sonbaharı hep sevmişimdir.
sonbahar bir şekilde insana huzur verir. özellikle ekim ayı mevsimlerin iç içe geçtiği aylardandır. güneşi de, yağmuru da, sararan yaprakları da bir arada yaşarsınız.
o yüzden ekim ayını ben insana benzetirim.
ruh haline göre seviçli. bazen gözyaşlarını yeryüzüne akıtan, bazense içinin sıkıntısını rüzgarlarla dağıtan.
fakat eylül...
eylül ayı ayrılık ayıdır.
ve bu, doğa tarafından konuşmuş bir kanundur!
****
-ben aslında senin düğününe gelmek isterim. dedi.
bakakaldım.
o an tüm kelimeleri çalıp gitti o insan.
konuşamadım.
tek bir hece çıkmadı ağzımdan.
gözlerini kırptı, baktı kocaman.
o zaman azad etti kelimelerimi. özgürlüğümü tekrar verdi.
-saçmalama yahu. o vakte kadar kim öle kim kala! diyerek işin içinden sıyrılmaya çalıştım.
beceremedim!
o, pencereden dışarı bakarak kafasını dağıtmaya çalıştı sanki. o da o an benim düşündüğümü düşünüyordu, biliyordum. hissederdim. kendimmiş gibi hissederdim.
gardımı alamamıştım henüz.
darbeyi yedim. hiç beklemediğim yerden.
zırhım dağıldı, yere düştü miğferim.
o gördü bunu, aldırış etmedi.
önemsemedi beni.
umrunda değilmişim gibi sanki.
öylece dışarıyı seyretti.
****
o gittiğinden beri-ya da hiç olmayışını anladığım vakitten beri demeliyim- her şeyi yazdığım deftere bakamamıştım.
baktım bugün.
yüzüme acı bir gülümseme yerleşti.
ele verdim kendimi.
ele verdim hüznümü ve özlemimi.
yazılarıma baktım. o kokuyordu. sinmişti o yazılarıma.
dokusundaydı hayatımın. en ufak hücreme bile yerleşmişti.
geçmiş zamanı kullanmak, insanın kendini kandırmasıymış ayrıca.
dokusunda hayatımın. en ufak hücremde bile varlığını sürdürüyor!
****
feryat ettim.
bağırdım acı acı.
önce yükseldi. gözyaşlarımı taşıyarak sana doğru yola çıktı.
gücüm yetmedi. yarı yolda düştü, kırıldı.
gözyaşlarım da, çığlığım da yok oldu...
-ayrılırken çirkinleşme diğerleri gibi. dedi.
içerledim.
beni hala onlarla karşılaştırıyordu. ve hala onlara benzediğimi düşünüyordu.
-ne farkeder? bana hiç inanmayarak sen çirkinleşmişsin zaten. dedim
üzüldü. anladım. bakışlarından anladım.
gidip sarılasım geldi, tuttum kendimi.
-hoşçakal. dedi.
gitti.
gitti o.
o gitti.
o aslında git-ti.
git.
****
şafakta verilmiş sözün vardı.
bekledim.
gelmedin.
ben de sana şiir okudum.
Sen kollarıma asla gelmemiş sevgili,
sen yitirilmiş olan daha başından,
senin hangi şarkılar gider hoşuna
hiç öğrenemedim. Vaz geçtim ben seni
gelecek anın kabaran dalgaları içinde
tanımaya çabalamaktan. içimdeki
tüm uçsuz bucaksız imgeler, çok uzaktaki
derinliğine hissedilen peyzaj,
şehirler, kuleler, köprüler ve patikaların tahmin-
edimedik dönemeçleri
ve şu bir vakitler nabzı tanrıların hayatıyla atan
kudretli topraklar
tümü, beni her zaman atlatan seni
anlamlandırmak için içimden yükselirler.
Sen, sevgili, daima hasretle seyrettiğim
bahçelersin sen. Bir kır evinde
açık bir pencere , ve sen daha yeni
atmışsın adımını dışarı, dalgın düşünceli
karşılamak için beni. Rast gele geçtiğim sokaklar,
sen onlarda az önce yürümüş ve gözden kaybolmuşsun.
Ve bazen, bir dükkanda, aynalar hala sersemlemiş
olurlardı senin orada bulunmuş olmandan, irkilmiş
geri verirlerdi benim çok ani hayalimi.Kim bilir? belki de
aynı kuş yankılanıyordu içimizden ikimizin de
ayrı ayrı, dün akşam.
31 Ağustos 2010 Salı
30 Ağustos 2010 Pazartesi
mış gibi oyunu
görünmez engeller var sanki aramızda.
engeller, birbirimize ulaşmamızı engelliyor.
fiziksel olarak gözükmüyor bu engeller.
ruhumuza koyuyoruz o engelleri çünkü.
anlıyor`muş gibi` yapıyoruz. hadi bu belki çok mühim değil.
seviyor`muş gibi` yapmamıza ne demeli?
****
-senin değilim, evet. ama anlat bana. eğer ki dostunsam hala. dedi.
başımı ellerimin arasına aldım.
biliyorum; ağladım ağlayacağım. fazla gelindi üstüme bu sefer.
-nasıl kabullenebilirim bunu kısa sürede? aşık olduğum kadın bir başkasıyla birlikte. ben o kadına içsel tartışmalarımı nasıl anlatayım? dedim.
-anlat! dedi.
anlattım.
kendi kendime konuşuyormuş gibiydim aslında. verecek cevabı yoktu bir çok şeye.
-tüm bunlar olurken ben aklına gelmedim mi?
-geldin.
-ne düşündün peki?
-duygularının bir sanrı olduğunu, eski sevgilini hala sevdiğini.
o an dünyam başıma yıkıldı.
konuşamadım.
****
yüzümüzde hep bir maske.
gülüyormuş gibi yapıyoruz. üzülmüyor`muş gibi` yapıyoruz.
dahası unutuyor`muş gibi` yapıyoruz.
kendimizden kaçıyoruz.
ama nereye?
cevabını kimse bilmiyor.
ölene dek bir kaçıştır gidiyor.
kimin umrunda peki?
kimsenin.
oysa yalansız, oyunsuz olunca hisler, daha samimi olmaz mı?
yoksa, gerçekler hep mi acıtır?
****
ağladım.
o gece ilk defa onun uğruna gözyaşı döktüm.
günlerce onun aşkında yan. resimlerine saatlerce bakıp gülümse. gün boyu onu düşün. tüm arkadaşlarına büyük bir şevkle, sanki yeniden doğmuş gibi onu anlat. o ise kalkıp sana hiç inanmadığını söylesin.
zor.
meğersem hatun, bana inanıyor`muş gibi` yapmış.
bana inanmamış!
****
`mış gibi` oyunu insanı acıtır.
zaten yalanlarla dolu dünyada, siz de eriyip gidersiniz `mış gibi` oyununda.
tehlikelidir.
farkedilmez kolay kolay `mış gibi` oyunu, ama farkedildi mi canınız yanar. karşınızdakinin canı yanar.
****
vakit tamam seni terkediyorum
bütün alışkanlıklardan öteye..
her yalan insanı biraz daha yok eder.
lakin..
siz siz olun seviyor`muş gibi` yapmayın!
engeller, birbirimize ulaşmamızı engelliyor.
fiziksel olarak gözükmüyor bu engeller.
ruhumuza koyuyoruz o engelleri çünkü.
anlıyor`muş gibi` yapıyoruz. hadi bu belki çok mühim değil.
seviyor`muş gibi` yapmamıza ne demeli?
****
-senin değilim, evet. ama anlat bana. eğer ki dostunsam hala. dedi.
başımı ellerimin arasına aldım.
biliyorum; ağladım ağlayacağım. fazla gelindi üstüme bu sefer.
-nasıl kabullenebilirim bunu kısa sürede? aşık olduğum kadın bir başkasıyla birlikte. ben o kadına içsel tartışmalarımı nasıl anlatayım? dedim.
-anlat! dedi.
anlattım.
kendi kendime konuşuyormuş gibiydim aslında. verecek cevabı yoktu bir çok şeye.
-tüm bunlar olurken ben aklına gelmedim mi?
-geldin.
-ne düşündün peki?
-duygularının bir sanrı olduğunu, eski sevgilini hala sevdiğini.
o an dünyam başıma yıkıldı.
konuşamadım.
****
yüzümüzde hep bir maske.
gülüyormuş gibi yapıyoruz. üzülmüyor`muş gibi` yapıyoruz.
dahası unutuyor`muş gibi` yapıyoruz.
kendimizden kaçıyoruz.
ama nereye?
cevabını kimse bilmiyor.
ölene dek bir kaçıştır gidiyor.
kimin umrunda peki?
kimsenin.
oysa yalansız, oyunsuz olunca hisler, daha samimi olmaz mı?
yoksa, gerçekler hep mi acıtır?
****
ağladım.
o gece ilk defa onun uğruna gözyaşı döktüm.
günlerce onun aşkında yan. resimlerine saatlerce bakıp gülümse. gün boyu onu düşün. tüm arkadaşlarına büyük bir şevkle, sanki yeniden doğmuş gibi onu anlat. o ise kalkıp sana hiç inanmadığını söylesin.
zor.
meğersem hatun, bana inanıyor`muş gibi` yapmış.
bana inanmamış!
****
`mış gibi` oyunu insanı acıtır.
zaten yalanlarla dolu dünyada, siz de eriyip gidersiniz `mış gibi` oyununda.
tehlikelidir.
farkedilmez kolay kolay `mış gibi` oyunu, ama farkedildi mi canınız yanar. karşınızdakinin canı yanar.
****
vakit tamam seni terkediyorum
bütün alışkanlıklardan öteye..
her yalan insanı biraz daha yok eder.
lakin..
siz siz olun seviyor`muş gibi` yapmayın!
29 Ağustos 2010 Pazar
kuşkusuz aşk
sonbaharın ilk günlerini hep sevdiğimi sanmıştım.
bundan bir yıl öncesine dek severdim de.
şimdi sonbahar, bana asla gerçekleşmeyecek hayallerimin kalıntısı gibi geliyor gözüme.
çirkin, yaşlanmış ve yorulmuş bir bedene hapsetmek o yaprakların ritmini..
sonbaharı severdim ben.
hem benim sonbahar renkli kabanım da vardı. yakışırdı ağaçlara.
o kabanla kendimi mavi tuna gibi hissederdim.
oysa maviliğini kaybetmiş, buharlaşmış bir göl kadar "yok" idim.
****
yokluğuyla yaşamaya çalışıyordum.
hani o hiç olmayışınızın verdiği bi ağırlık vardır.
onu taşımaya çalışıyordum.
-ben çok mu kötüyüm? dedi.
-nasıl yani?
durup dururken, tamamiyle farklı bir konu üzerinde konuşuyorken bir dakika önce, böyle sorular sorup şaşırtırdı insanı.
-birilerinin arkadaşı olamayacak kadar kötü müyüm? dedi.
haydaa.
bu nerden çıktı?
+hayır değilsin. seni pohpohlamayacağım. kısa ve net olarak söylüyorum. hayır. dedim.
düşüncelerimin önemli olduğunu bilirdim. sanki rahatlamıştı bu sözlerimden sonra.
-etrafımdaki herkesi kaybettim. seni dahi.. dedi.
başımı kaldıramadım.
utancımdan, sinirimden değil.
gözyaşlarımı görmesini istemediğimden.
