29 Temmuz 2010 Perşembe

O

bazen böyle insan susması gerektiğini hisseder ya..
hani sanki 10 yıl yaşlanmışçasına insanlarla konuşur, mimikleriyle ve jestleriyle cevap vermeye çalışır ya..

ne lanet bir şeydir o, ben bugün onu tekrar tattım..

çaresizlikdir insanı vuran.

inceden inceye hem de..

bir şey de söyleyemez insan. susar kalır öylece.

ona bakarsın, gülümsersin. onun hiçbir şeyden haberi yoktur. içten gülümsemesini sunar sana.

senin içinden neler neler döner, fakat sırf onun gülümsemesini kaçırmamak için, sırf o anı doyasıya yaşamak için susarsınız.

yani, ben böyle yaptım. ha, aptal mıyım, orası kesin de..

bazen diyorum ki, diyorum ki anasını satayım, bırak her şeyi, tüm dertleri, anı yaşa.

"o"nu yaşa.

yudumla onu doyasıya.

yaşam sevinciyle doldur yüreğini, onun varlığının verdiği duyguyla.

yok. olmuyor.

fazla sevmemek gerekiyor. zira sevgi yanında bir çok derdi getiriyor.

sevgi, kıskançlığı getiriyor.
sevgi, "o"nun hayatında bir statü sahibi olmayı istetiyor.
sevgi, "o"nun tamamiyle kanatlarınız altında olmasını istetiyor.

-----

geriye dönüp bakıyorum da, daha gencecik adamım. yani bana öyle söyleniyor. gençsin. daha çok şey göreceksin deniyor. kendi kendime düşünüyorum "şimdi, ben mi kendimi çok yaşlı hissediyorum, yoksa gerçekten de ruhum yaşlandı mı" diye.. ellerime bakıyorum, cildimde pürüz yok gibi. ama bi yorgunluk var. aynadaki aksime bakıyorum, alnımdaki çizgiler derinleşmiş, saçlarımda beyazlar çıkmış. sonra soruyorum kendi kendime;

ben her şeyi bu kadar yoğun yaşayacaksam, kaç aylık ömrüm kaldı benim?

-----

sonra diyorum ki ona;

"ey karanlığımdaki tek ışık!
seni seviyorum."

bakıyor bana. gülümsüyor.
farkediyorum gülümsemesindeki yorgunluğu. belki de beni kırmak istemiyor.

sahi, acaba o benim bir gün hakikaten gideceğimi mi düşünüyor?

saçma sapan konuşuyor kendi kendine. dinliyorum pür dikkat. sigaramı yakıyorum tekrardan. bir nefes daha alıyorum sigaramdan. gözlerim onda, hayranlıkla süzüyorum onu. o hala anlatıyor heyecanla..

bir ara gözlerine gölgeler doluşuyor. aşırı düşünceli o an. konuşsam, beni duymayacak, tekrarlamam gerekecek biliyorum.

susuyorum. izlemeye devam ediyorum. bana yöneltilen tek cümlesi, "çok sigara içiyorsun az yavaş iç" oluyor.

gülümsüyorum. "bir şey olmaz." diyorum. "alışkınım".

kendi kendine konuşmaya devam ediyor. yine. her sözüne bir yorum getiriyorum. gülümsüyor, aynı düşüncede olduğumuzun keyfinde. bilirim. kendim gibi bilirim onu.

kaldırıma oturuyoruz, başı göğsümde. sarılmışız öylece. kalp atışlarım kulaklarında. çok hızlı diyor. gülümsüyor. bir şey demek istemiyorum. sadece sırıtıyorum. cevap vermeme gerek yok. nedeni biliyor zaten.

"şu saçma sapan duvar yerine önümüzde deniz olsaydı, kumla'da olsaydık keşke." diyor. hüzünleniyorum, içim daralıyor. belli etmiyorum ona. "keşke." diye cevap veriyorum. onunla birlikte başbaşa bir gün geçirmek benim için hayal. farkındayım bazı şeylerin. hayal kuruyorum sadece. o da yasaklanmadı ya!

"keşke" diyorum. "sana sımsıkı sarılmışken rüzgar saçlarını oynaştırsaydı deniz kıyısında. ürperseydik, gıdıklasaydı içimizi rüzgar martıların çığlıklarıyla"..

bir şey demiyor, demesine gerek yok. zira farkında o da. her şeyin. evet.

kalkıyoruz ordan. gönülsüzce. 1 saat sonra farklı yerlerde oluyoruz.

o kendi halinde, bensiz hayatına tamamiyle uyum sağlarken...

bense aklımda tek bir isim, saatlerce yürüyorum.

teoman'ın bir şarkısındaki sözleri geliyor aklıma, adeta bazı şeyleri kanıtlamak istercesine.
susuyorum.
hep yaptığım gibi..

-----

"o her günü yeni bir umutla
bekler gibi görünür
yarına inanmaz, beni avuturdu
onun her anı heyecan dolu"


not: alışkanlığımdır lakin net ortamında yapmadığım şeydi not yazmak sonuna. tutamadım kendimi. fazla acımasızım, ve fazla aptalım bunları yazarken. hakkını yediğimin farkındayım. aptal olduğumun da. sadece..
ben sadece seni seviyorum..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder