diye bağırıyorum.
sesimi yitirirken ben,
o, başka bir hayatta, başka bir erkeğin kollarında.
****
önceleri yaşamın mânâsını anlamaya çalışıyordum! şimdiyse, aslında hiç yaşamamış olduğumun idrakindeyim sensizlikte...
aşık olmak ya da olmamak.
işte bütün mesele bu.
kadere saklanmadan, cesurca.
kendi suçlarımızı üstlenemeyecek kadar hem de!
insanda kader inancı olmalı. evet, olmalı. çünkü kader, insanın inanç boşluğunu doldurur.
hep dönen bir çark olduğu düşüncesi, bazı şeylerin "olması" gerektiği düşüncesi, insanı tahmin edeceğinizden çok daha fazla rahatlatır.
çünkü insanoğlu zayıftır.
anne karnından çıktığı andan itibaren korumaya ve ilgiye ihtiyacı olduğu gibi.
ne aşk olmadan yapabilir insan, ne de kader.
ve bu ikisi, lanet olsun ki, birbirine çok yakındır ve bağlantılıdır!
****
-ah be hatun! diyorum iç çekerek.
iç çekiyorum derinden.
sigara dumanıyla dolmuş hayatım. nefes alamıyorum.
fakat oksijensizliğe inat bir nefes daha alıyorum sigaramdan.
konuşamayacağımı bildiğinden o an susuyor.
susuyoruz.
susarken bile çekingeniz aslında.
-sen hep ol be hatun! diyorum içtenlikle.
uzaklara bakıyor.
gözü cam gibi, baktığını görmüyor o an. belli, düşüncelere dalmış o da.
gülümsüyor.
-yine ne oldu can? diyor.
o gülümseyince ben de gülümsüyorum.
gülümseyişlerimiz havada buluşuyor, asılı kalıyor utangaç bir şekilde.
artık gülümseyişlerimizde bile çekingeniz, korkağız.
elimde yanan bir meşale var, onu savuruyorum etrafa farketmeden.
yanmayalım diye kaçıyor benden farketmeden.
meşale ondan uzaklaşınca sokuluyor bana, hissediyorum.
ona doğru gelince, olabildiğince kaçıyor, yanıp kül olmayalım diye.
sönüp gitmeyelim diye.
aslında biraz da böyle dengeyi sağlıyor/z.
ben farketmiyorum bunları o an.
sonraları, çok sonraları anlıyorum.
ve elimde olmadan bir kez daha hayran kalıyorum!
****
seçimlerimiz bizi farklı yapan diğerlerinden.
tutkuyla sevişimiz ve inandığımız şeyler uğruna hayatımızı koymamız farklı kılan bizi.
fakat o egomuz yok mu..
yaptığı hataları bir insan niye üstlenmez?
gerçi, o da bir erdemdir.
hata yaptığını ve hatasını o an kabullenen insan çok azdır esasında.
lakin bizim o insanlardan olmamak için hiçbir nedenimiz yok.
bizler, hep kaderi suçluyoruz.
hep!
aşık oluyoruz, kader diyoruz.
sevdiğimizi üzüyoruz, kader diyoruz.
aldatıyoruz, kader diyoruz.
başkasına aşık oluyoruz, kader diyoruz.
kandırılıyoruz, kader diyoruz.
aşk bir istisna olabilir, lakin biz geri kalan her şeyi kadere yüklüyoruz!
onu günah keçisi yaparak kendimizi aklamaya çalışıyoruz.
ve etrafımızdaki moronlar da buna müsamaha gösteriyor, kabulleniyor.
aslında suçlu kaderMiŞ GiBi yapıyorlar.
ah insanoğlu egosu...
ah!
****
-yine ne oldu can? diyor.
sigaramdan bir nefes daha çekiyorum.
morfin yemiş gibi beynim.
ellerini arıyor zihnimde ellerim.
tutuyorum, gözlerimi kapatıyorum. sakinleşmem için birkaç saniye gerekiyor.
-içimden geldi be can. hep yanımda ol, ne olursa olsun! diyorum.
sanki bunu dememi beklermiş gibi başıyla anladığını belirtip gözlerini yere eğiyor.
vicdan azabı çekmiyor, hayır.
o tüm kartlarını açık oynadığı için vicdan azabı çekmiyor.
fakat sevgime dair inancını daha önceleri kaybettiğinden bir suçluluk hissediyor.
belki de hayıflanıyor.
belki de tüm bunlar benim kuruntum, kim bilir.
-ne olursa olsun, yanında olmak için çaba göstereceğim ben. diyorum.
-biliyor musun, çok rahatladım şu an. diyor.
kokusunu hissediyorum zihnimde, kendi dünyamda.
sımsıkı sarılıyorum ona. kalp atışlarını duyumsuyorum. ürkek bir serçe gibi. narin ve muhtaç.
gözlerim kamaşıyor, açtığımda gözlerimi bana bakarken buluyorum onu.
tepetaklak oluyorum.
yoldaki taşa takılıyor yüreğim, dizleri kanıyor düştüğünden.
canım yanıyor, ama farketmiyorum.
umursamıyorum.
feda olsun!
-yine de, seviyorum be seni. diye bağırıyorum.
sesimi yitirirken ben,
o, başka bir hayatta, başka bir erkeğin kollarında.
****
önceleri yaşamın mânâsını anlamaya çalışıyordum! şimdiyse, aslında hiç yaşamamış olduğumun idrakindeyim sensizlikte...
aşık olmak ya da olmamak.
işte bütün mesele bu.
kadere saklanmadan, cesurca.
8 Eylül 2010 Çarşamba
korkulan her şeyin bileşkesi
bomboş.
sessiz, sıkıcı ve bomboş günler.
tavana dikmişim gözlerimi. düşünüyorum sadece.
darmadağın hayatım.
hayallerim bir köşede, sevinçlerimi hırsızlar çalmış.
kalbimin nerde olduğunu ise allah bilir.
bir yerlerden başlamak gerek diyerek toparlamaya çalışıyorum etrafı.
evet. bugün kendimi odalarından çoğu boş bazen dolan bir otel gibi hissediyorum.
şebnem haklı.
bazı odalarım ezelden beri karanlık. ne olduğunu bilmiyorum oralarda.
korkuyorum gezinmeye.
bir yerlerden başlamak gerek diyerek yakıyorum ondan kalan her şeyi.
başlangıç için.
yeni başlangıçlar için.
****
her ayrıntıyı aklıma kazıyacakmışım gibi inceliyorum onu.
çok sonraları onsuz yapamam diyeceğim insanlardan olacak. benimse haberim yok.
özlediğim bir çok tadı aynı anda yaşatıyor bana. hem gülüyorum onunla, hem de hüzünleniyorum.
farkında değilim bazı şeylerin.
henüz ilk şoku atlatamamışım.
olsun!
bana hayatını anlatırken kendinden geçiyor. anlatırken yaşıyor ve o tatlı suratıyla mimikleriyle yaşıyor.
bense hayran hayran izliyorum onu. farkında değil o.
ben de farkında değilim!
****
önce artçılar geldi.
biliyordum.
aşkın kimyasıydı bu. önce artçılar, sonra...
direndim.
hem de çok.
bu korkudan kaynaklanıyordu.
tekrar üzülme korkusundan.
fakat aşk, artçılarını yolladıktan sonra işe kendisi koyulur. çaresiz kalırsınız.
eliniz kolunuz bağlanır, itaat edersiniz.
kendimizi kandırmaya gerek yok.
aşk ne zorlamadır, ne de emir veren bir varlık.
aşk insanın kendisidir. aşk aldığımız nefestir ve aşk her şeye sahip olandır!
****
onu bekliyorum yine saçma sapan bir yerde.
gelecek, görüşeceğiz diye.
nefes alışlarım düzensiz, heyecanlanmışım, ne yapacağımı bilmiyorum.
onu görüyorum. yorulmuş sanki. fiziksel yorgunluk değil, ruhundaki hasar onu böyle yapan. farkediyorum.
içim parçalanıyor.
keşke elimde olsaydı düzeltmek diyorum.
keşke..
oturuyoruz, o her zamanki soğuk sandviçini aldı, içinden biberi çıkardı ve yemeye başladı.
o kadar çok alışmışım ki ona, bu ayrıntı bile gülümsememe neden oluyor.
farketse ne olacak sanki.. ama ben farkettirmemek için sigaramı yakıyorum.
anlatıyor.
yine.
değişmemiş. eskisi gibi olma yolunda bayaa yol katetmiş.
benim gibi.
yine gülümsüyorum onunla. yine üzülüyorum ve yine kahkahalara boğuluyorum.
evet, o bana her duyguyu yaşattı, yaşatıyor da.
sonra...
-aşk işte diyorum.
-benim tarzım bu. bile bile lades.
dikkatlice dinliyor beni. o ciddi anlarda gelen gülme hissi bana uğramıyor. o an sanki bir daha hiç gülemeyecekmişim gibi hissediyorum. geçici ama, farkındayım.
-ben sevdiğimi merkezime koyuyorum ve her hücremle seviyorum. katıksızca güveniyorum ona, aynı sana güvendiğim gibi. sorgulamıyorum. bu canımı çok yaktı önceden. belki şu anda da yakıyor. ama pişman değilim. hem de hiç! fakat farkındayım bazı şeylerin. elbet geçecek, elbet eskisi kadar acıtmayacak bazı şeyler.
sıkılıyorum.
çok sıkılıyorum.
çok!
sigara yakıyorum tekrar. ve ekliyorum:
-bazı şeyler değişse de, değerin değişmeyecek. diyorum.
duymuyor.
olsun.
sessizce sevmek her daim güzel olan.
"uzaktan sevmek."
****
korktuğum başıma geliyor.
yapacak bir şeyim yok.
suç bende değil diyorum kendi kendime.
suç onun bu kadar güzel oluşunda.
ve suç onun benimle bu kadar çok uyuşmasında.
sırıtıyorum.
iyi ki geldin diyorum kendi kendime.
ve aşk...
korkulan her şeyin bileşkesi.
beni ele geçiriyor..
sessiz, sıkıcı ve bomboş günler.
tavana dikmişim gözlerimi. düşünüyorum sadece.
darmadağın hayatım.
hayallerim bir köşede, sevinçlerimi hırsızlar çalmış.
kalbimin nerde olduğunu ise allah bilir.
bir yerlerden başlamak gerek diyerek toparlamaya çalışıyorum etrafı.
evet. bugün kendimi odalarından çoğu boş bazen dolan bir otel gibi hissediyorum.
şebnem haklı.
bazı odalarım ezelden beri karanlık. ne olduğunu bilmiyorum oralarda.
korkuyorum gezinmeye.
bir yerlerden başlamak gerek diyerek yakıyorum ondan kalan her şeyi.
başlangıç için.
yeni başlangıçlar için.
****
her ayrıntıyı aklıma kazıyacakmışım gibi inceliyorum onu.
çok sonraları onsuz yapamam diyeceğim insanlardan olacak. benimse haberim yok.
özlediğim bir çok tadı aynı anda yaşatıyor bana. hem gülüyorum onunla, hem de hüzünleniyorum.
farkında değilim bazı şeylerin.
henüz ilk şoku atlatamamışım.
olsun!
bana hayatını anlatırken kendinden geçiyor. anlatırken yaşıyor ve o tatlı suratıyla mimikleriyle yaşıyor.
bense hayran hayran izliyorum onu. farkında değil o.
ben de farkında değilim!
****
önce artçılar geldi.
biliyordum.
aşkın kimyasıydı bu. önce artçılar, sonra...
direndim.
hem de çok.
bu korkudan kaynaklanıyordu.
tekrar üzülme korkusundan.
fakat aşk, artçılarını yolladıktan sonra işe kendisi koyulur. çaresiz kalırsınız.
eliniz kolunuz bağlanır, itaat edersiniz.
kendimizi kandırmaya gerek yok.
aşk ne zorlamadır, ne de emir veren bir varlık.
aşk insanın kendisidir. aşk aldığımız nefestir ve aşk her şeye sahip olandır!
****
onu bekliyorum yine saçma sapan bir yerde.
gelecek, görüşeceğiz diye.
nefes alışlarım düzensiz, heyecanlanmışım, ne yapacağımı bilmiyorum.
onu görüyorum. yorulmuş sanki. fiziksel yorgunluk değil, ruhundaki hasar onu böyle yapan. farkediyorum.
içim parçalanıyor.
keşke elimde olsaydı düzeltmek diyorum.
keşke..
oturuyoruz, o her zamanki soğuk sandviçini aldı, içinden biberi çıkardı ve yemeye başladı.
o kadar çok alışmışım ki ona, bu ayrıntı bile gülümsememe neden oluyor.
farketse ne olacak sanki.. ama ben farkettirmemek için sigaramı yakıyorum.
anlatıyor.
yine.
değişmemiş. eskisi gibi olma yolunda bayaa yol katetmiş.
benim gibi.
yine gülümsüyorum onunla. yine üzülüyorum ve yine kahkahalara boğuluyorum.
evet, o bana her duyguyu yaşattı, yaşatıyor da.
sonra...
-aşk işte diyorum.
-benim tarzım bu. bile bile lades.
dikkatlice dinliyor beni. o ciddi anlarda gelen gülme hissi bana uğramıyor. o an sanki bir daha hiç gülemeyecekmişim gibi hissediyorum. geçici ama, farkındayım.
-ben sevdiğimi merkezime koyuyorum ve her hücremle seviyorum. katıksızca güveniyorum ona, aynı sana güvendiğim gibi. sorgulamıyorum. bu canımı çok yaktı önceden. belki şu anda da yakıyor. ama pişman değilim. hem de hiç! fakat farkındayım bazı şeylerin. elbet geçecek, elbet eskisi kadar acıtmayacak bazı şeyler.
sıkılıyorum.
çok sıkılıyorum.
çok!
sigara yakıyorum tekrar. ve ekliyorum:
-bazı şeyler değişse de, değerin değişmeyecek. diyorum.
duymuyor.
olsun.
sessizce sevmek her daim güzel olan.
"uzaktan sevmek."
****
korktuğum başıma geliyor.
yapacak bir şeyim yok.
suç bende değil diyorum kendi kendime.
suç onun bu kadar güzel oluşunda.
ve suç onun benimle bu kadar çok uyuşmasında.
sırıtıyorum.
iyi ki geldin diyorum kendi kendime.
ve aşk...
korkulan her şeyin bileşkesi.
beni ele geçiriyor..
6 Eylül 2010 Pazartesi
mevsimleri değiştiren insanlar
gece uyandığımda hava sessizdi.
adetimdir, yaktım bir sigara.
bazıları çok banal, gereksiz bulur bu uykudan kalkınca içilen sigarayı. oysa tadını bilenler vazgeçmez.
alışkanlık tabii ki.
çok geçmedi, uykuya tekrar daldım.
uyandığımda saat 10 idi.
kar vardı dışarda.
ne olduğunu anlamaz bakışlarla sorguladım gözlerimle etrafı.
gözlerimi ellerimle temizledim tekrar.
tanrım, 5 saatte hava soğumuş ve kar yağmıştı!
kar vardı.
her yerde!
kar.
saçlarımda bile.
****
soğuktu.
çok soğuk.
dokunamadım tenine.
yabancılaşan vücudunu tekrar keşfetmeye ne mecalim, ne de hevesim vardı artık.
baktım ona. yüzüne.
anlamsız, hatta aptalca bir gülümseme vardı.
-konuşmayacaksan beni niye çağırdın buraya?
-bilmiyordum. dedim.
-neyi?
-bu kadar yabancılaştığını.
sıkıldı hafiften. saklayamazdı duygularını o asla.
umrunda değildim, evet.
o an anladım.
o an yaptığım hatayı anladım.
biz hiç "ol"mamıştık. ben sadece oyun oynamıştım.
kendi kendime.
sadece.
****
aylarca sürüklendim ordan oraya.
kimse bilmedi.
kimse farketmedi.
varlığından haberdar olmadığım bir melek vardı.
bazen uzak, bazen yakın olan.
hep gülen, ama hüzün gözyaşları döken.
güçlenmiştim artık.
her bir parçamı toplamıştım savrulan.
artık ben tektim, ve tekrar yaşama sarılmıştım iki koldan.
onu tanıdım
tanıdım.
iyi ki!
****
bir sabah uyandım.
pazar sabahıydı.
baktım.
kış gitmiş, yerine güneşli bir bahar sabahı gelmişti.
gülümsedim.
aklıma o melek geldi.
gülümsemem genişledi, kocaman oldu.
bir sabah uyandım.
pazardı.
güneş tenimi yakıyordu.
kuşlar hiç anlamadığım lisanda şarkılarını söylüyordu.
bir sabah uyandım.
mevsimim değişti.
hiç bir şey demedim.
hiç bir şey diyemedim.
aşık olmuştum!
adetimdir, yaktım bir sigara.
bazıları çok banal, gereksiz bulur bu uykudan kalkınca içilen sigarayı. oysa tadını bilenler vazgeçmez.
alışkanlık tabii ki.
çok geçmedi, uykuya tekrar daldım.
uyandığımda saat 10 idi.
kar vardı dışarda.
ne olduğunu anlamaz bakışlarla sorguladım gözlerimle etrafı.
gözlerimi ellerimle temizledim tekrar.
tanrım, 5 saatte hava soğumuş ve kar yağmıştı!
kar vardı.
her yerde!
kar.
saçlarımda bile.
****
soğuktu.
çok soğuk.
dokunamadım tenine.
yabancılaşan vücudunu tekrar keşfetmeye ne mecalim, ne de hevesim vardı artık.
baktım ona. yüzüne.
anlamsız, hatta aptalca bir gülümseme vardı.
-konuşmayacaksan beni niye çağırdın buraya?
-bilmiyordum. dedim.
-neyi?
-bu kadar yabancılaştığını.
sıkıldı hafiften. saklayamazdı duygularını o asla.
umrunda değildim, evet.
o an anladım.
o an yaptığım hatayı anladım.
biz hiç "ol"mamıştık. ben sadece oyun oynamıştım.
kendi kendime.
sadece.
****
aylarca sürüklendim ordan oraya.
kimse bilmedi.
kimse farketmedi.
varlığından haberdar olmadığım bir melek vardı.
bazen uzak, bazen yakın olan.
hep gülen, ama hüzün gözyaşları döken.
güçlenmiştim artık.
her bir parçamı toplamıştım savrulan.
artık ben tektim, ve tekrar yaşama sarılmıştım iki koldan.
onu tanıdım
tanıdım.
iyi ki!
****
bir sabah uyandım.
pazar sabahıydı.
baktım.
kış gitmiş, yerine güneşli bir bahar sabahı gelmişti.
gülümsedim.
aklıma o melek geldi.
gülümsemem genişledi, kocaman oldu.
bir sabah uyandım.
pazardı.
güneş tenimi yakıyordu.
kuşlar hiç anlamadığım lisanda şarkılarını söylüyordu.
bir sabah uyandım.
mevsimim değişti.
hiç bir şey demedim.
hiç bir şey diyemedim.
aşık olmuştum!
5 Eylül 2010 Pazar
geç kalınmış sevgiler
hep bir koşuşturmaca.
bir şeyleri kovalıyoruz.
hep!
hep hayıflanıyoruz, hep üzülüyoruz ardından.
ve hep susuyoruz.
tanrım! ne çok yok oluyoruz farkında olmadan!
****
eğer ki aşk, yakalanması gereken bir vapursa, biz geride kalanlar hep kaçırıyoruz o vapuru.
içimiz acıyor buna. kendimize kahrediyoruz. kendimize sövüyoruz ve hep haksız durumda oluyoruz!
ya habersiz seviyoruz, ya da susuyoruz.
öyle zamanlar oluyor ki insan söyleyecek söz bulamıyor. hani hayattan bıkarsınız ya, aynen öyle. yaşamak gelmez içinizden. ama siz mecbursunuzdur nefes almaya.
işte tüm bunların sebebi, hayat denilen girdabın içinden çekip çıkarılmayı bekleyen aşkları çıkaramamak.
zaman akıp giden bir nehir ve o nehirde geriye doğru yüzmek diye bir şey yok. işte o yüzden insan etrafındakilerin farkında olmalı.
hep!
****
-sen, hayattan çalmayı başarabildiğim nadide parçalardansın. girdap sırasında bulunan bir hazine gibi. eşsiz ve dokunmaya kıyamadığım!
baktı bana.
gülümsedi.
eline aslında hiç yakışmayan sigarasından bir yudum aldı.
farkettim.
gardını kaldıramadan inmişti darbe.
verecek bir cevabı yoktu buna.
artık bazı şeyleri kabullendiğimizden, açık açık konuşuyorduk böyle şeyleri. hep yaptığımız gibi.
hep yapacağımız gibi.
-peki ben diğerleri gibi bir şeyler öğrettim mi sana?
-hayır tabiki de. çünkü sen, benim aynadaki yansımam gibiydin.
durdu.
-şimdi değil miyim? dedi.
-öylesin de, farkındaysan yaşananlardan sonra sahiplik duygumun olmaması gerekiyor. dedim.
üzüldüm.
üzüldüğünü hissettim.
sustuk.
hep yaptığımız gibi.
****
hayatımızdakileri keşkeleri toparlasak bir bavulda.
taşısak onu istediğimiz yere.
hatta kurtulabilsek onlardan.
ne güzel olurdu değil mi?
insan bazen, geç kaldığını anlayınca zamanı geriye çevirmek istiyor.
nafile çabalar, mantıksızlığını gösterdikten sonra, iki kadeh içkiye ihtiyaç duyuyor insan.
ve sigaraya.
insan beyni, sahibini şaşırtıyor böyle durumlarda.
o olmasaydı ne olurdu? diye düşünüyor insan.
sürekli soruyor, sürekli sorguluyor.
ve, keşkelerine binlerce keşke daha ekliyor.
en acı verici olanı ise şu oluyor daima:
"keşke daha önce tanışsaymışız!"
içilen sigara sayısı günde iki katına çıkıyor, daha çok o düşleniyor, daha çok aynı şarkı dinleniyor ve daha çok özleniyor o.
çok özleniyor!
****
-seni bir gibi saklayacağım, kendimden bile! dedim.
baktı bana gözlerini soru sorarcasına açarak.
bir şey demedi. gerek de yoktu.
biliyordu.
vazgeçmeyeceğimi, hep seveceğimi biliyordu.
-en acı olanı ise, bizim bir daha hiçbir şekilde olamayacağımız. hiç! belki de birbirimizi başkalarına anlatacağız, bir anı olara.. dedi.
kimse bilmez.
kimse bilemez o anki parçalanmayı, o anki yalnızlığı.
böyle bir darbeye hazırlıklı değildim.
burnum kanadı, durduramadım.
****
geç kaldık bir çok şeye.
yaşamayı unuttuk hani bazen.
ve en acısı:
sevmeye çok geç kaldık!
tanımaya çok geç kaldık!
"sen, en kuvvetli adımlarımla yetişemediğim. kendini güze küstüren yalancı bahar... şimdi her şey temenni ettiğin gibi..! aşk kınında kaldı, cümleler boğazda. ben, çok üşüdüm."
bir şeyleri kovalıyoruz.
hep!
hep hayıflanıyoruz, hep üzülüyoruz ardından.
ve hep susuyoruz.
tanrım! ne çok yok oluyoruz farkında olmadan!
****
eğer ki aşk, yakalanması gereken bir vapursa, biz geride kalanlar hep kaçırıyoruz o vapuru.
içimiz acıyor buna. kendimize kahrediyoruz. kendimize sövüyoruz ve hep haksız durumda oluyoruz!
ya habersiz seviyoruz, ya da susuyoruz.
öyle zamanlar oluyor ki insan söyleyecek söz bulamıyor. hani hayattan bıkarsınız ya, aynen öyle. yaşamak gelmez içinizden. ama siz mecbursunuzdur nefes almaya.
işte tüm bunların sebebi, hayat denilen girdabın içinden çekip çıkarılmayı bekleyen aşkları çıkaramamak.
zaman akıp giden bir nehir ve o nehirde geriye doğru yüzmek diye bir şey yok. işte o yüzden insan etrafındakilerin farkında olmalı.
hep!
****
-sen, hayattan çalmayı başarabildiğim nadide parçalardansın. girdap sırasında bulunan bir hazine gibi. eşsiz ve dokunmaya kıyamadığım!
baktı bana.
gülümsedi.
eline aslında hiç yakışmayan sigarasından bir yudum aldı.
farkettim.
gardını kaldıramadan inmişti darbe.
verecek bir cevabı yoktu buna.
artık bazı şeyleri kabullendiğimizden, açık açık konuşuyorduk böyle şeyleri. hep yaptığımız gibi.
hep yapacağımız gibi.
-peki ben diğerleri gibi bir şeyler öğrettim mi sana?
-hayır tabiki de. çünkü sen, benim aynadaki yansımam gibiydin.
durdu.
-şimdi değil miyim? dedi.
-öylesin de, farkındaysan yaşananlardan sonra sahiplik duygumun olmaması gerekiyor. dedim.
üzüldüm.
üzüldüğünü hissettim.
sustuk.
hep yaptığımız gibi.
****
hayatımızdakileri keşkeleri toparlasak bir bavulda.
taşısak onu istediğimiz yere.
hatta kurtulabilsek onlardan.
ne güzel olurdu değil mi?
insan bazen, geç kaldığını anlayınca zamanı geriye çevirmek istiyor.
nafile çabalar, mantıksızlığını gösterdikten sonra, iki kadeh içkiye ihtiyaç duyuyor insan.
ve sigaraya.
insan beyni, sahibini şaşırtıyor böyle durumlarda.
o olmasaydı ne olurdu? diye düşünüyor insan.
sürekli soruyor, sürekli sorguluyor.
ve, keşkelerine binlerce keşke daha ekliyor.
en acı verici olanı ise şu oluyor daima:
"keşke daha önce tanışsaymışız!"
içilen sigara sayısı günde iki katına çıkıyor, daha çok o düşleniyor, daha çok aynı şarkı dinleniyor ve daha çok özleniyor o.
çok özleniyor!
****
-seni bir gibi saklayacağım, kendimden bile! dedim.
baktı bana gözlerini soru sorarcasına açarak.
bir şey demedi. gerek de yoktu.
biliyordu.
vazgeçmeyeceğimi, hep seveceğimi biliyordu.
-en acı olanı ise, bizim bir daha hiçbir şekilde olamayacağımız. hiç! belki de birbirimizi başkalarına anlatacağız, bir anı olara.. dedi.
kimse bilmez.
kimse bilemez o anki parçalanmayı, o anki yalnızlığı.
böyle bir darbeye hazırlıklı değildim.
burnum kanadı, durduramadım.
****
geç kaldık bir çok şeye.
yaşamayı unuttuk hani bazen.
ve en acısı:
sevmeye çok geç kaldık!
tanımaya çok geç kaldık!
"sen, en kuvvetli adımlarımla yetişemediğim. kendini güze küstüren yalancı bahar... şimdi her şey temenni ettiğin gibi..! aşk kınında kaldı, cümleler boğazda. ben, çok üşüdüm."
eskilerden..
dedi ki: " ben seni seviyorum!"
ruhu eridi onun gözleri önünde.
ruhu eridi ve onun kalbine doğru aktı o an.
boş bakışlarla karşılaştı.
istediği tepkiyi alamadı. alacağını da düşünemezdi zaten.
sevgisi, onun hissettiğinin yanında devede kulak kalıyordu.
dedi ki: "sana aşığım!"
"peki." diye cevapladı.
düşündü yine.
nefessiz kalana kadar düşündü.
evet, hatıralar yine onu öldürüyordu.
tek tek.
sırayla.
her seferinde yine ölüyordu.
her anıda tekrar susuyordu. ve gözleri dalıyordu sonsuz maviliğe.
soruyu kendisi sordu.
cevabı da kendisi verdi:
"zaman."
geç kaldığını düşündü. artık bazı şeyler için çok geçti.
tekrar tekrar onun sigarayla karışık kokusunu duymak için geçti.
onun o piç gülümsemesini yudumlamak için çok geçti.
işte bu yüzden eski halini özlüyordu.
onunla ilgili her anla dolup taştığı için özlüyordu.
tekrardan yaktı bir sigara.
gözlerimin önünde, ağladı.
ağladı.
yine ağladı.
ve dedi ki: "seni seviyorum pislik herif!"
ruhu eridi onun gözleri önünde.
ruhu eridi ve onun kalbine doğru aktı o an.
boş bakışlarla karşılaştı.
istediği tepkiyi alamadı. alacağını da düşünemezdi zaten.
sevgisi, onun hissettiğinin yanında devede kulak kalıyordu.
dedi ki: "sana aşığım!"
"peki." diye cevapladı.
düşündü yine.
nefessiz kalana kadar düşündü.
evet, hatıralar yine onu öldürüyordu.
tek tek.
sırayla.
her seferinde yine ölüyordu.
her anıda tekrar susuyordu. ve gözleri dalıyordu sonsuz maviliğe.
soruyu kendisi sordu.
cevabı da kendisi verdi:
"zaman."
geç kaldığını düşündü. artık bazı şeyler için çok geçti.
tekrar tekrar onun sigarayla karışık kokusunu duymak için geçti.
onun o piç gülümsemesini yudumlamak için çok geçti.
işte bu yüzden eski halini özlüyordu.
onunla ilgili her anla dolup taştığı için özlüyordu.
tekrardan yaktı bir sigara.
gözlerimin önünde, ağladı.
ağladı.
yine ağladı.
ve dedi ki: "seni seviyorum pislik herif!"
endişelerimi çöpe attım
kaybettiğim huzuru arıyordum evimde.
allah allah, nereye kaçmıştı acaba.
eşyalarımın arasına baktım, televizyonun yanına, her yere baktım.
buldum sonunda.
fotoğraflarının arasında bulduğum huzuru.
en güzel, en canlı resminin üzerindeydi.
tuttum ellerinden, kalbime davet ettim. sonra dedim ki;
-hoşgeldin!
****
gergindi. biliyordum.
bu konuşma onu çok germişti ve cevaplarken duyduğu zorluğu hissediyordum.
-kötüyüm ben! kötüyüm. etrafımdakileri kendimden uzaklaştıracak kadar kötüyüm! kimse kalmadı, sen de dahil. dedi.
sustum.
konuşamadım bile.
-ben hiç gitmedim ki! diye bağırdım, sesim çıkmadı.
dayanamadım.
kıyamadım ona o an.
dakikalar önce sitem dolu, suçlarcasına konuşurken, şimdi içim cız etti.
farkettim tekrardan aşkın gücünü, nelere sebep olabileceğini.
üzülmesine dayanamadım onun.
her zamanki gibi!
****
kaybettiğim her şeyi birer birer buluyordum.
sevincimi bir sokak çocuğunun gülüşünde bulmuştum. o kadar masumca ve o kadar güzeldi ki tekrar o duyguyu yaşamak...
ilk gençlik yıllarımı mahalle maçı yapan veletlerin bağırış çağırışlarında tekrar bulmuştum.
ilk aşkımı dahi el ele tutuşan 5 yaşındaki komşu çocuklarının masumluğunda bulmuştum.
bir tek şeyi bulamamıştım tekrar. o kadar uğraşmama rağmen..
yaşama sevincimi..
****
üşüdü.
sıcaklığa ihtiyacı olan bir kedi gibiydi.
bağırmaktan yorulmuş, artık sinirleri boşalmış, ağladı ağlayacak gibiydi.
sarılmaya muhtaçtı o an.
dayanamadım, sarıldım.
farkettirmeden sevgimi verdim ona.
kendine geldi, nefes aldı.
-tamam, kötü olma sen. bak ben de kötü olmayayım. boşver sen her şeyi. ben de boşvereyim. iyi olalım. olur mu? dedim.
gülümsedi bana.
o gülümseyince bulutlar dağıldı, kuş sesleri kendisini daha çok göstermeye başladı.
kendime geldim.
iyi oldum.
****
bu sabah uyandım.
güneş penceremden usulca sızmıştı yatağıma.
yeni bir gün bugün.
yeni bir başlangıç.
kaybettiğim yaşama sevincimi de buldum.
endişelerimin arasına rehin kalmış.
kurtardım ordan.
endişelerimi çöpe attım bu sabah.
yeni bir nefes için.
allah allah, nereye kaçmıştı acaba.
eşyalarımın arasına baktım, televizyonun yanına, her yere baktım.
buldum sonunda.
fotoğraflarının arasında bulduğum huzuru.
en güzel, en canlı resminin üzerindeydi.
tuttum ellerinden, kalbime davet ettim. sonra dedim ki;
-hoşgeldin!
****
gergindi. biliyordum.
bu konuşma onu çok germişti ve cevaplarken duyduğu zorluğu hissediyordum.
-kötüyüm ben! kötüyüm. etrafımdakileri kendimden uzaklaştıracak kadar kötüyüm! kimse kalmadı, sen de dahil. dedi.
sustum.
konuşamadım bile.
-ben hiç gitmedim ki! diye bağırdım, sesim çıkmadı.
dayanamadım.
kıyamadım ona o an.
dakikalar önce sitem dolu, suçlarcasına konuşurken, şimdi içim cız etti.
farkettim tekrardan aşkın gücünü, nelere sebep olabileceğini.
üzülmesine dayanamadım onun.
her zamanki gibi!
****
kaybettiğim her şeyi birer birer buluyordum.
sevincimi bir sokak çocuğunun gülüşünde bulmuştum. o kadar masumca ve o kadar güzeldi ki tekrar o duyguyu yaşamak...
ilk gençlik yıllarımı mahalle maçı yapan veletlerin bağırış çağırışlarında tekrar bulmuştum.
ilk aşkımı dahi el ele tutuşan 5 yaşındaki komşu çocuklarının masumluğunda bulmuştum.
bir tek şeyi bulamamıştım tekrar. o kadar uğraşmama rağmen..
yaşama sevincimi..
****
üşüdü.
sıcaklığa ihtiyacı olan bir kedi gibiydi.
bağırmaktan yorulmuş, artık sinirleri boşalmış, ağladı ağlayacak gibiydi.
sarılmaya muhtaçtı o an.
dayanamadım, sarıldım.
farkettirmeden sevgimi verdim ona.
kendine geldi, nefes aldı.
-tamam, kötü olma sen. bak ben de kötü olmayayım. boşver sen her şeyi. ben de boşvereyim. iyi olalım. olur mu? dedim.
gülümsedi bana.
o gülümseyince bulutlar dağıldı, kuş sesleri kendisini daha çok göstermeye başladı.
kendime geldim.
iyi oldum.