-evet, sanırım kaybettin beni. dedim.
sözlerim kanatlanamadı. ona uçmaya çalışırken kırıldı, parçalandı zeminde.
duymasını istemedim gerçekleri..
****
sonbaharda arap şükrü çok güzeldir.
curcuna olmaz her zamanki gibi. asıl insanları kalmıştır oranın. asıl müşterileri.
gittim. oturdum bir masaya. açtırdım bir küçük.
bir bahar akşamı çaldı seni düşünürken.
gülümsedim.
kaderime gülümsedim sanki o an.
yokluğuna da bir kadeh doldurdum.
senin şerefine kadeh kaldırdık.
sensizliğe.
ve senin bir daha hiç olmayacağın gerçeğine.
****
-unutlmak benim kaderimde var. biliyorum, sen de unutacaksın. dedim.
kızdı.
eskiden olsa üzülürdüm. çok üzülürdüm kızdırdım diye onu.
şimdi ise pek umursamıyorum.
evet.
umursamıyorum.
-evet, seni unuttuğum için konuşuyoruz şu anda değil mi? dedi.
saçmaladığının farkında değildi.
-hep sevdim ben. şu beş yıl boyunca dostum dediğim insanların sayısını hatırlamıyorum bile. kim kaldı geriye yalnızlıktan başka? dedim.
halimden anlamadı yine. anlayacak gibi değildi.
-boşver. dedim.
yine sarıldım yalnızlığa, eski dosta.
bir de, peşimi hiç bırakmayacak olan, ve esasında kendisine aşık olduğum "aşk"a.
****
kuşkusuz aşk, aşk kuşkusuz!
odur saran yüreği coşku
her bakışta yaratılan o yaman duygu.
ruhun sıyrılıp karanlıktan
sevgilinin göklerine yükselişi.
yasemin dallarından kayarak yüreğin en genç saatlerinde titreyişi.
ve ölümden zerre kadar sakınmayışı!
aşk, kuşkusuz akştır o!
soluklanarak düş gücünün doruklarında
içilen yaşam suyu
ölümsüzlüğün zehirli fısıltılarında
ve sevgilinin öptüğü aslında
kuşkusuz aşk, aşktır kuşkusuz.
ancak yüreği öpülürse,
öpülürse yüreği duyulur sesi
ruhun gizli sularında
sessizce uyuyan derinlerde
aşk, kuşkusuz aşktır o!
çıplak bir iltifatın en latif
kıvrımlarında
harikulade,saf ve zarif
bana soucak olursanız tuhaf ve naif
en olmazın oluru, kıyametin neşesi
aşk, aşktır o, tanırsınız eninde sonunda.
bundan bir yıl öncesine dek severdim de.
şimdi sonbahar, bana asla gerçekleşmeyecek hayallerimin kalıntısı gibi geliyor gözüme.
çirkin, yaşlanmış ve yorulmuş bir bedene hapsetmek o yaprakların ritmini..
sonbaharı severdim ben.
hem benim sonbahar renkli kabanım da vardı. yakışırdı ağaçlara.
o kabanla kendimi mavi tuna gibi hissederdim.
oysa maviliğini kaybetmiş, buharlaşmış bir göl kadar "yok" idim.
****
yokluğuyla yaşamaya çalışıyordum.
hani o hiç olmayışınızın verdiği bi ağırlık vardır.
onu taşımaya çalışıyordum.
-ben çok mu kötüyüm? dedi.
-nasıl yani?
durup dururken, tamamiyle farklı bir konu üzerinde konuşuyorken bir dakika önce, böyle sorular sorup şaşırtırdı insanı.
-birilerinin arkadaşı olamayacak kadar kötü müyüm? dedi.
haydaa.
bu nerden çıktı?
+hayır değilsin. seni pohpohlamayacağım. kısa ve net olarak söylüyorum. hayır. dedim.
düşüncelerimin önemli olduğunu bilirdim. sanki rahatlamıştı bu sözlerimden sonra.
-etrafımdaki herkesi kaybettim. seni dahi.. dedi.
başımı kaldıramadım.
utancımdan, sinirimden değil.
gözyaşlarımı görmesini istemediğimden.
-evet, sanırım kaybettin beni. dedim.
sözlerim kanatlanamadı. ona uçmaya çalışırken kırıldı, parçalandı zeminde.
duymasını istemedim gerçekleri..
****
sonbaharda arap şükrü çok güzeldir.
curcuna olmaz her zamanki gibi. asıl insanları kalmıştır oranın. asıl müşterileri.
gittim. oturdum bir masaya. açtırdım bir küçük.
bir bahar akşamı çaldı seni düşünürken.
gülümsedim.
kaderime gülümsedim sanki o an.
yokluğuna da bir kadeh doldurdum.
senin şerefine kadeh kaldırdık.
sensizliğe.
ve senin bir daha hiç olmayacağın gerçeğine.
****
-unutlmak benim kaderimde var. biliyorum, sen de unutacaksın. dedim.
kızdı.
eskiden olsa üzülürdüm. çok üzülürdüm kızdırdım diye onu.
şimdi ise pek umursamıyorum.
evet.
umursamıyorum.
-evet, seni unuttuğum için konuşuyoruz şu anda değil mi? dedi.
saçmaladığının farkında değildi.
-hep sevdim ben. şu beş yıl boyunca dostum dediğim insanların sayısını hatırlamıyorum bile. kim kaldı geriye yalnızlıktan başka? dedim.
halimden anlamadı yine. anlayacak gibi değildi.
-boşver. dedim.
yine sarıldım yalnızlığa, eski dosta.
bir de, peşimi hiç bırakmayacak olan, ve esasında kendisine aşık olduğum "aşk"a.
****
kuşkusuz aşk, aşk kuşkusuz!
odur saran yüreği coşku
her bakışta yaratılan o yaman duygu.
ruhun sıyrılıp karanlıktan
sevgilinin göklerine yükselişi.
yasemin dallarından kayarak yüreğin en genç saatlerinde titreyişi.
ve ölümden zerre kadar sakınmayışı!
aşk, kuşkusuz akştır o!
soluklanarak düş gücünün doruklarında
içilen yaşam suyu
ölümsüzlüğün zehirli fısıltılarında
ve sevgilinin öptüğü aslında
kuşkusuz aşk, aşktır kuşkusuz.
ancak yüreği öpülürse,
öpülürse yüreği duyulur sesi
ruhun gizli sularında
sessizce uyuyan derinlerde
aşk, kuşkusuz aşktır o!
çıplak bir iltifatın en latif
kıvrımlarında
harikulade,saf ve zarif
bana soucak olursanız tuhaf ve naif
en olmazın oluru, kıyametin neşesi
aşk, aşktır o, tanırsınız eninde sonunda.
27 Ağustos 2010 Cuma
bütün yavru kediler büyüdüklerinden ölür
şuursuz bir biçimde yapılan konuşmalar, aslında insanın özünü gösteriyor.
evet, evet.
insan, saçlamadığı anlarda çok daha samimi oluyor.
çünkü asla kendini kısıtlamıyor. o an ne düşünüyorsa onu söylüyor.
****
-nasıl da sahteyiz ve nasıl da kaçıyoruz kendimizden! diyorum.
canım sıkılıyor.
sigaramın olmayışı daha çok canımı sıkıyor. rahatlamam lazım.
-bizi gözetleyen insanlar için yaşıyoruz sanki! o ne düşünür diye tasalanıyoruz. başkalarına ayıp olmasın diye hareketlerimizi kısıyoruz. ve git gide aptallaşıyoruz! dedim.
sesim yükseldi birden. farketmedim.
ellerimi tuttu birden. rahatlamak istercesine. sinirlendiğimi anladı.
omzuma başını koydu. yüzümü okşadı.
sakinleştim. sinirimi aldı sanki o temaslar.
ah aşk sen nelere kadirsin!
-biz böyle büyüdük sanki. sanki onlar için yaşamamız gerektiği öğretildi bize ve hep bir tiyatro sahnesinde olduk. dedi.
onu o an daha çok sevdim.
-ben de korkarım bana laf gelmesinden. bilirisn beni. korkarım hep! dedi.
daha sıkı sarıldım.
bu kadın her defasında beni derinden etkiliyordu ve her seferinde tekrar aşık ediyordu kendisine!
rastladığım yegane tanrıçaydı o ve beni kutsuyordu şu an!
sesimi çıkarmadım.
tadını almaya baktım anın.
sessizce...
****
bir döngü var sanki yaşananlarda.
biri gelir biri gider gibi değil bu döngü. o kadar basit değil.
sanki bizler, başkalarını tatmin etmek için doğuyoruz, hayatımızı onlara adayıp yaşıyoruz.
sanki...
sanki biz kendimizi unutuyoruz yaşarken?
kayboluyor anılar ve birer robota dönüşürken, insanlığımızı mı kaybediyoruz?
****
-annem beni hiç sevmedi sanki. dedim.
kızdı bana.
çok kızdı hem de.
-saçmalıyorsun! çok içtin sen bu gece. yeter.
çekindim bir an. devam ettim konuşmaya:
-hayır. anlamıyorsun beni. annem beni sevdi elbette. ama sevdiği ben değildim. dedim.
-nasıl yani? diye sordu.
iç çektim.
nasıl da zorlanıyordum bunları anlatmaya. nasıl da zordu en sevdiğim kadına annemi açıklamak..
-o kendi hayallerini sevdi. kendi hayallerini, sahip olamadığı yaşamı ve sahip olamadığı mesleği sevdi bende. o aslında bende kendi yansımasını gördü. kendisini gördü. evet, annemdir. evet, canımdan öte candır. benim iyiliğimi ister. ama o, bencilliğini dışa vurur. çekinmez de. bu yüzden annem "ben"i hiç sevmedi. dedim.
uzunca baktı bana.
çok içiyorum diye çantasına koyduğu sigarayı çıkardı. bana da, kendisine de yaktı bir tane.
sigarayı içime çektikçe kurtuldum, hafifledim sanki.
tiryakilerin psikolojisi işte!
-yanındayım ben. dedi. ne olursa olsun yanındayım.
baktım gözlerine.
biliyordum.
yanımdaydı.
ve hep yanımda olacaktı.
****
"gençtim, hem de o güne dek sandığımdan da gençtim. yaşı olan ve kolay kolay faka basmayansa, açık yürekliliğimdi.
ve bu sonsuza dek sürecekti."
evet, evet.
insan, saçlamadığı anlarda çok daha samimi oluyor.
çünkü asla kendini kısıtlamıyor. o an ne düşünüyorsa onu söylüyor.
****
-nasıl da sahteyiz ve nasıl da kaçıyoruz kendimizden! diyorum.
canım sıkılıyor.
sigaramın olmayışı daha çok canımı sıkıyor. rahatlamam lazım.
-bizi gözetleyen insanlar için yaşıyoruz sanki! o ne düşünür diye tasalanıyoruz. başkalarına ayıp olmasın diye hareketlerimizi kısıyoruz. ve git gide aptallaşıyoruz! dedim.
sesim yükseldi birden. farketmedim.
ellerimi tuttu birden. rahatlamak istercesine. sinirlendiğimi anladı.
omzuma başını koydu. yüzümü okşadı.
sakinleştim. sinirimi aldı sanki o temaslar.
ah aşk sen nelere kadirsin!
-biz böyle büyüdük sanki. sanki onlar için yaşamamız gerektiği öğretildi bize ve hep bir tiyatro sahnesinde olduk. dedi.
onu o an daha çok sevdim.
