30 Temmuz 2010 Cuma

ona ilk vurulduğumda..

onu ilk gördüğümde yüzümde aptalca bir sırıtış vardı.
muhabbetinden zevk aldığım sanal bir dostum reel bir arkadaşlığa dönüşmesiydi o buluşma.

dikkatlice baktım yüzüne. güzeldi. evet, güzeldi.
hayır, o çok güzeldi!

gözlerine baktım dikkatlice. koskocaman bakıyordu bana. ne dediğimi anlamadığında soru sorarcasına açılıyordu. ne de güzellerdi! saatlerce bakabilirdim o gözlere. bıkmadan. usanmadan.

sonraları bana kalbini açtı bu insan. bana ihtiraslarını, hırslarını, hatalarını gösterdi. en çok da hatalarını gösterdi ki, onu tanıyayım, beyninin nasıl çalıştığını göreyim.. çok sonraları öğrendim ki, onu tanımam için hatalarını görmeme gerek yokmuş.

zira, o zaten benmiş! ben ise o!

bana sevgililerini anlatırdı. buhranlarını anlatırdı o. kavgalarını, gürültülerini, mutluluklarını, hayallerini..

kıskanırdım.

hem de delicesine.

susardım. onu dinlerdim. hep! ne kadar da güzeldir o konuşurken yüzündeki tebessümü izlemek. ne kadar da güzeldir o konuşurken ortak bir payda bulmaya çalışmak..

ben kıskanırdım onu. ama belli etmezdim. belli edip ne diyecektim ki; "bak cancım, ben seni deli gibi kıskanmaktayım." bu laflarının üstüne, normal mizacındaki "o" kesinlikle küfürle cevap verirdi. fakat sonradan öğrendim ki, deseydim sanırım nazikçe durumu çevirmeye çalışacakmış, içten içe de sevnecekmiş..

olsun..

ağlar o. duygusaldır.yani, onu üzsem, deli gibi ağlar. çok mutlu olsa da ağlar. doğaldır.
ki zaten, doğal olduğu için aşığım ben bu kadına.

içtendir bir kere. başkalarını bilmem ben, ama bana yalan söylemez. bilirim yalan söylemediğini. zira yalan söylese vicdan azabından ölür. söylese, anlarım.

anlarım ben onu. canının sıkıldığını anlarım. uzaklara dalıp gittiğinde aklına kimlerin geldiğini de anlarım. meğersem o benmiş. ben ise o!

ona, dudaklarımdan "seni seviyorum" cümlesi döküldüğünde gülümserim. onun gülümsediğini, içten içe sevindiğini bilirim. karşılığını vermesine gerek yoktur. bilirim. evet.

ona, ilk seni seviyorum dediğimde gecenin bir yarısıydı. mutluluktan uçmak denir ya, arşa ulaşmıştım bile ben o vakit.

o benim için bir soluk. vazgeçemeyeceğim bir alışkanlık gibi.
damarlarımda dolaşıp beni elinde tutan aşk o. sarıldığımda ona, tenindeki heyecanı hissettiğim kişi o.

o tek, ve hiç kimsenin erişemediği ve erişemeyeceği kadar özel.

çünkü o;

aşk!

şu an, hiç göremediğim kadar açık gerçekler önümde.

ben aslında ona bağlıyım, o ise bana.

bir şekilde..

senin şerefine!

29 Temmuz 2010 Perşembe

O

bazen böyle insan susması gerektiğini hisseder ya..
hani sanki 10 yıl yaşlanmışçasına insanlarla konuşur, mimikleriyle ve jestleriyle cevap vermeye çalışır ya..

ne lanet bir şeydir o, ben bugün onu tekrar tattım..

çaresizlikdir insanı vuran.

inceden inceye hem de..

bir şey de söyleyemez insan. susar kalır öylece.

ona bakarsın, gülümsersin. onun hiçbir şeyden haberi yoktur. içten gülümsemesini sunar sana.

senin içinden neler neler döner, fakat sırf onun gülümsemesini kaçırmamak için, sırf o anı doyasıya yaşamak için susarsınız.

yani, ben böyle yaptım. ha, aptal mıyım, orası kesin de..

bazen diyorum ki, diyorum ki anasını satayım, bırak her şeyi, tüm dertleri, anı yaşa.

"o"nu yaşa.

yudumla onu doyasıya.

yaşam sevinciyle doldur yüreğini, onun varlığının verdiği duyguyla.

yok. olmuyor.

fazla sevmemek gerekiyor. zira sevgi yanında bir çok derdi getiriyor.

sevgi, kıskançlığı getiriyor.
sevgi, "o"nun hayatında bir statü sahibi olmayı istetiyor.
sevgi, "o"nun tamamiyle kanatlarınız altında olmasını istetiyor.

-----

geriye dönüp bakıyorum da, daha gencecik adamım. yani bana öyle söyleniyor. gençsin. daha çok şey göreceksin deniyor. kendi kendime düşünüyorum "şimdi, ben mi kendimi çok yaşlı hissediyorum, yoksa gerçekten de ruhum yaşlandı mı" diye.. ellerime bakıyorum, cildimde pürüz yok gibi. ama bi yorgunluk var. aynadaki aksime bakıyorum, alnımdaki çizgiler derinleşmiş, saçlarımda beyazlar çıkmış. sonra soruyorum kendi kendime;

ben her şeyi bu kadar yoğun yaşayacaksam, kaç aylık ömrüm kaldı benim?

-----

sonra diyorum ki ona;

"ey karanlığımdaki tek ışık!
seni seviyorum."

bakıyor bana. gülümsüyor.
farkediyorum gülümsemesindeki yorgunluğu. belki de beni kırmak istemiyor.

sahi, acaba o benim bir gün hakikaten gideceğimi mi düşünüyor?

saçma sapan konuşuyor kendi kendine. dinliyorum pür dikkat. sigaramı yakıyorum tekrardan. bir nefes daha alıyorum sigaramdan. gözlerim onda, hayranlıkla süzüyorum onu. o hala anlatıyor heyecanla..

bir ara gözlerine gölgeler doluşuyor. aşırı düşünceli o an. konuşsam, beni duymayacak, tekrarlamam gerekecek biliyorum.

susuyorum. izlemeye devam ediyorum. bana yöneltilen tek cümlesi, "çok sigara içiyorsun az yavaş iç" oluyor.

gülümsüyorum. "bir şey olmaz." diyorum. "alışkınım".

kendi kendine konuşmaya devam ediyor. yine. her sözüne bir yorum getiriyorum. gülümsüyor, aynı düşüncede olduğumuzun keyfinde. bilirim. kendim gibi bilirim onu.

kaldırıma oturuyoruz, başı göğsümde. sarılmışız öylece. kalp atışlarım kulaklarında. çok hızlı diyor. gülümsüyor. bir şey demek istemiyorum. sadece sırıtıyorum. cevap vermeme gerek yok. nedeni biliyor zaten.

"şu saçma sapan duvar yerine önümüzde deniz olsaydı, kumla'da olsaydık keşke." diyor. hüzünleniyorum, içim daralıyor. belli etmiyorum ona. "keşke." diye cevap veriyorum. onunla birlikte başbaşa bir gün geçirmek benim için hayal. farkındayım bazı şeylerin. hayal kuruyorum sadece. o da yasaklanmadı ya!

"keşke" diyorum. "sana sımsıkı sarılmışken rüzgar saçlarını oynaştırsaydı deniz kıyısında. ürperseydik, gıdıklasaydı içimizi rüzgar martıların çığlıklarıyla"..

bir şey demiyor, demesine gerek yok. zira farkında o da. her şeyin. evet.

kalkıyoruz ordan. gönülsüzce. 1 saat sonra farklı yerlerde oluyoruz.

o kendi halinde, bensiz hayatına tamamiyle uyum sağlarken...

bense aklımda tek bir isim, saatlerce yürüyorum.

teoman'ın bir şarkısındaki sözleri geliyor aklıma, adeta bazı şeyleri kanıtlamak istercesine.
susuyorum.
hep yaptığım gibi..

-----

"o her günü yeni bir umutla
bekler gibi görünür
yarına inanmaz, beni avuturdu
onun her anı heyecan dolu"


not: alışkanlığımdır lakin net ortamında yapmadığım şeydi not yazmak sonuna. tutamadım kendimi. fazla acımasızım, ve fazla aptalım bunları yazarken. hakkını yediğimin farkındayım. aptal olduğumun da. sadece..
ben sadece seni seviyorum..

26 Temmuz 2010 Pazartesi

kayda değer bir gece

huzura ermek nedir acaba diye düşünürdüm.
hiç bulamamışız ya biz onu..
hiç hissetmemişiz gerçekten sakinliği..

sanırım şu an hissettiğim gerçek huzur..

evimin balkonundayım.
tüm gün yağmur yağmış.
bulutlar henüz çekilmemiş, tekrardan yağacak gibi..
hava serin. belki de şu yaz aylarında tekrar rastlayamayacağım şekilde..
hafif bir esinti tenimi gıdıklamakta..

müziğim açık, yüzümde şapşalca bir gülümseme.

içim buruk esasında. diyorum ki keşke "o" da şu an yanımda olsaydı..
sarılsaydım, huzurumu paylaşsaydım onunla..
bu satırları onunla yazsaydım keşke..

keşkelerle hayat gitmiyor tabi.
lakin, çok özledim ben onu..

ne harika bir şeydir şu hissedilenler!
bu özlem, bu sevgi..

tarif bile edemiyorum ki..
sadece yüzümde kocaman bir gülümseme..

23 Temmuz 2010 Cuma

vuslata ermek

dedim ki:

"sen,çoktandır gelmesini beklediğim bir sevinçli haber gibi uğradın bana.
gece rengi saçlarınla sözlerini bağışladın.
ipeksi sesin gözlerime bir perde gibi indi.
yanımda buldum seni.
sen, ki benim kaybetmekten korkacağım tek insan.
gözlerine bakınca kendimi görebildiğim tek insan.
yanımda olmasa da soluğunu hissedebildiğim tek insan.
sen ki ben.
ben ki sen.
imkansız umutlarımın gerçekleşmesi.."

sustu. gözleri doldu, güzel yüzünü seyre daldım. döküldü ağzından cümleler:

"o ne şanslı kadındır;
nefesinde notalar ezen,
gozlerıyle aşkı çağıran,
sesıyle sevgılıyı resmeden...
o ki en kutsal gülüş,
korkutucu bir bahar rüzgarı.
yaslı çimen yeşilleri..
o ki şu anı kaybetmekten korkan,
geleceğin hezeyanı..
ıcım daralıyor..
tıkanıyorum yıne."

bekledim, ellerini tuttum. ve konuştum:

"ellerini tutup omzuma yaslanmana izin veriyorum.
bilirim, içinin daraldığını hissederim"

o anın keyfini çıkartırcasına susuyorum..
konuşmama gerek kalmıyor, zira kollarımda güvende olduğunu biliyorsun
bazen, sözlerden daha değerli oluyor susmak.
susmak ve sadece o güven hissiyle nefes almak..
yanında, güvende o..

cevap verdi :


"dudaklarımdan huzur akıtıyorum.
gözlerımden mutluluk.
uyuyorum..
ok kirpiklerim sana emanet,
uyandığımdaki yorgunluğun da bana.."

ve dedim ki:

"soluğunun bekçisiyim
sen yeter ki huzuru hisset
yanımda ol, yeter.."

son sözünü söyledi:

"kalbinin müziği kayıp bır kent kadar eski ve tanıdık..
aldığın nefesle uyuyorum kollarında..
yüzüne düşen gece saçlarıma sarılı..
sana yaklaşmasın kötülük diye,
tılsım gibi senı korusun dıye.."

dilimi yuttum. dakikalarca ona baktım gözümü kırpmadan.
sarıldım, sıcaklığım onu bulsun diye..

21 Temmuz 2010 Çarşamba

can

sen benim renk karmaşamdaki mavisin.
mavi kadar zarif, mavi kadar sonsuzsun.
kaybettiğim içten gülümsemesin sen.
beyaz saçlarıma, evet beyaz saçlarım var benim, çaresin.
özlediğimsin.
içinde kaybolduğum gözlerin süzsün gözlerimi.
susayım, öylece seyre dalayım zerafetini.
sesin bir ninni olsun, kollarında uyuyayım.
nefes alışların bana verdiğin hayat olsun;
içime çekeyim..
ben ki sen.
sen ki ben.
çocukluğumun mutlu anıları...
özlediğim...

senin şerefine!

19 Temmuz 2010 Pazartesi

yeniden doğan

ben koca bir çınardım.

zamanla dallarım ağırlaşmıştı.

yemyeşildim.

yaşam doluydum.

ve o geldi.

melek dediğim, lakin yalancı bir mum alevinden öte geçmeyen insan geldi.

dallarım yemyeşildi benim. milyonlarca yaprağım vardı.

hayattı onlar.

hayatlarımdı.

ve o geldi.

onun gelmesiyle, yapraklarım, çoğalması gerekirken hepsi birer birer sararıp döküldüler köklerimin yanıbaşına.

insafsızdı o insan. vicdanı yoktu. ve tamamiyle doğru olduğunu düşünüyordu.

yanılmıştı.

o, vücundaki sevgi dediği zehri su niyetiyle köklerime yedirdi.

sararıp soldum.

bu çınar o kadar yaşlandı ki, artık esen rüzgarın farkında bile değildi.

zamanla o rüzgar da köklerimdeki yaprakları alıp götürdü yaban ellere.

her bir yaprağımı ayrı bir yere saldı.

her düşüşün sonundaki yeniden doğuş görkemli olur. ve o yeniden doğmanızı sağlayan insan genellikle sizin hayatınızın aşkı olur. gerçekten gözleriniz kör değilse ve hala görme yetinize güveniyorsanız, o insanı tanırsınız.

bu çınarın yaşam umudu kalmamışken, bir "deli" çıktı ortaya.

kanıtladı her şeyi bana.

bana bir insanı düşüşten çeken ellerin illa ki sevgilinin elleri olmayacağını gösterdi.

bu "deli" tüm yapraklarımı tekrar buldu, "sevgi" dediği, benim unuttuğum bir kavramla tekrar yapıştırdı dallarıma.

teker teker.

şimdi bu çınar, kendisini çok daha iyi hissediyor. yanında olan "deli"yle mutlu, dahası hiç bu kadar iyi hissetmemişti.

fakat kim bilir..

belki o "deli"nin elleri, sadece yaşamı değil, aşkı da getirmiştir tekrar.

kim bilir..

18 Temmuz 2010 Pazar

erkekler

biz erkekler bu üç kadını adam gibi sevmesini beceremedik!

ne anamıza candan bir evlat,

ne eşimize candan bir koca,

ne de kızımıza candan bir baba olduk.

esasında biz bu üç kadını adam gibi sevdik de, sevmemizi gösteremedik.

gurur yaptık.

erkekliğimize yakışmaz dedik.

tıpkı gözyaşlarımızı sakladığımız gibi.

biz bu üç kadını adam gibi sevdik de, onlar bihaberken sevdik...

kaçış

kulaklarımda yine aynı müzik; vega-ankara..

bana eskileri hatırlatan şarkılardan hep kaçmışımdır. insan zaten anısı olan şarkıları bu kadar sık dinlememeli.

fakat bu şarkının yeri ayrı..

elimde değil bu şarkıyı dinlememek.

hafızam değişiktir benim.

hayatımdaki belli dönemleri, o dönemlerde dinlediğim şarkılarla özdeşleştiririm. mesela aylin aslım'ın senin gibi parçası, bana tamamiyle kıvırcık bir insanı hatırlatır. ya da enter sandman adlı metallica parçasının dota oynamaya başladığım günleri hatırlatması gibi.

işte bu şarkı da, benim en verimsiz günlerimi, bir o kadar da mutlu olduğum zamanları hatırlatır.

tabi, eskiye özlem hoş değil.
eskiye dönebilme imkanı olsa, tekrar gidip aynı şeyleri yaşamak da pek akıl karı gelmiyor bunca çekilen acıdan ve harcanan bunca emekten sonra.

kaçmalı.

evet evet kaçmalı.

şöyle bir on beş gün kaçıp tanımadığı diyarlara gitmeli insan.
mevlana'yı görmeli. tasavvufla kendinden geçmeli.

doğu anadolu'nun insanlarının misafirperverliğini tatmalı.

velhasıl,
insan kendini bulmalı.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

belki

insanın içinin sıkılması çok garip.
yani, ne yapacağını bilmiyor o an.
bir süre sonra sigara da çare olmuyor ona.
düşünüyor insan.
soru soruyor kendine.

hoş değil ayak izlerini tekrardan takip etmek, kendini yeniden aynı yerde bulmak.
bu esasında kuyruğunu yiyen yılan gibi.

diyorum ki..
diyorum ki kaza bela odtüye gitmeseydim nolurdu..

yollarımız kesişir miydi yine?

ayak izlerini tekrar takip etmek hoş değil. kendini aynı yerde bulmak.
tıpkı kuyruğunu yiyen yılan gibi.

pişmanlıklardan feyz almak gerek.
ne kadar da kolay değil mi söylemek bunu.
öğüt vermek kolaydır azizem. iş onu uygulamakta.

ha tabi bir de kelin merhemi olsa kendine sürer olayı var..

ben kendimi toparlayamamışım, hala köşe bucak kaçıyorum insanlardan.
sen mi benim sözümü dinleyeceksin?

üzücü bir şey tabi bu.
bu kadar sakinlikle kendine acıması insanın.
aynaya baktığında gördüğü yüzün kendine yabancı gelmesi.
bu insanın kendini tanımamasından dile gelmiyor.
tam tersine, insanın kendini tanımasıdır aynaya baktığında çarpıklıklarını görebilmesi.

gölgelere sığınarak yaralarını kendini gizlermiş ya o ünlü şair..
ben onu bile beceremiyorum.

bu belki biraz itiraf gibi oldu. lakin katlanırsın artık.

yani evet, tam şu an kendime acıyorum.
zavallılığımı görüp acıyorum.

içsesimin elindekileri "görüp", "arttırıyorum" hatta.

kendimi sorguluyorum.

içim sıkılıyor.
bu sefer, hiçkimseyle aynı kaderi paylaşmıyorum. geceye fısıldıyorum içim sıkılıyor diye.
yalnızım.

yani bazı insanların mizacıdır yalnızlık. kader gibi bişi. alışmak gerekiyor. alışıyorsun zaten. öyle ya da böyle.

diyorum ya, beni gerçekten seven bir insan vardı.
yani "hayatım" kelimesini gerçekten içten söyleyen tek insan.

o yüzden içim cız ediyor.
annem hep derdi, insan kendi dengiyle arkadaşlık etmeli, kendisini başkalarıyla mukayese etmeli.

lakin benim annem insan egosunu katmıyor hesaba.

insan sevilmek istiyor.
insan sevgilinin gözlerine bakıp dünyanın o en kutsal iki kelimesini söylemek istiyor.

bu arada, ne de dağınık bir yazı oldu..

16 Temmuz 2010 Cuma

zaaf

yazmak istedim şu an her nedense.
hayalimde yarattığım kadına yazmak istedim.
yalnızlığımı paylaşayım istedim.

giderek anlamsızlaşan hayatta, büyük bir boşluğu doldurabilecek insana yazmak istedim bu satırları.
elim gitmiyor tuşlara, zorlanıyorum. ama yazmak istiyorum.

acaba diyorum, seni bulabilecek miyim..

cevabı kendim veriyorum. kendi sorularımın cevapları olma huyumu asla değiştiremedim. evet.

kim mükemmel, hayalindeki sevgili bulmuştur ki diyorum.
avutuyorum kendimi.

sahi, ben hep kendimi mi avutuyorum?

ey kadın!

seni görmek, kokunu içime doldurmak, gözlerinin içinde kaybolmak istiyorum.
sana içten bir sesle "hayatımın ışığı" demek istiyorum.

herşeyi geçtim.
sana sarılmak istiyorum.

kendi kendimi sorguluyorum.
yahu ben niye sana bu kadar çok ihtiyaç duyuyorum?