****
bu sabah uyandım.
güneş penceremden usulca sızmıştı yatağıma.
yeni bir gün bugün.
yeni bir başlangıç.
kaybettiğim yaşama sevincimi de buldum.
endişelerimin arasına rehin kalmış.
kurtardım ordan.
endişelerimi çöpe attım bu sabah.
yeni bir nefes için.
4 Eylül 2010 Cumartesi
iyi ki varsın ray ban
telefonum çalıyor sabahın 6sında:
-kalk olm ya hala kalkmadın mı?
-lan bi git, ne kalkması ne oldu?
-olm istanbula gidicez bi buçuk saate vapur var uyan hadi.
haydaa.
geçirdiğim şuursuz bir haftanın ardından unutmuşum bunu. geceden bir şey de söylememiş. neyse diyorum, söz verdik diyerek kalkıyorum. çocuk sonuçta 20 yıllık arkadaşım, yalnız bırakmak olmaz.
sabahları uyandıktan iki dakika sonra hemen kahvaltı yapanlara her zaman hayran olmuşumdur. bir insan kendine gelmeden nasıl yemek yiyebilir? hep düşünmüşümdür bunu zaten.
yarım saat öncesinden oturuyoruz.
kahvaltımı yapmadığımdan poğaçamı alıp geçiyorum oturduğum yere.
ne çok insan var diye düşünüyorum.
ve hepsinin bir telaşesi. tıpkı bizim gibi.
****
istanbul bugün sıcak. hava tahmini yapanlar yine yanıldılar. yanıyoruz sıcaktan. güneş tepemizde, giydiğim gömleri çıkartasım var.
yanımda çocukluk arkadaşım, istiklal caddesi'nde dolanmaktayız iki sap olarak.
tabi bursa'dan gelen biri için karmakarışık, sıkışık, çarpık bir şehir gibi geliyor.
etrafa ağzımız açık bir şekilde bakıyoruz, orası ayrı.
her güzelliğini yudumlayarak içmeye çalışıyoruz.
ama rahatsız verici bir yanı var, onu çözmeye çalışıyoruz.
****
-olm işte ordaki hatun da geldi off çok güzeldi.
(ne diyor bu yanımdaki kekolar)
-bak nasıl da kıvırıyor. heh o mavi şortlu. offfffff.
(lan nolyo lan gözleriyle becerdi resmen)
sıkıldım bu saçmalıklardan o an.
hepsi çok çiğdi sanki.
beyoğlunda gezen turistleri sadece gözleriyle değil, laf atmalarıyla da rahatsız ediyorlardı.
ulan dedim, alışkınız ama bu apaçilere, bu kadar çok boku çıkmamıştı hiç yanımda.
boşver dedim, yaktım bi sigara, yürümeye devam ettim.
****
gözlük.
mühim tabi güneş gözlüğü.
o olmasa bir hiçtik.
****
binlerce insan var o an beyoğlunda bizim gibi.
hepsi bir marjinallik peşinde.
arkadaşımla etrafı sorgulayan gözlerle izliyoruz.
aklımıza mavi'nin "burası istanbul" sloganı geliyor.
adamlar hakikaten haklı diye düşünüyoruz.
****
gözlük.
mühim tabiki.
güneş gözlüğü.
koskoca istiklal caddesinde güneş gözlüğü takmayan neredeyse arkadaşımla bendik.
insanlar etrafa kapkara gözleriyle bakıyordu.
acaba insanlar sırf "tarz" için mi giyiyor güneş gözlüklerini?
ffazla mı korkuyoruz gözlerimizdeki buğulu havadan?
bir insan oturduğu kafede bile, kapalı alanda bile gözlüklerini niye takar?
****
evet, iyi ki varsın ray ban.
gözlerimizdeki yalnızlıkları sakladığın için.
"tarz" olmamızı sağladığın için.
-kalk olm ya hala kalkmadın mı?
-lan bi git, ne kalkması ne oldu?
-olm istanbula gidicez bi buçuk saate vapur var uyan hadi.
haydaa.
geçirdiğim şuursuz bir haftanın ardından unutmuşum bunu. geceden bir şey de söylememiş. neyse diyorum, söz verdik diyerek kalkıyorum. çocuk sonuçta 20 yıllık arkadaşım, yalnız bırakmak olmaz.
sabahları uyandıktan iki dakika sonra hemen kahvaltı yapanlara her zaman hayran olmuşumdur. bir insan kendine gelmeden nasıl yemek yiyebilir? hep düşünmüşümdür bunu zaten.
yarım saat öncesinden oturuyoruz.
kahvaltımı yapmadığımdan poğaçamı alıp geçiyorum oturduğum yere.
ne çok insan var diye düşünüyorum.
ve hepsinin bir telaşesi. tıpkı bizim gibi.
****
istanbul bugün sıcak. hava tahmini yapanlar yine yanıldılar. yanıyoruz sıcaktan. güneş tepemizde, giydiğim gömleri çıkartasım var.
yanımda çocukluk arkadaşım, istiklal caddesi'nde dolanmaktayız iki sap olarak.
tabi bursa'dan gelen biri için karmakarışık, sıkışık, çarpık bir şehir gibi geliyor.
etrafa ağzımız açık bir şekilde bakıyoruz, orası ayrı.
her güzelliğini yudumlayarak içmeye çalışıyoruz.
ama rahatsız verici bir yanı var, onu çözmeye çalışıyoruz.
****
-olm işte ordaki hatun da geldi off çok güzeldi.
(ne diyor bu yanımdaki kekolar)
-bak nasıl da kıvırıyor. heh o mavi şortlu. offfffff.
(lan nolyo lan gözleriyle becerdi resmen)
sıkıldım bu saçmalıklardan o an.
hepsi çok çiğdi sanki.
beyoğlunda gezen turistleri sadece gözleriyle değil, laf atmalarıyla da rahatsız ediyorlardı.
ulan dedim, alışkınız ama bu apaçilere, bu kadar çok boku çıkmamıştı hiç yanımda.
boşver dedim, yaktım bi sigara, yürümeye devam ettim.
****
gözlük.
mühim tabi güneş gözlüğü.
o olmasa bir hiçtik.
****
binlerce insan var o an beyoğlunda bizim gibi.
hepsi bir marjinallik peşinde.
arkadaşımla etrafı sorgulayan gözlerle izliyoruz.
aklımıza mavi'nin "burası istanbul" sloganı geliyor.
adamlar hakikaten haklı diye düşünüyoruz.
****
gözlük.
mühim tabiki.
güneş gözlüğü.
koskoca istiklal caddesinde güneş gözlüğü takmayan neredeyse arkadaşımla bendik.
insanlar etrafa kapkara gözleriyle bakıyordu.
acaba insanlar sırf "tarz" için mi giyiyor güneş gözlüklerini?
ffazla mı korkuyoruz gözlerimizdeki buğulu havadan?
bir insan oturduğu kafede bile, kapalı alanda bile gözlüklerini niye takar?