-ben de korkarım bana laf gelmesinden. bilirisn beni. korkarım hep! dedi.
daha sıkı sarıldım.
bu kadın her defasında beni derinden etkiliyordu ve her seferinde tekrar aşık ediyordu kendisine!
rastladığım yegane tanrıçaydı o ve beni kutsuyordu şu an!
sesimi çıkarmadım.
tadını almaya baktım anın.
sessizce...
****
bir döngü var sanki yaşananlarda.
biri gelir biri gider gibi değil bu döngü. o kadar basit değil.
sanki bizler, başkalarını tatmin etmek için doğuyoruz, hayatımızı onlara adayıp yaşıyoruz.
sanki...
sanki biz kendimizi unutuyoruz yaşarken?
kayboluyor anılar ve birer robota dönüşürken, insanlığımızı mı kaybediyoruz?
****
-annem beni hiç sevmedi sanki. dedim.
kızdı bana.
çok kızdı hem de.
-saçmalıyorsun! çok içtin sen bu gece. yeter.
çekindim bir an. devam ettim konuşmaya:
-hayır. anlamıyorsun beni. annem beni sevdi elbette. ama sevdiği ben değildim. dedim.
-nasıl yani? diye sordu.
iç çektim.
nasıl da zorlanıyordum bunları anlatmaya. nasıl da zordu en sevdiğim kadına annemi açıklamak..
-o kendi hayallerini sevdi. kendi hayallerini, sahip olamadığı yaşamı ve sahip olamadığı mesleği sevdi bende. o aslında bende kendi yansımasını gördü. kendisini gördü. evet, annemdir. evet, canımdan öte candır. benim iyiliğimi ister. ama o, bencilliğini dışa vurur. çekinmez de. bu yüzden annem "ben"i hiç sevmedi. dedim.
uzunca baktı bana.
çok içiyorum diye çantasına koyduğu sigarayı çıkardı. bana da, kendisine de yaktı bir tane.
sigarayı içime çektikçe kurtuldum, hafifledim sanki.
tiryakilerin psikolojisi işte!
-yanındayım ben. dedi. ne olursa olsun yanındayım.
baktım gözlerine.
biliyordum.
yanımdaydı.
ve hep yanımda olacaktı.
****
"gençtim, hem de o güne dek sandığımdan da gençtim. yaşı olan ve kolay kolay faka basmayansa, açık yürekliliğimdi.
ve bu sonsuza dek sürecekti."
26 Ağustos 2010 Perşembe
söylemek için çırpındığım geceler
yine sıkıntılı günlerimin birinde, öğlen uykusu için yatıyorum.
çok geçmiyor, uyanıyorum.
yorgunum.
sanki yorgunluğum yıllardan varmış gibi hissediyorum.
nerde olduğumun farkında değilim. köy meydanı gibi bi yerdeyim. ya da meydanın çıkışı gibi bir şey. tam hatırlayamıyorum.
bir kadın.
bana gülümsüyor.
o kadın, çok güzel.. onu görünce sanki daha önceden şartlandırılmışım gibi gülümsüyorum. içimdeki sevgi artıyor.
onu sevdiğimi farkediyorum o an..
sanki yıllardır bekliyormuşum gibi bu anı, gidip sarılıyorum ona.
hayat amacıma ulaşmışcasına rahatlıyorum o an.
anlamıyorum. alnım kırışıyor, hissediyorum. farkında olmadan aptal bir sırıtış ekliyorum yüzüme.
sahi, neler oluyor?
derken bir oğlan çocuğu bana doğru koşuyor.
belli, çok tecrübeli değil yürümekte. "baba!" diyerek koşuyor bana doğru.
geliyor yanıma, sanki hiç yadırgamıyormuşum gibi olanları kucağıma alıyorum.
"aslan oğlum benim!" diyorum.
neler olduğunun hala farkında değilim.
yıla bakıyorum: 2030.
yok artık!
ağlamaya başlıyorum. delilercesine hem de!
neye sevineyim, neye ağlayayım şaşırıyorum.
hayatımın en değerli 20 senesini hatırlamayışıma ağlayayım mı? yoksa kucağımdaki çocuğuma ve yanımdaki eşime sevineyim mi?
şaşırıp kalıyorum.
****
kan ter içinde uyanıyorum.
saate bakıyorum: 06:15
tarihe bakıyorum: 2010.
parmak uçlarıma kadar uyuşuyorum. karıncalanıyor resmen ellerim.
şükrediyorum o an.
ve çok büyük bir suçluluk hissi duyuyorum.
rüyamdaki kadının sen olmadığını farkediyorum.
ağlıyorum..
o gece, seni istemeden de olsa aldatıyorum.
oysa...
oysa yanıbaşımda, sana sarılarak uyusaydım korurdun rüyalarımı.
izin vermezdin yabancılara. sadece "sen"le doldururdun dört bir yanı..
kabul ederdim ben de memnuniyetle. açardım düş dünyamın kapılarını ardına dek, sen giresin diye..
oysa...
****
Bir şey kaldı gecelerden birinde
Senden.
Öncesinde bilinmemiş birşey,
Silinmez bir ses gibi giden..
Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde,
Bir şey kaldı senden
Yaşamalar'ın arasında kaçamaklı..
çok geçmiyor, uyanıyorum.
yorgunum.
sanki yorgunluğum yıllardan varmış gibi hissediyorum.
nerde olduğumun farkında değilim. köy meydanı gibi bi yerdeyim. ya da meydanın çıkışı gibi bir şey. tam hatırlayamıyorum.
bir kadın.
bana gülümsüyor.
o kadın, çok güzel.. onu görünce sanki daha önceden şartlandırılmışım gibi gülümsüyorum. içimdeki sevgi artıyor.
onu sevdiğimi farkediyorum o an..
sanki yıllardır bekliyormuşum gibi bu anı, gidip sarılıyorum ona.
hayat amacıma ulaşmışcasına rahatlıyorum o an.
anlamıyorum. alnım kırışıyor, hissediyorum. farkında olmadan aptal bir sırıtış ekliyorum yüzüme.
sahi, neler oluyor?
derken bir oğlan çocuğu bana doğru koşuyor.
belli, çok tecrübeli değil yürümekte. "baba!" diyerek koşuyor bana doğru.
geliyor yanıma, sanki hiç yadırgamıyormuşum gibi olanları kucağıma alıyorum.
"aslan oğlum benim!" diyorum.
neler olduğunun hala farkında değilim.
yıla bakıyorum: 2030.
yok artık!
ağlamaya başlıyorum. delilercesine hem de!
neye sevineyim, neye ağlayayım şaşırıyorum.
hayatımın en değerli 20 senesini hatırlamayışıma ağlayayım mı? yoksa kucağımdaki çocuğuma ve yanımdaki eşime sevineyim mi?
şaşırıp kalıyorum.
****
kan ter içinde uyanıyorum.
saate bakıyorum: 06:15
tarihe bakıyorum: 2010.
parmak uçlarıma kadar uyuşuyorum. karıncalanıyor resmen ellerim.
şükrediyorum o an.
ve çok büyük bir suçluluk hissi duyuyorum.
rüyamdaki kadının sen olmadığını farkediyorum.
ağlıyorum..
o gece, seni istemeden de olsa aldatıyorum.
oysa...
oysa yanıbaşımda, sana sarılarak uyusaydım korurdun rüyalarımı.
izin vermezdin yabancılara. sadece "sen"le doldururdun dört bir yanı..
kabul ederdim ben de memnuniyetle. açardım düş dünyamın kapılarını ardına dek, sen giresin diye..
oysa...
****
Bir şey kaldı gecelerden birinde
Senden.
Öncesinde bilinmemiş birşey,
Silinmez bir ses gibi giden..
Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde,
Bir şey kaldı senden
Yaşamalar'ın arasında kaçamaklı..
ihtimallerle karışık sevişmek
kaybettiğim savaşların acısı çıkyordu tekrar o an.
sanki kollarım ağırlıklarımı ağırlıklarını taşıyamıyormuşçasına sallıyorum yürürken.
gözümün önüne geliyor sevdiklerim. "sevdiğim" dediklerim.
farkında olmadan sınıflandırıyorum, sıralıyorum onları değerlerine göre..
diyorum ki, en güzeli yarım kalandı.
neden mi?
hep "bir ihtimal" umududur onu güzel yapan.
ihtimallere tutunarak yaşamaya çalışan zavallılarız biz oysa.
onun gözlerine bakınca duyduğumuz sevinç, karşılık alabileceğimiz ihtimalinin doğurduğu sevinçti.
yollarda onu sürekli düşünürken karşımıza çıkar umuduyla yürümedik mi uzunca süre?
ve hatta bu düşünceyi inkar etmedik mi hep?
kendimize itiraf edemediğimiz ihtimallerle yaşamadık mı hep?
****
ayağım kaydı, düştüm.
kahkalarla bana güldü.
gözlerinin içi parlardı o güldüğünde.
içtendi. her hareketinde olduğu gibi güldüğünde de doğaldı.
düştüğüme gülüyordu şimdi de. alay ediyordu resmen.
-kalk hadi kalk sakar! dedi yine küçük bir gülümseme eşliğinde.
sarıldım ona.
ona sarıldığımda, kalbimden kalbine bir şeyler aktı.
hissettim. bir parçamı ona bıraktım.
yüzüne baktım. hala gülümsüyordu.
-seni seviyorum. dedim.
yorgun bir tebessüm yerleştirdi yüzüne. biliyormuş gibi sanki o an söyleyeceklerimi.
-ben de seni. dedi.
uzatmadım.
sustum.
****
karmaşıklaştırmadım ben hiçbir zaman.
dedim ki aslolan aşktır.
kaçmadım ben ondan. ona da koşmadım.
ama..
ama hiçbir zaman galip çıkmadım bir ilişkiden.
hayır, ilişkiden galip çıkan olmaz. evet.
bir ilişkiden yıpranmadan, doğru dürüst, insanca ayrılmadım.
yapamadım.
belki de diyorum ki şu an ben o insanı merkezime fazla itiyorum.
her şeyim yapıyorum onu.
belki de bunlar hataydı diyorum.
duruyorum öylece birkaç dakika.
diyorum ki "başlarım böyle işe!".
bırakıyorum düşünmeyi.
acımın tadını çıkarıyorum.
hep yaptığım gibi..
****
yağmur kokardı teni onun.
kollarımın arasına aldım onu. başını göğsüme koydu. uyuyacak gibiydi.
saçlarını kokladım. öptüm hafifçe.
-sen olmasan ben ne yapardım ha? dedim.
kaldırdı kafasını.
beklemiyordu bunu. belki de gerçekten uyumuştu o an.
-nasıl yani? dedi şaşırarak.
-sen, kimsenin dolduramayacağı bir boşluğu dolduruyosun şu anda. farkında olsan da olmasan da. dedim.
huzursuz oldu.
hissettim.
huzursuzluğu üzdü beni.
her şeyi açık yaşayamamak üzdü beni.
isterdim ki ben o an bağıra çağıra söyleseydim onu sevdiğimi.
olmadı.
kader deyip işin içinden sıyrılasım geldi bir an.
öyle de yaptım.