ne kadar da belli sevgiye açlığım. geriye dönüp yazdıklarımı okuyorum şu an ilk defa.

ne kadar da zavallıyım be kadın...

ne kadar da beni sevmene ihtiyacım var..

ve ne kadar aptalım!

not: yazar burda mükemmel kadının kendisine bakmayacağını, kendisini sevmek yerine bir başkasıyla birlikte olacağına vurgu yapmak istemiş.

bir garip veda

Usulca yürüyordu boş yolda.. Tek başına, bütün yaşanmışlıkları düşünüyordu şimdi. Ve kulaklarında kendi sesinin yankıları: "ben sevmeyi beceremedim, belki de sevilmeyi" Ve düşündü tekrar: "benim, sevmeye engel ve asla evcilleştiremeyeceğim acılarım var. Kapanmamış yaralar.. ya da kapansa bile izinin asla geçmeyeceği yaralar"

Nereye gittiğini kendisi bile bilmiyordu. Sanki o ayaklarına değil de,yollar ona emir veriyormuş gibi bir his vardı. Uzun zamandır bunu yaşamamıştı. Ne kadar da güzel bir duyguydu.

Yürüdü saatlerce.. aklındaki tek şey 'o'nun gitmeden önce söylediği sözlerdi. Haklıydı evet, o asla sevilmeyi becerememişti. Asla aşık olamamıştı. Ama bir an "hangi aşk?" diye söylendi içinden. Bir romandan esinlendiği gibi o da binlerce çeşit aşk olduğuna inanan insanlardandı. Ona göre şu an hissettikleri de bir çeşit aşktı, fakat karşındaki zavallı onu anlayamamıştı.

Eğer çok duygusal biriyseniz yaşadıklarınız sizi normalden çok daha fazla etki altında bırakır. Üzerinden ne kadar zaman geçse bile unutamayacağınız şeyler vardır. O bunları çok yaşamıştı. Çok acı çekmişti. Aslında bu acılar sayesinde olgunlaşabilmişti. Bir bakıma, bu yaşadıklarından dolayı aşka ve sevgiye olan bakış açısı değişmişti. Ona göre binlerce aşk çeşidi vardı, fakat sevgiyi sınıflandıramazdınız. Zira sevgi ya vardır, ya yoktur.

Yürürken acı acı mırıldandı tekrar:
-Asla sevildiğimi hissedemedim, bu gidişle de zor halim.. dedi.
Son on yıldır, çok sıkıldığında en çok yaptığı şeyi yaptı, cebinden sigara paketini çıkardı. Parasızlıktan aldığı ucuz sigarayı yaktı ve ilk nefesini içine çekti. Ve bıraktı kendini, bıraktı ki zehir vücudunda daha rahat yayılabilsin, kafasını dağıtabilsin birazcık da olsa..

Yürüdü.. yaptığı tek şey yürümek ve düştüğü düşünce kuyusundan tırmanarak çıkmaya çalışmak oldu.

Ne kadar zaman geçtiğini kendisi bile bilmiyordu. Muhtemelen bir saattir yürüyürdu. Yorulduğunu hissetti.

Üşüdüğünü..

Tanıdık mekanlar, tanıdık sokaklar..

Kendini birden bire aşina olduğu bir parkta buldu. Oturdu, cebinden tekrar bir sigara aldı ve ısınmaya başladı gecenin soğuğunda.

Kendini kandırdığının farkındaydı. Yürümek asla ona iyi gelmemişti. "üstelik bu lanet olası ayakkabılar da sıktı ayağımı, boşu boşuna yürüdüm o kadar" diye düşündü. Sessizce birkaç küfür etti. Ve aniden karşıdan bir silüetin yaklaştığını gördü:

-Muhtemelen hayâl görüyorum. Seni burda bulmayı hiç beklemezdim Murat. dedi karanlıktaki kadın sesi.

O sessizce homurdanmakla yetindi.

-Efendim anlamadım? Yoksa burdan bir an önce çekip gitmek istediğini mi söyledin? dedi yine o lanet ses.

-Hayır hanımefendi yanlış duydunuz. Burdan bir an önce çekip gitmenizi istediğimi söyledim. dedi. içinden bir anda nefret dalgası yükseldi. Ne demeye buraya kadar kalkıp gelmişti Dilek?!