****
evet, iyi ki varsın ray ban.
gözlerimizdeki yalnızlıkları sakladığın için.
"tarz" olmamızı sağladığın için.
2 Eylül 2010 Perşembe
portakal çiçeği kokulu heyecanlarım
hastalıklıyız bazen.
bazen korkuyoruz, bazen coşuyoruz, bazen ağlıyoruz.
ve bazen seviyoruz.
hep onunla.
hep o'na.
kaybetmek istemediğimiz tek varlığımız oluyor o.
sanki elimizde tuttuğumuz bir kelebek. fazla sıksak ölecek, elimizi açsak uçup gidecek.
****
-ah bir bilsen ne çok özlüyorum onu! dedi.
içim cız etti.
incecik bir kan sızmaya başladı ruhumdan, parmak uçlarımdan tuttuğum sigaraya.
bana, kendisine hastalıklı bir şekilde aşık olan bana anlatıyordu bunu.
ödediğim kefaretti bu.
benim seçimimdi.
onu suçlayamazdım. kabullenmiştim ben o bir başkasını. duygularımı bastırmaya çalışıyordum.
fakat aşk...
aşk asla bastırılmaya gelmez. kabuğunu parçalar gerektiğinde.
gerektiğinde incitir, kanatır. fakat yine de özgürleşir.
-çok özledim onu. acaba nasıldır şimdi? şarjını da götürmeyi unutmuş salak. dedi. anlattı gülümseyerek.
-banane onun nasıl olduğundan! hala göremiyor musun halimi! diye bağırdım. sesim çıkmadı. farketmedim dudaklarımdan dökülen kelimeleri, ve onların anlamsızlığını:
-iyidir yahu merak etme.
ne dediğimin farkında dahi değildim.
ben aslında hiç olmadım. ve hep "değil"dim.
****
bir kelebek gördüm ben bundan birkaç ay önce.
aşık oldum.
güzeldi.
hayır, hayır.
çok güzeldi!
avucumda taşıdım onu aylar boyu.
fısıldadım ona.
bana inanmadılar.
aşkıma inanmadılar.
fısıldadım.
umursamadım.
kim umursardı ki zaten?
onu kalbime en yakın yerde taşıdım.
sevdim ben onu.
değer verdim.
her şeyim yaptım.
fısıldadım ona.
"seni seviyorum!" dedim.
kanat çırptı.
kaçmaya çalıştı.
bırakmadım.
****
-bir kaç seneye ne olacağı hiçbir şey olmaz. bakarsın farklı bir sıfatla karşılaşırız. dedi hınzır bir gülümsemeyle.
-neden gidiyorsun ki? gitmesen olmaz mıydı? dedim. sesim çıkmadı yine. mekanikleşen hareketlerimdeki farklılığı sezmemişti hala. aklı başında değil gibiydi. anlamadı.
gülümsedi bana.
farkında olmadan en albenili gülümsesini bahşetti.
çok güzeldi, çok kendine güveni vardı. çok kusursuzdu.
çoktu.
tadını çıkardım.
-iyi ki yanımdasın dost! dedi.
diyemedim.
gülümseyemedim bile.
sigaramı içtim sessizce.
ve kalkıp gittim ordan.
bir daha geri dönmeyecekmişcesine.
****
kelebeğe zarar verdiğimi gördüm.
ağladım.
gözyalarımla besledim onu bir süre.
umrunda olmadı.
sonra o da bana fısıldadı.
bana inanmadığını fısıldadı.
tekrar ağladım.
çıkıp gitmek istediğini söyledi.
peki dedim.
ve onu ait olduğu yere, doğaya bıraktım.
****
hastalıklıyız bazen.
bazen korkuyoruz, bazen coşuyoruz, bazen ağlıyoruz.
ve bazen seviyoruz.
hep onunla.
hep o'na.
o olmasa da seviyoruz.
o olmasa da aşkımızı yaşatıyoruz.
fakat düşündüğümüz şey hiç değişmiyor:
"iyi ki onu tanımışım!"
bazen korkuyoruz, bazen coşuyoruz, bazen ağlıyoruz.
ve bazen seviyoruz.
hep onunla.
hep o'na.
kaybetmek istemediğimiz tek varlığımız oluyor o.
sanki elimizde tuttuğumuz bir kelebek. fazla sıksak ölecek, elimizi açsak uçup gidecek.
****
-ah bir bilsen ne çok özlüyorum onu! dedi.
içim cız etti.
incecik bir kan sızmaya başladı ruhumdan, parmak uçlarımdan tuttuğum sigaraya.
bana, kendisine hastalıklı bir şekilde aşık olan bana anlatıyordu bunu.
ödediğim kefaretti bu.
benim seçimimdi.
onu suçlayamazdım. kabullenmiştim ben o bir başkasını. duygularımı bastırmaya çalışıyordum.
fakat aşk...
aşk asla bastırılmaya gelmez. kabuğunu parçalar gerektiğinde.
gerektiğinde incitir, kanatır. fakat yine de özgürleşir.
-çok özledim onu. acaba nasıldır şimdi? şarjını da götürmeyi unutmuş salak. dedi. anlattı gülümseyerek.
-banane onun nasıl olduğundan! hala göremiyor musun halimi! diye bağırdım. sesim çıkmadı. farketmedim dudaklarımdan dökülen kelimeleri, ve onların anlamsızlığını:
-iyidir yahu merak etme.
ne dediğimin farkında dahi değildim.
ben aslında hiç olmadım. ve hep "değil"dim.
****
bir kelebek gördüm ben bundan birkaç ay önce.
aşık oldum.
güzeldi.
hayır, hayır.
çok güzeldi!
avucumda taşıdım onu aylar boyu.
fısıldadım ona.
bana inanmadılar.
aşkıma inanmadılar.
fısıldadım.
umursamadım.
kim umursardı ki zaten?
onu kalbime en yakın yerde taşıdım.
sevdim ben onu.
değer verdim.
her şeyim yaptım.
fısıldadım ona.
"seni seviyorum!" dedim.
kanat çırptı.
kaçmaya çalıştı.
bırakmadım.
****
-bir kaç seneye ne olacağı hiçbir şey olmaz. bakarsın farklı bir sıfatla karşılaşırız. dedi hınzır bir gülümsemeyle.
-neden gidiyorsun ki? gitmesen olmaz mıydı? dedim. sesim çıkmadı yine. mekanikleşen hareketlerimdeki farklılığı sezmemişti hala. aklı başında değil gibiydi. anlamadı.
gülümsedi bana.
farkında olmadan en albenili gülümsesini bahşetti.
çok güzeldi, çok kendine güveni vardı. çok kusursuzdu.
çoktu.
tadını çıkardım.
-iyi ki yanımdasın dost! dedi.
diyemedim.
gülümseyemedim bile.
sigaramı içtim sessizce.
ve kalkıp gittim ordan.
bir daha geri dönmeyecekmişcesine.
****
kelebeğe zarar verdiğimi gördüm.
ağladım.
gözyalarımla besledim onu bir süre.
umrunda olmadı.
sonra o da bana fısıldadı.
bana inanmadığını fısıldadı.
tekrar ağladım.