****
şimdi ise seni unutma ihtimaline tutunuyorum.
unutur muyum diyorum. iç ses hayır diyor.
insan sonu olan şeyden korkmamalı diyorum. sonu olmayanlar asıl korkutucu.
anlıyorum şimdi.
ihtimallerle karışık sevişmek böyle bir şeymiş.
sanki kollarım ağırlıklarımı ağırlıklarını taşıyamıyormuşçasına sallıyorum yürürken.
gözümün önüne geliyor sevdiklerim. "sevdiğim" dediklerim.
farkında olmadan sınıflandırıyorum, sıralıyorum onları değerlerine göre..
diyorum ki, en güzeli yarım kalandı.
neden mi?
hep "bir ihtimal" umududur onu güzel yapan.
ihtimallere tutunarak yaşamaya çalışan zavallılarız biz oysa.
onun gözlerine bakınca duyduğumuz sevinç, karşılık alabileceğimiz ihtimalinin doğurduğu sevinçti.
yollarda onu sürekli düşünürken karşımıza çıkar umuduyla yürümedik mi uzunca süre?
ve hatta bu düşünceyi inkar etmedik mi hep?
kendimize itiraf edemediğimiz ihtimallerle yaşamadık mı hep?
****
ayağım kaydı, düştüm.
kahkalarla bana güldü.
gözlerinin içi parlardı o güldüğünde.
içtendi. her hareketinde olduğu gibi güldüğünde de doğaldı.
düştüğüme gülüyordu şimdi de. alay ediyordu resmen.
-kalk hadi kalk sakar! dedi yine küçük bir gülümseme eşliğinde.
sarıldım ona.
ona sarıldığımda, kalbimden kalbine bir şeyler aktı.
hissettim. bir parçamı ona bıraktım.
yüzüne baktım. hala gülümsüyordu.
-seni seviyorum. dedim.
yorgun bir tebessüm yerleştirdi yüzüne. biliyormuş gibi sanki o an söyleyeceklerimi.
-ben de seni. dedi.
uzatmadım.
sustum.
****
karmaşıklaştırmadım ben hiçbir zaman.
dedim ki aslolan aşktır.
kaçmadım ben ondan. ona da koşmadım.
ama..
ama hiçbir zaman galip çıkmadım bir ilişkiden.
hayır, ilişkiden galip çıkan olmaz. evet.
bir ilişkiden yıpranmadan, doğru dürüst, insanca ayrılmadım.
yapamadım.
belki de diyorum ki şu an ben o insanı merkezime fazla itiyorum.
her şeyim yapıyorum onu.
belki de bunlar hataydı diyorum.
duruyorum öylece birkaç dakika.
diyorum ki "başlarım böyle işe!".
bırakıyorum düşünmeyi.
acımın tadını çıkarıyorum.
hep yaptığım gibi..
****
yağmur kokardı teni onun.
kollarımın arasına aldım onu. başını göğsüme koydu. uyuyacak gibiydi.
saçlarını kokladım. öptüm hafifçe.
-sen olmasan ben ne yapardım ha? dedim.
kaldırdı kafasını.
beklemiyordu bunu. belki de gerçekten uyumuştu o an.
-nasıl yani? dedi şaşırarak.
-sen, kimsenin dolduramayacağı bir boşluğu dolduruyosun şu anda. farkında olsan da olmasan da. dedim.
huzursuz oldu.
hissettim.
huzursuzluğu üzdü beni.
her şeyi açık yaşayamamak üzdü beni.
isterdim ki ben o an bağıra çağıra söyleseydim onu sevdiğimi.
olmadı.
kader deyip işin içinden sıyrılasım geldi bir an.
öyle de yaptım.
****
şimdi ise seni unutma ihtimaline tutunuyorum.
unutur muyum diyorum. iç ses hayır diyor.
insan sonu olan şeyden korkmamalı diyorum. sonu olmayanlar asıl korkutucu.
anlıyorum şimdi.
ihtimallerle karışık sevişmek böyle bir şeymiş.
25 Ağustos 2010 Çarşamba
aşkı mümkün kılmak
sessiz sakin geldi bana doğru.
gözlerinin altı şişmişti. uyumaktan olsa gerek. çok uyumaktan.
kendine bir zamanlar doğru dürüst bakamadığının acısını çıkartıyormuşçasına kusursuzdu o gün.
-seni özlemişim. dedim.
gülümsedi.
iki yabancı gibiydik demek çok ağır olur bu duruma. daha çok yeni tanışmış gibiydik.
sürekli o konuşuyor, ben dinliyordum.
sahi, ben ne çok dinliyordum..
o gün de çok güzeldi.
güneş parlatıyordu saçlarını yine. gözlüklerini çıkarınca gözlerindeki o durgunluğu, yeniliği farkettim.
ürktüm.
sanki her şeyi yeniden yapan, hayatındaki her insanı yeniden tanımaya çalışan birinin bakışlarıydı onlar.
oturduk bir kafeye. o her zamanki gibi sodasını içerken, yaktım sigaramı. gözlerine baktım.
ben o an anladım koptuğumuzu onunla. görünmez bir el o "sevgi"yi, o "ilgi"yi kesip atmıştı.
canım acıdı. belli etmedim.
-dün çok saçma bir rüya gördüm. ve hayatımı yeniden şekillendirmeye, gerçeklere yönelmeye karar verdim. dedi.
sigaramdan bir fırt daha aldım. gözlerimi kıstım, hiçbir anlam çıkarılamayacak bir yüzle ona baktım. devam etti:
-o rüyanın etkisinde kaldım. ve artık seninle arkadaştan başka bir şey olamayız biz. dedi.
bir sigara daha yaktım.
ben o an anladım koptuğumuzu onunla. görünmez bir el beni kesip atmıştı hücrelerinden.
bir şey diyemedim. o samimiyetimize güvenerek anlatmıştı bunları bana. açık olmak adına bunlar konuşulmuştu. sesimi çıkarmadım.
çıkarsaydım ne diyecektim ki? "hayır, sen beni seviyorsun! kabul et bunu!" gibi şeylerle mi ikna edicektim onu bana ait olmamışken hiç?
sonra dedim ki kendi kendime; aşk, hep can acıtıyor. savuruyor bir yana hep seni. ve hep savrulan sen oluyorsun aşkta.
aşkı mümkün kılmak erkeğin elinde değilmiş hiçbir zaman. bunu tekrar anladım.
aşkı "aşk" yapan hep karşındakinin senin onu sevdiğini bilmesiymiş.
ve aşk, o tüm bunları anlatırken arkada çalan sezen aksu şarkasına hüngür hüngür ağlamakmış..
gözlerinin altı şişmişti. uyumaktan olsa gerek. çok uyumaktan.
kendine bir zamanlar doğru dürüst bakamadığının acısını çıkartıyormuşçasına kusursuzdu o gün.
-seni özlemişim. dedim.
gülümsedi.
iki yabancı gibiydik demek çok ağır olur bu duruma. daha çok yeni tanışmış gibiydik.
sürekli o konuşuyor, ben dinliyordum.
sahi, ben ne çok dinliyordum..
o gün de çok güzeldi.
güneş parlatıyordu saçlarını yine. gözlüklerini çıkarınca gözlerindeki o durgunluğu, yeniliği farkettim.
ürktüm.
sanki her şeyi yeniden yapan, hayatındaki her insanı yeniden tanımaya çalışan birinin bakışlarıydı onlar.
oturduk bir kafeye. o her zamanki gibi sodasını içerken, yaktım sigaramı. gözlerine baktım.
ben o an anladım koptuğumuzu onunla. görünmez bir el o "sevgi"yi, o "ilgi"yi kesip atmıştı.
canım acıdı. belli etmedim.
-dün çok saçma bir rüya gördüm. ve hayatımı yeniden şekillendirmeye, gerçeklere yönelmeye karar verdim. dedi.
sigaramdan bir fırt daha aldım. gözlerimi kıstım, hiçbir anlam çıkarılamayacak bir yüzle ona baktım. devam etti:
-o rüyanın etkisinde kaldım. ve artık seninle arkadaştan başka bir şey olamayız biz. dedi.
bir sigara daha yaktım.
ben o an anladım koptuğumuzu onunla. görünmez bir el beni kesip atmıştı hücrelerinden.
bir şey diyemedim. o samimiyetimize güvenerek anlatmıştı bunları bana. açık olmak adına bunlar konuşulmuştu. sesimi çıkarmadım.
çıkarsaydım ne diyecektim ki? "hayır, sen beni seviyorsun! kabul et bunu!" gibi şeylerle mi ikna edicektim onu bana ait olmamışken hiç?
sonra dedim ki kendi kendime; aşk, hep can acıtıyor. savuruyor bir yana hep seni. ve hep savrulan sen oluyorsun aşkta.
aşkı mümkün kılmak erkeğin elinde değilmiş hiçbir zaman. bunu tekrar anladım.
aşkı "aşk" yapan hep karşındakinin senin onu sevdiğini bilmesiymiş.
ve aşk, o tüm bunları anlatırken arkada çalan sezen aksu şarkasına hüngür hüngür ağlamakmış..
24 Ağustos 2010 Salı
aynı olup da olamamak
-seni seviyorum ben! dedi.
bakakaldım ona.
****
onu ilk gördüğümde saçlarından güneş yansıyordu. yüzünde aptalca bir sırıtışla ismimi ünledi:
-zafer?
onu ilk gördüğüm günü asla unutmam.
hayatıma yeni biri dahil olmuştu. ve ben bir şekilde o insanın hayatımda önemli bir rol alacağını biliyordum.
belki de bir şekilde, onu o andan itibaren anlamaya başlamıştım.
insan geriye dönüp bakınca böyle rastlantılara kader diyesi geliyor. lakin iki insanın çok uzun süre neredeyse yan yana evlerde kalıp 10 yıl sonra tanışması, hem de birbirine en ihtiyaçları olduğu vakit..
insanın buna aşk diyesi geliyor.
aynı olmak.
aynı şarkılara aşık olmak.
aynı şeyleri istemek.
aynı şeylerden hoşlanmak.
ve aynı aşkı aramak.
bu kadar aynılık, keşke birlikteliği getirse diyorum bazen.
bu kadar "aynı" olduktan sonra aynı sabaha uyansam seninle.
aynı gecede üşüsem, aynı yıldızlara baksam.
biz onunla aslında birbirine çok yakın iki nota gibiydik. aynı şarkılarda dinlenmişti ezgimiz, aynı şarkıcı ünlemişti bizi, aynı anda.
ona uzaklığın hüznü basıyor gece gece yine.
aynı olup da olamamak böyle bir şey işte.
aynı olup da bir olamamak canını acıtan insanın.
bağırıp çağırasım var. yine.
gecenin huzurunu bozmak istemiyorum lakin. üzerine ince bir örtü sermiş. hava serin, üşümesin diye.
sigaramı içime çekiyorum şimdi.
onunla aynı sabaha uyanamıyorum, aynı güneşe lanet etmiyorum, ya da aynı zamanda seni seviyorum demiyorum bir başkasına belki. ama ben yanımda onu da yaşatıyorum.
biçare..
****
-seni seviyorum ben! dedi.
bakakaldım ona.
-ama.. diye devam etti.
o zaman bildim canımı acıtacağını yine.
-ama biz birlikte olamayız! dedi.
bakakaldım ona.
açıklama yapmadı bana. anladım.
içindeki sevincin bana ait olmadığını anladım.
uzunca baktım.
gözlerimi onda bırakıp, çekip gittim.
fakat akılda hep aynı soru:
aşk mümkün müdür hala?
bakakaldım ona.