-Güldürme beni koca adam. Benden nefret ediyormuş gibi konuşmalarına inanacağımı bekleme!

-Kanma zaten. Sadece çık git başımdan! dedi Murat.

Sıkıldı.. canı hakikaten sıkıldı bu konuşmaya. "oysa o onu pohpohlamama o kadar çok alışıktı ki.." diye düşündü Murat.

Bu onun tarzı değildi zaten. Dilek gecenin bir yarısında onu görmek için taa buralara gelecek ve hala aynı ilgiyi bekleyecek öyle mi? Bu kız gerçekten problemli olmalıydı.

Fakat Dilek'i buraya çeken bir şey olmalıydı. Bu kesindi. Vicdan azabı? Yok,yok. Onda o duygunun olmadığını birkaç gün önce öğrenmişti zaten.

Acaba söylemek istediği neydi?

Sessizlik uzadı. O da düşüncelere dalmış gibiydi. Belki bininci kez onun ne kadar güzel olduğunu düşündü Murat. kumral saçlar, hem de fazlasıyla.. Ela gözler, kusursuz bir yüz.. Ve insanın içine işleyen o umursamaz tebessüm..

Kendisine şaşırmadı ben bu insanı nasıl sevebildim diye. Cazibesine kapılmamak imkansızdı. Gülüşü ve o masum bakışlarıyla ilk günden hayran kalmıştı ona. Zaten aksinin gerçekleşmesi imkansızdı.

-Ne istiyorsun Dilek?

Hala sessizlik.. ve onu aniden bölen bir damla gözyaşı..

Ardından da derin bir iç çekiş..

-Dilek, sana bir şey sor-

-Sus artık!

Gecenin bir yarısı gelip onu araması onun tarzı değildi.

Ama bu, onun tarzıydı.

Ne olduğu anlamadan onun elini kendi ellerinde hissetti. Burnunun akmasını duyuyordu.

Nefes alış verişlerini duyabiliyordu.

"hayır bu kadarı çok fazla. Onun elini tutmayacağım!" diye düşündü içinden saniyeler boyunca.

Görünen o ki elleri emirlerine uymuyordu.

Zaten ağlaması onu çok kötü yapmıştı. Dudak bükmesine ve damla damla gözyaşlarına alışık değildi. O hep neşeliydi, hep güleçti..

"Hayır, lanet olsun sana! Aptal kadın, neden buraya geldin! Birkaç damla gözyaşında gidişini unutturabileceğini mi? Yoksa seni seviyorum deyip herşeyin eski haline mi gelmesini bekliyorsun?" dedi iç sesi Murat'a. Fakat o biliyordu bu düşüncelerin yalan olduğunu..

-Sen gittikten sonra çok düşündüm Murat. ve inanır mısın tıpkı az önceki gibi ağladım saatlerce. Anladım benim için ne kadar değerli olduğunu.("ah hayır buna nasıl direnç gösterebilirim") Ve aşk üzerine söylediklerini düşündüm. Haklısın. Senin hislerin de bir çeşit aşk. Benim seni sevmem de aşk.. Gitme nolur! Lütfen gitme! Boşluğunu doldurabileceğimi sanmıyorum. Hayatım boyunca pişmanlık duyacağım bir hata da yapmak istemiyorum. Biliyorum saçmaladım. Ama sen hep demez miydin saçmalıkların senin özündür diye? işte özümü yarattım ben de! Dedi ve tekrar sustu..

Sessizlik..

Ve hayakırıklığı..

Dilek'in hemen cevap beklediğini biliyordu o. Bu sessizliğin onu çıldırttığını da biliyordu.

Yüzünde hafif bir tebessümle Uludağ'ın eteklerine baktı. Işık demetini gördü. "keşke zirvede tek başıma olup deliler gibi bağırabilseydim." diye mırıldandı..

Düşündü.. cebinden bir sigara daha çıkarıp yaktı. Sol eli hala onun ellerindeydi.

Düşündü.. sigarası bitti ve söz sırası ona geldi. Asla iyi bir konuşmacı değildi böyle durumlarda. Zaten konuşmadı da.