çıkıp gitmek istediğini söyledi.
peki dedim.
ve onu ait olduğu yere, doğaya bıraktım.
****
hastalıklıyız bazen.
bazen korkuyoruz, bazen coşuyoruz, bazen ağlıyoruz.
ve bazen seviyoruz.
hep onunla.
hep o'na.
o olmasa da seviyoruz.
o olmasa da aşkımızı yaşatıyoruz.
fakat düşündüğümüz şey hiç değişmiyor:
"iyi ki onu tanımışım!"
1 Eylül 2010 Çarşamba
hayallerinin katili olmak
kan dökülmez.
hayır hayır, hayallerinizi çıplak elle boğsanız da, paramparça etseniz de kan dökülmez yere.
ama hissedersiniz ellerinizdeki kanı.
göstermez size kızıl yüzünü ölüm o an.
ama hissedersiniz.
****
huzurdu o an yaşam.
ellerimizin altındaydı o an hayat.
bacağıma uzanmıştı o.
bir ağacın dibinde, tembellik ediyorduk onunla.
elimizde sigara.
sanki 10 yaş gençleşmiş gibiydik o an.
fakat o an 40 yaşındaki insanlar kadar olgunduk ve hayatı ciddiye alıyorduk.
-hadi kalk gidelim. dedi.
fevriydi o. estiği an her şeyi yapabilirdi.
-nereye? dedim gülümseyerek.
-hadi kalk, kimsenin bizi bulamayacağı, sadece senin ve benim olabileceğim bir yere kaçalım. deniz olsun. denizin tuzlu kokusunu duyumsayalım gecenin karanlığında. sen şarkı söyle, ben de nefesini okşayayım. dedi.
ah ben ne çok hayranım bu kadına!
ne çok seviyorum ve ne çok tutuşuyorum uğruna!
sessizleştim.
hüzünlendim bir an.
hüzünlendiğimi anladı. elimi tuttu.
minik bir kedi gibi sokuldu, göğsüme kafasını koydu.
imkansızlıkları istediğini biliyordu.
biliyordu.
****
ağladım.
ağladıkça sigara yaktım.
sigara içtikse onu tekrar andım.
beyaz kefenler içerisinde yolculadım hayallerimi.
insan hem katil, hem de maktül olabiliyormuş böylece.
ellerime baktım.
yaşlandılar şu son birkaç günde.
aynaya baktım.
sakallarımda beyazlar seçtim.
metanet bu olsa gerek.
ağlamaktaki metanet!
****
-hayal kurmak bedava allahtan. dedim.
kafası karıştı.
-nasıl yani? dedi.
-hayallerimize karışmıyor kimse hiç yoktan. en azından seni sürekli yanımda düşleyebiliyorum. dedim.
gülümsedi.
ona ne kadar çok tutkun olduğumu ilk o an anladı.
-şöyle bir masa kursak seninle. iki kadeh rakı, fonda müzeyyen senar, mehtabı seyretsek. dedim.
iç çekti.
-sen şöyle beyaz bir elbise giysen. gecenin şerefine. saçlarını salsan, gecenin rengini yansıtsa, kamaştırsa gözlerimi. o güzel gözlerini izlesem saatlerce, hayat amacım buymuş gibi..
yine iç çekti.
olmayacak şeyleri istemekte onun kadar iyiydim.
sustum.
sustuk.
****
karşıma çıktı bu gece öldürdüğüm hayaller.
hortladılar gömdüğüm kalbimin derinliklerinden.
şaşırmadım.
özellikle bu gece gelmesine şaşırmadım onların.
bu gece, her geceden daha yalnız oldu.
ne güzel söylüyor mazhar alanson şu an;
"benim hala umudum var
isyan etsem de istediğim kadar."
bu gece, her geceden daha yalnız oldu.
çünkü eylül geldi...
hayır hayır, hayallerinizi çıplak elle boğsanız da, paramparça etseniz de kan dökülmez yere.
ama hissedersiniz ellerinizdeki kanı.
göstermez size kızıl yüzünü ölüm o an.
ama hissedersiniz.
****
huzurdu o an yaşam.
ellerimizin altındaydı o an hayat.
bacağıma uzanmıştı o.
bir ağacın dibinde, tembellik ediyorduk onunla.
elimizde sigara.
sanki 10 yaş gençleşmiş gibiydik o an.
fakat o an 40 yaşındaki insanlar kadar olgunduk ve hayatı ciddiye alıyorduk.
-hadi kalk gidelim. dedi.
fevriydi o. estiği an her şeyi yapabilirdi.
-nereye? dedim gülümseyerek.
-hadi kalk, kimsenin bizi bulamayacağı, sadece senin ve benim olabileceğim bir yere kaçalım. deniz olsun. denizin tuzlu kokusunu duyumsayalım gecenin karanlığında. sen şarkı söyle, ben de nefesini okşayayım. dedi.
ah ben ne çok hayranım bu kadına!
ne çok seviyorum ve ne çok tutuşuyorum uğruna!
sessizleştim.
hüzünlendim bir an.
hüzünlendiğimi anladı. elimi tuttu.
minik bir kedi gibi sokuldu, göğsüme kafasını koydu.
imkansızlıkları istediğini biliyordu.
biliyordu.
****
ağladım.
ağladıkça sigara yaktım.
sigara içtikse onu tekrar andım.
beyaz kefenler içerisinde yolculadım hayallerimi.
insan hem katil, hem de maktül olabiliyormuş böylece.
ellerime baktım.
yaşlandılar şu son birkaç günde.
aynaya baktım.
sakallarımda beyazlar seçtim.
metanet bu olsa gerek.
ağlamaktaki metanet!
****
-hayal kurmak bedava allahtan. dedim.
kafası karıştı.
-nasıl yani? dedi.
-hayallerimize karışmıyor kimse hiç yoktan. en azından seni sürekli yanımda düşleyebiliyorum. dedim.
gülümsedi.
ona ne kadar çok tutkun olduğumu ilk o an anladı.
-şöyle bir masa kursak seninle. iki kadeh rakı, fonda müzeyyen senar, mehtabı seyretsek. dedim.
iç çekti.
-sen şöyle beyaz bir elbise giysen. gecenin şerefine. saçlarını salsan, gecenin rengini yansıtsa, kamaştırsa gözlerimi. o güzel gözlerini izlesem saatlerce, hayat amacım buymuş gibi..
yine iç çekti.
olmayacak şeyleri istemekte onun kadar iyiydim.
sustum.
sustuk.
****
karşıma çıktı bu gece öldürdüğüm hayaller.
hortladılar gömdüğüm kalbimin derinliklerinden.
şaşırmadım.
özellikle bu gece gelmesine şaşırmadım onların.
bu gece, her geceden daha yalnız oldu.
ne güzel söylüyor mazhar alanson şu an;
"benim hala umudum var
isyan etsem de istediğim kadar."
bu gece, her geceden daha yalnız oldu.
çünkü eylül geldi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)