****
onu ilk gördüğümde saçlarından güneş yansıyordu. yüzünde aptalca bir sırıtışla ismimi ünledi:
-zafer?
onu ilk gördüğüm günü asla unutmam.
hayatıma yeni biri dahil olmuştu. ve ben bir şekilde o insanın hayatımda önemli bir rol alacağını biliyordum.
belki de bir şekilde, onu o andan itibaren anlamaya başlamıştım.
insan geriye dönüp bakınca böyle rastlantılara kader diyesi geliyor. lakin iki insanın çok uzun süre neredeyse yan yana evlerde kalıp 10 yıl sonra tanışması, hem de birbirine en ihtiyaçları olduğu vakit..
insanın buna aşk diyesi geliyor.
aynı olmak.
aynı şarkılara aşık olmak.
aynı şeyleri istemek.
aynı şeylerden hoşlanmak.
ve aynı aşkı aramak.
bu kadar aynılık, keşke birlikteliği getirse diyorum bazen.
bu kadar "aynı" olduktan sonra aynı sabaha uyansam seninle.
aynı gecede üşüsem, aynı yıldızlara baksam.
biz onunla aslında birbirine çok yakın iki nota gibiydik. aynı şarkılarda dinlenmişti ezgimiz, aynı şarkıcı ünlemişti bizi, aynı anda.
ona uzaklığın hüznü basıyor gece gece yine.
aynı olup da olamamak böyle bir şey işte.
aynı olup da bir olamamak canını acıtan insanın.
bağırıp çağırasım var. yine.
gecenin huzurunu bozmak istemiyorum lakin. üzerine ince bir örtü sermiş. hava serin, üşümesin diye.
sigaramı içime çekiyorum şimdi.
onunla aynı sabaha uyanamıyorum, aynı güneşe lanet etmiyorum, ya da aynı zamanda seni seviyorum demiyorum bir başkasına belki. ama ben yanımda onu da yaşatıyorum.
biçare..
****
-seni seviyorum ben! dedi.
bakakaldım ona.
-ama.. diye devam etti.
o zaman bildim canımı acıtacağını yine.
-ama biz birlikte olamayız! dedi.
bakakaldım ona.
açıklama yapmadı bana. anladım.
içindeki sevincin bana ait olmadığını anladım.
uzunca baktım.
gözlerimi onda bırakıp, çekip gittim.
fakat akılda hep aynı soru:
aşk mümkün müdür hala?
ben daha büyüyemedim
-ben daha büyüyemedim. dedim.
baktı bana. anlamadı.
-nasıl yani? diye sordu.
soru sorarcasına açtı gözlerini. o hep öyle yapar. cevabını kesin öğrenmek istediği soruları öyle sorar.
gülümsedim yine. ne çok alıştığımı düşündüm ona.
-yaşananların üzerinden bu kadar kısa zaman geçmişken, arkadaş olabilir miyiz sorusunu cevaplamak zor. henüz böyle bir travmayı bu kadar kısa sürede atlatacak kadar büyümedim. dedim.
başını öne eğdi. sanki beni ilk defada anlamadığının üzüntüsünü yaşıyordu.
-ben büyüdüm yani? dedi.
baktım ona. anladım.
büyümüştü evet. güçlenmişti. aldığı her darbe onu güçlendirmişti.
sırtında taşığıdı, geçmişten getirdiği bavulları yoktu artık. yeni bir dünya kuruyordu.
büyümüştü evet.
-buna ben karar veremem ki. dedim.
ne çok istedim ona o an sarılmayı.
ne çok istedim kulağına cesurca seni seviyorum diye fısıldamayı.
-her şeyi sil baştan yaratacağım. her şeyi! artık hayallerde yaşayan biri olmayacak karşında. gerçeklerde, istediklerimle, beni sevenlerle olacağım. dedi.
içim gitti.
korktum.
onu kaybetmekten korktum.
elim sigarama gitti. cebimde değildi paket. sahi, ben evde içmiyordum değil mi!
-ben var mıyım o dünyada? dedim.
-sana bağlı. dedi.
-ben daha büyüyemedim. dedim.
anladı.
o zaman anladı benim tükendiğimi. tekrar yürüyebilmem için önce emeklemem gerektiğini.
ve o zaman anladı.
tekrar sevebilmem için önce unutmam gerektiğini.
baktı bana. anlamadı.
-nasıl yani? diye sordu.
soru sorarcasına açtı gözlerini. o hep öyle yapar. cevabını kesin öğrenmek istediği soruları öyle sorar.
gülümsedim yine. ne çok alıştığımı düşündüm ona.
-yaşananların üzerinden bu kadar kısa zaman geçmişken, arkadaş olabilir miyiz sorusunu cevaplamak zor. henüz böyle bir travmayı bu kadar kısa sürede atlatacak kadar büyümedim. dedim.
başını öne eğdi. sanki beni ilk defada anlamadığının üzüntüsünü yaşıyordu.
-ben büyüdüm yani? dedi.
baktım ona. anladım.
büyümüştü evet. güçlenmişti. aldığı her darbe onu güçlendirmişti.
sırtında taşığıdı, geçmişten getirdiği bavulları yoktu artık. yeni bir dünya kuruyordu.
büyümüştü evet.
-buna ben karar veremem ki. dedim.
ne çok istedim ona o an sarılmayı.
ne çok istedim kulağına cesurca seni seviyorum diye fısıldamayı.
-her şeyi sil baştan yaratacağım. her şeyi! artık hayallerde yaşayan biri olmayacak karşında. gerçeklerde, istediklerimle, beni sevenlerle olacağım. dedi.
içim gitti.
korktum.
onu kaybetmekten korktum.
elim sigarama gitti. cebimde değildi paket. sahi, ben evde içmiyordum değil mi!
-ben var mıyım o dünyada? dedim.
-sana bağlı. dedi.
-ben daha büyüyemedim. dedim.
anladı.
o zaman anladı benim tükendiğimi. tekrar yürüyebilmem için önce emeklemem gerektiğini.
ve o zaman anladı.
tekrar sevebilmem için önce unutmam gerektiğini.
21 Ağustos 2010 Cumartesi
sen gittikten sonra
henüz sabah olmadı. daha değil.
seni sabaha kadar bekleyeceğim. playlistimde o tanıdık 6 şarkı. aslında son 5gündür onlardan başka şarkı dinlemiyorum.
acımı hafifletip, yaptıklarına karşı tamamiyle dünya sikime bi şekilde yaşamam gerekir. ama yapamıyorum bunu.
biliyorum ki bir yanım seni hala deli gibi önemsiyor. üzüldüğünü hissediyorum. kendimmişim gibi!
her geçen gün seni daha çok özlüyorum.
sen gittiğinden beri daha suskunum.
şu an şarkıdaki gibi, sen gittikten sonra parçalandım.
bak, nasıl asık suratım. sana artık "can" diyen birisi yok. artık güveç yapmanı da istemeyeceğim senden.
çünkü sen artık yoksun.
düşünemiyorum sanki.
halbuki ben tüm meleklere inat, bir cehennem gecesi uyurdum seninle. kollarımda uyurken sen, tokatlardı nefesin yüzümü. yine de severdim seni.
gittiğin günden beri göğsümde bir ağrı var. sen gittin, geride kaldım ben.
sokaklardaki taşlara takıldım. ellerim kanadı. kanadıkça ağladım. ağladıkça seni hatırladım.
seni hatırladıkça içim sıkıldı. sigara içesim geldi, içemedim.
alışmaya çalıştım, olmadı. resimlerini sileyim dedim, onu da yapamadım.
ne yapacağını bilmeyen mecnun oldum ben bugünlerde.
üşüyorum şu anda da. hava soğuk, evet. ama senin yokluğunun getirdiği ürpertidir beni asıl üşüten.
sen gittikten sonra daha sakinim ben. daha sakin, daha dingin. gülüşlerimin çoğu sahte. katıla katıla gülemedim sen gittiğinden beri. eskiden yanaklarım ağırana dek gülerdim. şimdi yarıda kesiyorum sevinçlerimi sen yoksun diye.
dönüp bakıyorum içime, hislerime. sevinçlerimi alıp götürmüşsün.
sonraları öğreniyorum, zaten umrunda da değilmiş yanında alıp götürdüklerin. bilinçli değilmiş yaptıkların.
yaptığın şeye alışığım. yani terkedilip bırakılmaya alışığım. o yüzden sanki kabuk tuttum artık bu konuda.
sana bir dakika bile kızmadım. kızamadım. anlayışlı yanım seni hep korudu. empati yaptı.
ah biri de çıkıp o yanımı sikmedi ki!
şimdi seni daha iyi anlıyorum. ve evet, seni anladığım an, kendimde seni suçlama gücünü buluyorum.
seni, her şeyi bir kalemde silip gideni suçluyorum.
hem kendi halinden, hem de benim halimden.
demiştim ki sana " seni o kadar çok seviyorum ki seninle bir daha asla konuşmama düşüncesi beni öldürüyor. "
gözlerime bakmıştım, " o kadar çok mu seviyorsun beni? " demiştin.
cevabı hatırlıyorsun. cevabı ben de hatırlıyorum.
fakat..
fakat şimdi o sözleri söyleyecek yürek kalmadı bende. ne varsa alıp götürdün. geriye sadece kırık dökük anıları bıraktın.
bir de sadık dostum, yegane varlığım; yalnızlığı..
seni sabaha kadar bekleyeceğim. playlistimde o tanıdık 6 şarkı. aslında son 5gündür onlardan başka şarkı dinlemiyorum.
acımı hafifletip, yaptıklarına karşı tamamiyle dünya sikime bi şekilde yaşamam gerekir. ama yapamıyorum bunu.
biliyorum ki bir yanım seni hala deli gibi önemsiyor. üzüldüğünü hissediyorum. kendimmişim gibi!
her geçen gün seni daha çok özlüyorum.
sen gittiğinden beri daha suskunum.
şu an şarkıdaki gibi, sen gittikten sonra parçalandım.
bak, nasıl asık suratım. sana artık "can" diyen birisi yok. artık güveç yapmanı da istemeyeceğim senden.
çünkü sen artık yoksun.
düşünemiyorum sanki.
halbuki ben tüm meleklere inat, bir cehennem gecesi uyurdum seninle. kollarımda uyurken sen, tokatlardı nefesin yüzümü. yine de severdim seni.
gittiğin günden beri göğsümde bir ağrı var. sen gittin, geride kaldım ben.
sokaklardaki taşlara takıldım. ellerim kanadı. kanadıkça ağladım. ağladıkça seni hatırladım.
seni hatırladıkça içim sıkıldı. sigara içesim geldi, içemedim.
alışmaya çalıştım, olmadı. resimlerini sileyim dedim, onu da yapamadım.
ne yapacağını bilmeyen mecnun oldum ben bugünlerde.
üşüyorum şu anda da. hava soğuk, evet. ama senin yokluğunun getirdiği ürpertidir beni asıl üşüten.
sen gittikten sonra daha sakinim ben. daha sakin, daha dingin. gülüşlerimin çoğu sahte. katıla katıla gülemedim sen gittiğinden beri. eskiden yanaklarım ağırana dek gülerdim. şimdi yarıda kesiyorum sevinçlerimi sen yoksun diye.
dönüp bakıyorum içime, hislerime. sevinçlerimi alıp götürmüşsün.
sonraları öğreniyorum, zaten umrunda da değilmiş yanında alıp götürdüklerin. bilinçli değilmiş yaptıkların.
yaptığın şeye alışığım. yani terkedilip bırakılmaya alışığım. o yüzden sanki kabuk tuttum artık bu konuda.
sana bir dakika bile kızmadım. kızamadım. anlayışlı yanım seni hep korudu. empati yaptı.
ah biri de çıkıp o yanımı sikmedi ki!
şimdi seni daha iyi anlıyorum. ve evet, seni anladığım an, kendimde seni suçlama gücünü buluyorum.
seni, her şeyi bir kalemde silip gideni suçluyorum.
hem kendi halinden, hem de benim halimden.
demiştim ki sana " seni o kadar çok seviyorum ki seninle bir daha asla konuşmama düşüncesi beni öldürüyor. "
gözlerime bakmıştım, " o kadar çok mu seviyorsun beni? " demiştin.
cevabı hatırlıyorsun. cevabı ben de hatırlıyorum.
fakat..
fakat şimdi o sözleri söyleyecek yürek kalmadı bende. ne varsa alıp götürdün. geriye sadece kırık dökük anıları bıraktın.
bir de sadık dostum, yegane varlığım; yalnızlığı..
19 Ağustos 2010 Perşembe
itiraf
nasıl tanıştım onunla..
onunla tanıştığımda kıştı.
tamamiyle bir boşluktaydım.
karanlıktı etrafım. birilerine ihtiyacım vardı.
derler ya her düşüşten sonra bir melek çıkagelir diye. o da benim meleğimdi.
benim en yakın arkadaşıma aşıktı. aşk deildi onunkisi esasında. bir saplantı diyelim. 3 yıllık bir saplantı..
benden onunla konuşmamı istedi. olacak mı böyle bir şey, olmayacak mı böyle bir şey diye. sordum. hayır dedi.
o da kendi karanlık yollarında düştü benimle konuşurken. ben de onun meleği oldum. bir şekilde..
ocak 2009. onunla tanıştığım vakit.
bir ay geçmeden birlikte olmaya başladık.
yani ilk başta, o benim diğer yarımmış gibiydi. konuştuğumuz bir çok konuda uyuşuyorduk. çok sonraları anladım ben
zaten en mühim şeyleri konuşmamışız. neyse. o da ayrı bir dava.
henüz çıkıyorken sevgililer gününde harika bir gün geçirmişken, ertesi gün bana ben onu unutamadım dedi. hala onu seviyorum dedi.
boş bulunmuştum yine..
omzumdan vuruldum.
kalakaldım öylece.
haftalar geçti üzerinden. ben kendime geldim. tekrar seviyordum. yapacak bir şeyim, tutunacak dalım yoktu.
ona tutundum tekrar.
bu bir bahane değildi. ben gerçekten seviyordum onu..
bundan sonra herşey tozpembeleşmeye başladı. sürekli birlikteydik. dersaneden kaçıp geziyorduk.
sanki yaşamamız gereken bir çok şy varmış, ama çok zamanımız yokmuş gibi y aşıyorduk hayatı.
öyle paramız çok yoktu. ama onun yanımda olması yetiyordu.
sonra..
aradan 2 ay geçti. net hatırlıyorum
dersaneye gidecektim.. sabahleyin uyandım. gizemden bir mesaj..
"ben hala onu seviyorum. rüyamda onu gördüm. sarıldık, mutluyduk."
hayatımın en kötü anıydı o.
daha kötüsünü de yaşadım. ama o ayrıydı..
dersaneye gittim. terasına çıktım. durmadan sigara içtim. durmadan. hiçkimseye hesap vermeden.
sigara..
sigara..
sigara..
sonraları kafamı kaldırdım, etrafımda dostlarım vardı. üzülüyorlardı o halime.
kendime geldim. akıllandım.
o günden sonra 1 ay telefonumu açmadım.
yani her şekilde ilişkimi kestim herkesle.
sınavdan sonra tekrar birlikte olduk.
o benim için bir bağımlılıktı.
evet evet. sigara gibiydi o benim için bir süre sonra. seviyordum onu.
ama bırakmam gerektiğinin de farkındaydım.
katlandım ben ona.
beni yiyip bitirmesini, bana acı vermesine katlandım. çünkü seviyordum.
şu an bile kendime yalan söylerken bunları yazmak acı verici.
ben korkuyordum.
onu bırakmaktan, yalnızlıktan. ona zarar vermekten. zira onun kılına zarar gelmesini istemezdim.
çok sonraları bu tavrımın değişeceğini bilmiyordum..
yaz tatilinde çalıştım. işten çıktıktan sonra her gün buluşuyorduk. yine o hızlı hayatımızı yaşamaya devam ediyorduk.
yaşamaya çalışıyorduk. oksijen bolluğundan dem vururken etrafımızda oksijensizlikten ölenlerin farkında değildik.
tıpkı ada ve tuna gibi..
çılgınlıklarımızla yaşıyorduk.
hatalarımızla.
ağzımızdan çıkanı düşünmüyorduk oğu zaman. ne kadar incitici olduğumuzun farkında değildik.
ya da olmak istemiyorduk..
sonuçlar açıklandı, ben ankaraya gidiyordum. o burda kalıyordu.
üniversiteye gideceğim gün geldi çattı. uğurlamaya dahi gelmedi. anlayış gösterdim.
ikimiz de bilmiyorduk aramızdaki mesafenin birbirimizi bitireceğini.
uzak mesafe ilişkisi insanı yıpratır. tahmin edemeyeceğiniz kadar..
ilk başları güzeldi her şey. param vardı. sürekli arardım. mesajlaşırdım yedi yirmidört. msnden konuşurduk. vs. vs.
sonraları dışarı eğlenmeye çıktığımda-evet ben de insanım, arada kafamı dağıtmaya ihtiyacım olurdu- kavga etmeye başladık.
hem de ateşli kavgalardı bunlar. kıskanlıktı sorun. aşırı kıskançlığı. aynısını kendisi yapıyordu fakat benim laf söylememe izin vermiyordu.
o böyledir. başkasına lafını geçirir. ama başkasına yapma dediği şeyi kendi yapar. yani bencildir.
yani o anlatılmaz. şaka maka, klişe de olsa o yaşanır.
fırtınalıdır. her zaman fırtınalıdır. ve her zaman kendi dediğinin en doğru olduğunu düşünür.
hazırcevaptır. gereksiz bir biçimde ama.
alışmıştım ona.
kavgayla ya da öyle böyle geçirdik 4 ayı.
o 4 ay içinde kaç kere görüştük yüz yüze. eskişehire gittik.bursada gezdik.
yani güzeldi.
fakat kırılma noktası şubattaki eskişehire gidişimizdi.
orda resmen çıldırdı. kardeşim dediğim insanları kıskandı. gereksiz triplere girdi.
git dedi bir anda.
bavulumu aldım ve gittim. gardayken geri çağırdı, yalvardı. ben de dayanamadım döndüm.
fakat bundan sonra işler çığırından çıktı.
gereksiz kıskanmalar ve manasız kavgalar bitirdi bizi.
ve bitiren, gerçekten sebep olan, onun hayatındaki çok yakın arkadaşım dediği insandı.
öyle ya da böyle ayrıldık.
sonraları o çok yakın arkadaşıyla birlikte oldu. böylece tamamiyle hayatımdan sildim onu.
yani, özellikle de yakın zamanda yaşadıklarımdan sonra takatim kalmadı bazı şeyler için..
daha güçlü, daha sakin
daha mutlu, daha suskun
daha olgun, daha kırgın
daha yalnız, daha yorgun.
böyle bir adam oldum ben.
onunla tanıştığımda kıştı.
tamamiyle bir boşluktaydım.
karanlıktı etrafım. birilerine ihtiyacım vardı.
derler ya her düşüşten sonra bir melek çıkagelir diye. o da benim meleğimdi.
benim en yakın arkadaşıma aşıktı. aşk deildi onunkisi esasında. bir saplantı diyelim. 3 yıllık bir saplantı..
benden onunla konuşmamı istedi. olacak mı böyle bir şey, olmayacak mı böyle bir şey diye. sordum. hayır dedi.
o da kendi karanlık yollarında düştü benimle konuşurken. ben de onun meleği oldum. bir şekilde..
ocak 2009. onunla tanıştığım vakit.
bir ay geçmeden birlikte olmaya başladık.
yani ilk başta, o benim diğer yarımmış gibiydi. konuştuğumuz bir çok konuda uyuşuyorduk. çok sonraları anladım ben
zaten en mühim şeyleri konuşmamışız. neyse. o da ayrı bir dava.
henüz çıkıyorken sevgililer gününde harika bir gün geçirmişken, ertesi gün bana ben onu unutamadım dedi. hala onu seviyorum dedi.
boş bulunmuştum yine..
omzumdan vuruldum.
kalakaldım öylece.
haftalar geçti üzerinden. ben kendime geldim. tekrar seviyordum. yapacak bir şeyim, tutunacak dalım yoktu.
ona tutundum tekrar.
bu bir bahane değildi. ben gerçekten seviyordum onu..
bundan sonra herşey tozpembeleşmeye başladı. sürekli birlikteydik. dersaneden kaçıp geziyorduk.
sanki yaşamamız gereken bir çok şy varmış, ama çok zamanımız yokmuş gibi y aşıyorduk hayatı.
öyle paramız çok yoktu. ama onun yanımda olması yetiyordu.
sonra..
aradan 2 ay geçti. net hatırlıyorum
dersaneye gidecektim.. sabahleyin uyandım. gizemden bir mesaj..
"ben hala onu seviyorum. rüyamda onu gördüm. sarıldık, mutluyduk."
hayatımın en kötü anıydı o.
daha kötüsünü de yaşadım. ama o ayrıydı..
dersaneye gittim. terasına çıktım. durmadan sigara içtim. durmadan. hiçkimseye hesap vermeden.
sigara..
sigara..
sigara..
sonraları kafamı kaldırdım, etrafımda dostlarım vardı. üzülüyorlardı o halime.
kendime geldim. akıllandım.
o günden sonra 1 ay telefonumu açmadım.
yani her şekilde ilişkimi kestim herkesle.
sınavdan sonra tekrar birlikte olduk.
o benim için bir bağımlılıktı.
evet evet. sigara gibiydi o benim için bir süre sonra. seviyordum onu.
ama bırakmam gerektiğinin de farkındaydım.
katlandım ben ona.
beni yiyip bitirmesini, bana acı vermesine katlandım. çünkü seviyordum.
şu an bile kendime yalan söylerken bunları yazmak acı verici.
ben korkuyordum.
onu bırakmaktan, yalnızlıktan. ona zarar vermekten. zira onun kılına zarar gelmesini istemezdim.
çok sonraları bu tavrımın değişeceğini bilmiyordum..
yaz tatilinde çalıştım. işten çıktıktan sonra her gün buluşuyorduk. yine o hızlı hayatımızı yaşamaya devam ediyorduk.
yaşamaya çalışıyorduk. oksijen bolluğundan dem vururken etrafımızda oksijensizlikten ölenlerin farkında değildik.
tıpkı ada ve tuna gibi..
çılgınlıklarımızla yaşıyorduk.
hatalarımızla.
ağzımızdan çıkanı düşünmüyorduk oğu zaman. ne kadar incitici olduğumuzun farkında değildik.
ya da olmak istemiyorduk..
sonuçlar açıklandı, ben ankaraya gidiyordum. o burda kalıyordu.
üniversiteye gideceğim gün geldi çattı. uğurlamaya dahi gelmedi. anlayış gösterdim.
ikimiz de bilmiyorduk aramızdaki mesafenin birbirimizi bitireceğini.
uzak mesafe ilişkisi insanı yıpratır. tahmin edemeyeceğiniz kadar..
ilk başları güzeldi her şey. param vardı. sürekli arardım. mesajlaşırdım yedi yirmidört. msnden konuşurduk. vs. vs.
sonraları dışarı eğlenmeye çıktığımda-evet ben de insanım, arada kafamı dağıtmaya ihtiyacım olurdu- kavga etmeye başladık.
hem de ateşli kavgalardı bunlar. kıskanlıktı sorun. aşırı kıskançlığı. aynısını kendisi yapıyordu fakat benim laf söylememe izin vermiyordu.
o böyledir. başkasına lafını geçirir. ama başkasına yapma dediği şeyi kendi yapar. yani bencildir.
yani o anlatılmaz. şaka maka, klişe de olsa o yaşanır.
fırtınalıdır. her zaman fırtınalıdır. ve her zaman kendi dediğinin en doğru olduğunu düşünür.
hazırcevaptır. gereksiz bir biçimde ama.
alışmıştım ona.
kavgayla ya da öyle böyle geçirdik 4 ayı.
o 4 ay içinde kaç kere görüştük yüz yüze. eskişehire gittik.bursada gezdik.
yani güzeldi.
fakat kırılma noktası şubattaki eskişehire gidişimizdi.
orda resmen çıldırdı. kardeşim dediğim insanları kıskandı. gereksiz triplere girdi.
git dedi bir anda.
bavulumu aldım ve gittim. gardayken geri çağırdı, yalvardı. ben de dayanamadım döndüm.
fakat bundan sonra işler çığırından çıktı.
gereksiz kıskanmalar ve manasız kavgalar bitirdi bizi.
ve bitiren, gerçekten sebep olan, onun hayatındaki çok yakın arkadaşım dediği insandı.
öyle ya da böyle ayrıldık.
sonraları o çok yakın arkadaşıyla birlikte oldu. böylece tamamiyle hayatımdan sildim onu.
yani, özellikle de yakın zamanda yaşadıklarımdan sonra takatim kalmadı bazı şeyler için..
daha güçlü, daha sakin
daha mutlu, daha suskun
daha olgun, daha kırgın
daha yalnız, daha yorgun.
böyle bir adam oldum ben.
18 Ağustos 2010 Çarşamba
gecenin sessizliğinde otururken, onu düşünüyorum yine.
kulağımda belki 100. kez çalan teoman şarkısı.
"kim dinleyecek kalbimi, bakacak yüzüme güzelmişim gibi sanki?" diyor.
ağlayasım var, ağlayamıyorum.
başım çatlayacak, konuşamıyorum.
suçlayamıyorum ki onu. insan sevdiğini suçlayamıyor. üzerinden zaman geçmesi gerekiyor suçluyu öğrenmek için. belki de suç bende diyorum. belki de böyle damdan düşme girmemeliydim hayatına diyorum onun.
bildiğim bir şey varsa, benim onu hiç üzmek istemediğimdir.
ben sadece sevdim.
öyle saçma sapan laflar etmeyeceğim bu konuda.
seviyorum hala. etkisi üzerinden geçtiğinde de seveceğim. zira o bir düş değil, gerçeğin ta kendisi.
o,bana yürümeyi tekrar öğreten insan. ve hatta o, bana tekrar aşık olmayı öğreten insan.
bıraktığı boşluk dolacak gibi değil. birşeylerle dolmaz. insanlarla, dostlarla bile dolmazken, saçma sapan uğraşlar ne kadar da etkisiz..
insan özlüyor tabi. onu hatırlatan her ayrıntı acıtıyor. arkadaş ortamında muhabbeti dönüyor, susuyorsunuz. napıyor diye size soruluyor, zira en yakın olanı sizsiniz. bilmiyorum diyorsunuz, susuyorsunuz. e hani aranız iyiydi deniliyor, artık değil diyorsunuz.
ve bir kez daha parçalanıyorsunuz..
kulağımda belki 100. kez çalan teoman şarkısı.
"kim dinleyecek kalbimi, bakacak yüzüme güzelmişim gibi sanki?" diyor.
ağlayasım var, ağlayamıyorum.
başım çatlayacak, konuşamıyorum.
suçlayamıyorum ki onu. insan sevdiğini suçlayamıyor. üzerinden zaman geçmesi gerekiyor suçluyu öğrenmek için. belki de suç bende diyorum. belki de böyle damdan düşme girmemeliydim hayatına diyorum onun.
bildiğim bir şey varsa, benim onu hiç üzmek istemediğimdir.
ben sadece sevdim.
öyle saçma sapan laflar etmeyeceğim bu konuda.
seviyorum hala. etkisi üzerinden geçtiğinde de seveceğim. zira o bir düş değil, gerçeğin ta kendisi.
o,bana yürümeyi tekrar öğreten insan. ve hatta o, bana tekrar aşık olmayı öğreten insan.
bıraktığı boşluk dolacak gibi değil. birşeylerle dolmaz. insanlarla, dostlarla bile dolmazken, saçma sapan uğraşlar ne kadar da etkisiz..
insan özlüyor tabi. onu hatırlatan her ayrıntı acıtıyor. arkadaş ortamında muhabbeti dönüyor, susuyorsunuz. napıyor diye size soruluyor, zira en yakın olanı sizsiniz. bilmiyorum diyorsunuz, susuyorsunuz. e hani aranız iyiydi deniliyor, artık değil diyorsunuz.
ve bir kez daha parçalanıyorsunuz..
16 Ağustos 2010 Pazartesi
dedi ki;
avuç içlerime dokunur musun ben uyurken?
parmak uçlarımdaki balı, dudaklarımdaki zehri görür müsün?
nefesim tokatlıyorken tenini, yine de sevebilir misin bu yaşlı kalbi?
yüzüme dokunurken, aklın dudaklarımda..
hissedebilir misin kalbimin melodisini?
doldurabilir misin can onu ellerine?
gözlerime akıtabilir misin?
uyur musun benimle bir cehennem gecesi, tüm meleklerin masumluğuna inat..
renklerin karmasından daha büyülü bir dünyanın yatağını paylaşır mı kalbin?
kokuma bulanıp kaybolur musun yoksa,
gözlermin icindeki o siyah zeytinleri görmeden?
cevapladım:
yorgun kalbime aldırış etmeden,
bıkmadan usanmadan hayat veren nefesini üfler misin ruhuma?
sever misin yine beni,
kokuna bulanıp yolumu kaybettiğimde yine zeytin gözlerinde?
alışkın değil bu beden bu kadar heyecana, bu kadar uyuma ve bu kadar "aşk"a..
sen, benim görüp görebileceğim en büyük güzellik!
dudaklarımdan düşmeyen bi melodi, bir alışkanlık gibi.
bir sevda gibi..
sussam, sadece seyretsem seni,
gülümseyerek..
kızar mısın bana gülecek ne var diye?
yoksa gülümsememi gülümsemenle mi karşılarsın?
sen anlarsın beni.
anlarsın beni, ve seversin..
dedi ki:
ellerimi kaldırırım havaya, beni seyredersin..
parmaklarımı açarım bir bir, incecik birer değnek gibi.
sonra yüzüne doner yüzüm.
kalbim gelmişken dudaklarıma, parmaklarım resmeder çehreni.
o an tanışırsın bal peteğı ile,
dudaklarımda seni bekleyen zehirden bihaber...
cevapladım içimden geldiği gibi:
sevgimdir beni sana kul eden.
gözlerim kapalı sana güvendiren.
gülümsemenle sarhoş olup, tek bir sözünle mutlu eden..
dudaklarında zehre katlanırım, sırf balından içmek için.
kendimi feda ederim, sırf sana ulaşabilmek için..
ve dedi ki:
kendine dokunmak isteyen can!
görmüyor musun? bu beden senin ruhunu gizleyen bir ettir.
gözlerime baktığında gördüğün; iki kalbin dayanaksız asaleti..
hepsi senindir.
avuç içlerime dokunur musun ben uyurken?
parmak uçlarımdaki balı, dudaklarımdaki zehri görür müsün?
nefesim tokatlıyorken tenini, yine de sevebilir misin bu yaşlı kalbi?
yüzüme dokunurken, aklın dudaklarımda..
hissedebilir misin kalbimin melodisini?
doldurabilir misin can onu ellerine?
gözlerime akıtabilir misin?
uyur musun benimle bir cehennem gecesi, tüm meleklerin masumluğuna inat..
renklerin karmasından daha büyülü bir dünyanın yatağını paylaşır mı kalbin?
kokuma bulanıp kaybolur musun yoksa,
gözlermin icindeki o siyah zeytinleri görmeden?
cevapladım:
yorgun kalbime aldırış etmeden,
bıkmadan usanmadan hayat veren nefesini üfler misin ruhuma?
sever misin yine beni,
kokuna bulanıp yolumu kaybettiğimde yine zeytin gözlerinde?
alışkın değil bu beden bu kadar heyecana, bu kadar uyuma ve bu kadar "aşk"a..
sen, benim görüp görebileceğim en büyük güzellik!
dudaklarımdan düşmeyen bi melodi, bir alışkanlık gibi.
bir sevda gibi..
sussam, sadece seyretsem seni,
gülümseyerek..
kızar mısın bana gülecek ne var diye?
yoksa gülümsememi gülümsemenle mi karşılarsın?
sen anlarsın beni.
anlarsın beni, ve seversin..
dedi ki:
ellerimi kaldırırım havaya, beni seyredersin..
parmaklarımı açarım bir bir, incecik birer değnek gibi.
sonra yüzüne doner yüzüm.
kalbim gelmişken dudaklarıma, parmaklarım resmeder çehreni.
o an tanışırsın bal peteğı ile,
dudaklarımda seni bekleyen zehirden bihaber...
cevapladım içimden geldiği gibi:
sevgimdir beni sana kul eden.
gözlerim kapalı sana güvendiren.
gülümsemenle sarhoş olup, tek bir sözünle mutlu eden..
dudaklarında zehre katlanırım, sırf balından içmek için.
kendimi feda ederim, sırf sana ulaşabilmek için..
ve dedi ki:
kendine dokunmak isteyen can!
görmüyor musun? bu beden senin ruhunu gizleyen bir ettir.
gözlerime baktığında gördüğün; iki kalbin dayanaksız asaleti..
hepsi senindir.
yalnızlık
yalnızlık, bir sabah uyandığınızda tüm hayallerinizden vazgeçmenizdir. tüm hayallerinizden ve sevdiğinizden vazgeçmektir. aslında yalnızlık bir haykırıştır. içinizdeki öfkenin haykırışı. fakat derler ya, bazılarının mizacında vardır yalnızlık diye. bir bakıma o da yanlıştır.
yalnızlık kişinin kendi seçimidir.
bir insan yalnızlığı seçti mi bir başkasının izlerini hayatından yıkamaya başlar. acı verir bu bireye. ama yapmak zorundadır. hani bazı şeyler anlatılmaz ya, hayallerden ve izlerden vazgeçmek de böyle bir şeydir. katildir bir bakıma yalnızlığı seçen. hayallerinin katili..
kendi hayallerinin katili..
yalnızlık yeniden doğuştur. her şeye tamamiyle bir başlangıçtır. ergenlerin söylediği gibi melankoliyle sonuçlanmaz yalnızlık her zaman. bazen dostlar vardır insanın yanında, bazen anılar, bazense insanı hiç terketmeyen, sadık dost; sigara..
yeniden başlamak hayata ne kadar zorsa, yalnızlık da o kadar zordur. geriye kalan parçalarınızı toplamanız gerekemektedir ilkin. "bir" olmak için. tam olmak için. bazen diyar diyar gezmek gerekir bunun için, bazense kendiliğinden bulur parçalarınız sizi.
yalnızlık sizi daha güçlü yapar. daha olgunsunuzdur, daha yorgunsunuzdur.
fakat daha suskunsunuzdur..
yalnızlık kişinin kendi seçimidir.
bir insan yalnızlığı seçti mi bir başkasının izlerini hayatından yıkamaya başlar. acı verir bu bireye. ama yapmak zorundadır. hani bazı şeyler anlatılmaz ya, hayallerden ve izlerden vazgeçmek de böyle bir şeydir. katildir bir bakıma yalnızlığı seçen. hayallerinin katili..
kendi hayallerinin katili..
yalnızlık yeniden doğuştur. her şeye tamamiyle bir başlangıçtır. ergenlerin söylediği gibi melankoliyle sonuçlanmaz yalnızlık her zaman. bazen dostlar vardır insanın yanında, bazen anılar, bazense insanı hiç terketmeyen, sadık dost; sigara..
yeniden başlamak hayata ne kadar zorsa, yalnızlık da o kadar zordur. geriye kalan parçalarınızı toplamanız gerekemektedir ilkin. "bir" olmak için. tam olmak için. bazen diyar diyar gezmek gerekir bunun için, bazense kendiliğinden bulur parçalarınız sizi.
yalnızlık sizi daha güçlü yapar. daha olgunsunuzdur, daha yorgunsunuzdur.
fakat daha suskunsunuzdur..
14 Ağustos 2010 Cumartesi
gitti
gitti.
ardına bakmadan gitti.
yıldırım çarpmışa döndüm.
sustum. sustukça boğuldum. boğuldukça ağladım.
ağladıkça tükendim.
bekliyor muydum? hayır. beklemiyordum. fakat içten içe farkındaydım böyle bir şeyin olacağından.
zira bu da benim hayatım, tanıdığıım hayat..
ben bugün bir şeyi öğrendim.
her düşüşten sonra mutlaka ve mutlaka bir kurtarıcı, bir melek uğruyor size.
fakat farketmiyor.
o melek de eninde sonunca acıtıyor canınızı.
aşk ile..
koydu.
yani metanetli olmaya çalışsam da, rol yapsam da, sahiden koydu..
ne diyeyim, alışacağız.
yani, alışırız sanırım?
..
bok alışırız diyemiyorum ya, kendimi böyle böyle kandırıyorum.
dipnot: koymak ne kelime, bir parçamı aldı götürdü.
ardına bakmadan gitti.
yıldırım çarpmışa döndüm.
sustum. sustukça boğuldum. boğuldukça ağladım.
ağladıkça tükendim.
bekliyor muydum? hayır. beklemiyordum. fakat içten içe farkındaydım böyle bir şeyin olacağından.
zira bu da benim hayatım, tanıdığıım hayat..
ben bugün bir şeyi öğrendim.
her düşüşten sonra mutlaka ve mutlaka bir kurtarıcı, bir melek uğruyor size.
fakat farketmiyor.
o melek de eninde sonunca acıtıyor canınızı.
aşk ile..
koydu.
yani metanetli olmaya çalışsam da, rol yapsam da, sahiden koydu..
ne diyeyim, alışacağız.
yani, alışırız sanırım?
..
bok alışırız diyemiyorum ya, kendimi böyle böyle kandırıyorum.
dipnot: koymak ne kelime, bir parçamı aldı götürdü.
13 Ağustos 2010 Cuma
gülüşünden ver, ömrümden al
gülüşün,
yeni doğan bir bebeğin ciğerlerine çektiği ilk hava gibiydi. ağlattı beni. lakin mutluluktan.
gülüşün, yaşama sevincim oldu bir anda. daha birkaç ay önce yabancıyken şimdi gülüşüne bakıp uyuyorum. huzuru buluyorum gülüşünde. samimiyeti, doğallığı yaşıyorum.
gülüşünden ver, ömrümden çal ey sevgili! yanımda ol yeter ki. ömrüm dudaklarımın ucundan ruhuna aksın.
sen yeter ki kal..
yeni doğan bir bebeğin ciğerlerine çektiği ilk hava gibiydi. ağlattı beni. lakin mutluluktan.
gülüşün, yaşama sevincim oldu bir anda. daha birkaç ay önce yabancıyken şimdi gülüşüne bakıp uyuyorum. huzuru buluyorum gülüşünde. samimiyeti, doğallığı yaşıyorum.
gülüşünden ver, ömrümden çal ey sevgili! yanımda ol yeter ki. ömrüm dudaklarımın ucundan ruhuna aksın.
sen yeter ki kal..
12 Ağustos 2010 Perşembe
iç hesaplaşmaların bir bölümü
sıcak..
öylece oturuyorum yine. yapacak hiçbir şey yok gibi. artık bilgisayarda da vakit geçiremiyorum.
günlerden perşembe.
ve ben yine yalnızım.
aklımda onun yüzü. kulaklarımda kahkahası.
kalbimde sevgisi.
bir umutsuzluk sarmış bedenimi. vücudumu titretiyor. almışım başımı çekip gitmişim sanki uzak diyarlara.
sessiz sokaklarda tek başına yürüyen sokak çocuğu gibi muhtaç şu an ruhum.
güneş tam tepede. gözlerimi güneşe çeviriyorum. kör olmak istermişçesine uzun uzun bakıyorum. etki etmiyor. ne yaptığımın ben de farkında değilim.
çocukken yaptığım şeyleri özlüyorum. diyorum ki şu evimizin önünde yine bir engebe olsaydı, alsaydık bilyelerimizi, çıksaydık dışarı. akşama kadar oynasaydık..
ya da arka mahalledeki erik ağaçlarına dalsaydık. ceplerimiz dolu, yüzümüzde o afacanca sırıtışla bir apartmanın boşluğunda yeseydik hepsini..
kendimi hala çocuk görmek istiyorum esasında ben. yaptıklarımdan çok da fazla sorumlu olmasam, aptal aptal konuşabilsem diyorum.
olmuyor.
büyümüşüm ben meğerse diyorum. yaşlanmışım.
fiziken de büyümüşüz..
ha, ruhen yaşlılığımız gözler önünde. kurtuluşu arıyoruz.
çareyi arıyoruz.
bizi bu girdaptan kurtaracak insanı arıyoruz.
sanırım ben buldum da..
hayırlısı.
öylece oturuyorum yine. yapacak hiçbir şey yok gibi. artık bilgisayarda da vakit geçiremiyorum.
günlerden perşembe.
ve ben yine yalnızım.
aklımda onun yüzü. kulaklarımda kahkahası.
kalbimde sevgisi.
bir umutsuzluk sarmış bedenimi. vücudumu titretiyor. almışım başımı çekip gitmişim sanki uzak diyarlara.
sessiz sokaklarda tek başına yürüyen sokak çocuğu gibi muhtaç şu an ruhum.
güneş tam tepede. gözlerimi güneşe çeviriyorum. kör olmak istermişçesine uzun uzun bakıyorum. etki etmiyor. ne yaptığımın ben de farkında değilim.
çocukken yaptığım şeyleri özlüyorum. diyorum ki şu evimizin önünde yine bir engebe olsaydı, alsaydık bilyelerimizi, çıksaydık dışarı. akşama kadar oynasaydık..
ya da arka mahalledeki erik ağaçlarına dalsaydık. ceplerimiz dolu, yüzümüzde o afacanca sırıtışla bir apartmanın boşluğunda yeseydik hepsini..
kendimi hala çocuk görmek istiyorum esasında ben. yaptıklarımdan çok da fazla sorumlu olmasam, aptal aptal konuşabilsem diyorum.
olmuyor.
büyümüşüm ben meğerse diyorum. yaşlanmışım.
fiziken de büyümüşüz..
ha, ruhen yaşlılığımız gözler önünde. kurtuluşu arıyoruz.
çareyi arıyoruz.
bizi bu girdaptan kurtaracak insanı arıyoruz.
sanırım ben buldum da..
hayırlısı.
11 Ağustos 2010 Çarşamba
aşk her şeyi affeder mi
aşk her şeyi affetmez azizim. affetmez.
affeder sanırsın. kaldırabilirsin sanırsın. tekrardan sevebilirsin sanırsın.
ama aşk her şeyi affetmez.
aşk gururludur.
aşkta gurur olmaz diyenler, edebiyat yapmaya çalışan zavallılardır.
aşk gururludur ve mağrurdur!
aşağılanmayı sevmez. kendisine hakaret edildiği anda baş kaldırır, kendi kendisini yok eder.
aşk her şeyi affetmez. affeden kişinin kendisidir.
ihaneti affetmez aşk mesela.
size ihanet etmiş biriyle tekrar birlikte olabiliyorsanız, affeden kişinin benliğidir. aşk değildir.
bilmezler onlar bu olaydan sonra aşk kendi kendisini öldürmeye başlamıştır. nasıl ki sizin ruhunuzu kademe kademe ele geçirmişse, kademe kademe de terkeder. yavaş yavaş, acı verici bir şekilde.
ama siz farkında değilsinizdir. aşk herşeyi affetti dersiniz.
yanılırsınız.
gözyaşlarınız geçen her gece daha da artmaya başlar. yüzünü görmek artık vazgeçilmez alışkanlığınız olduktan sonra geçen her gün yüzünü görmek için savaşırsınız.
farkında olmadan kendinizden onu itersiniz.
aşk her şeyi affetmez.
kandırmayın kendinizi.
ve, yol yakınken dönün.
affeder sanırsın. kaldırabilirsin sanırsın. tekrardan sevebilirsin sanırsın.
ama aşk her şeyi affetmez.
aşk gururludur.
aşkta gurur olmaz diyenler, edebiyat yapmaya çalışan zavallılardır.
aşk gururludur ve mağrurdur!
aşağılanmayı sevmez. kendisine hakaret edildiği anda baş kaldırır, kendi kendisini yok eder.
aşk her şeyi affetmez. affeden kişinin kendisidir.
ihaneti affetmez aşk mesela.
size ihanet etmiş biriyle tekrar birlikte olabiliyorsanız, affeden kişinin benliğidir. aşk değildir.
bilmezler onlar bu olaydan sonra aşk kendi kendisini öldürmeye başlamıştır. nasıl ki sizin ruhunuzu kademe kademe ele geçirmişse, kademe kademe de terkeder. yavaş yavaş, acı verici bir şekilde.
ama siz farkında değilsinizdir. aşk herşeyi affetti dersiniz.
yanılırsınız.
gözyaşlarınız geçen her gece daha da artmaya başlar. yüzünü görmek artık vazgeçilmez alışkanlığınız olduktan sonra geçen her gün yüzünü görmek için savaşırsınız.
farkında olmadan kendinizden onu itersiniz.
aşk her şeyi affetmez.
kandırmayın kendinizi.
ve, yol yakınken dönün.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)