"Hayır, yapmamalıyım! Elini tutmamalıyım! Kendimle çelişmemeliyim! Ama, ne var ki gururumu zorlasam? Hayır, kanmamalıyım!"

Usulca sokulup onu öptü. Ve dudaklarından,sonradan çok pişman olacağını hissettiği iki kelime döküldü:

-Seni seviyorum.

Hala kendine söz geçiremiyordu.

Ve hala, onu deli gibi seviyordu.

gitmeli

insan bunalınca neler yapıyor hiç belli değil.

kaçıp gidesi geliyor herşeyden. uzaklara.
kimse olmadan yanında.

insan istiyor ki, belki bir kişi olmalı yanında.
ya ona en yakın insan, ya da "sevgili".
(malum, benim gibi bir adamın sevgilisi olması çok nadir bir durum. o yüzden en yakın dost kalıyor geriye.)

diyorum ki, çok uzaklara gitsem. arkamda hiçbir dert bırakmadan, herkesin iyi olduğunu bilerek.
öyle yürüsem yürüsem. amaçsızca sıkılana kadar yürüsem.

herkesle iletişimi koparsam bir süre. o süre uzasa da gitse.

nedense ergen kaygıları gibi geliyor bu bana. fakat içsesim düzeltiyor hemen.
insanın kendini bilmesi hoş.

değersiz olduğunu da, değersiz olduğunu da insan karar vermeli bence. etrafındaki insanların bakış açıları çok önemli.

başrolde misiniz? yoksa her perdede yitip giden bir figüran mı?

kendini sorgulamalı insan.
sorgulamalı ki, kaçışlarının sonuç vereceğini bilmeli.

bi küçük ev olsun. bir de muhabbet edilecek dost.
çok şey mi istiyorum?

eski sevgiliye açık mektup

kulağımdaki müzik yönlendiriyor beni şimdi.
seni sevdiğimden adım gibi eminim. fakat engeller, ah şu engeller.
senin aşkın beni büyüttü sevgili. bana mantık verdi, bana konuşma yetisi verdi.
ve aşkının verdiği mantık bitirdi seni.
bir anda farkettim ki, sen de çevremdeki herkes gibisin.
sevgimin bir şey değiştiremediğini anladım o an.
bu akşam farklı bir sakinlik var üzerimde. neden diyorum kendi kendime. cevaplar bir bir çıkıyor karşıma hemen.
neden? çünkü artık başkalarını seviyorsun sen.
neden? çünkü birlikte olamayışımızın realitesini anlıyorum.
neden? çünü klişe de olsa mantalite olarak da, ailesel olarak da farklı dünyaların insanıyız.

daha önce demiştim ki, ben hep seni seveceğim. karşı çıkanlar olmuştu buna. mantıkla açıklayanlar da olmuştu.

evet, bir insan hayatı boyunca birçok insanı sevebilir. fakat aşık olduğu tek bir insan vardır.

düşünüyorum da, benim aşık olduğum insan, hayalini kurduğun insan. gerçekteki insanla sadece birkaç benzerliği olan insan.

bu gerçek nasıl koydu bilemezsin bana ey sevgili!
gerçekten aşık olduğum insan sen değilmişsin. kurmacaymış herşeyimiz sanki.

insan aşık olunca, ya da kendini şartlayınca demem gerekir bu durumda, gözlerine bir perde iniyor. farkedemiyorsunuz o perdeyi.
ancak büyük bi tramva yaşayınca..

sen bana o tramvayı yaşattın sevgili.
sana kızgınım. evet hem de bayağı kızgınım.
biliyorum ki sen de bana kızgınsın. olsun.

artık senden nefret mi ediyorum diye düşünüyorum. hayatına hemencecik bir başkasını dahil etmen, senden nefret etmemi gerektirir. evet, düşündüm de senden tekrar nefret ediyorum.

ey sevgili!

artık sana borçlu değilim.

insan sevdiğine güven vermeli. ben sana boşu boşuna sevdiğimsin demedim. sen beni ağlattın, ben de seni ağlattım. bundan sonra sana karşı bir borcum yok. en ufak bir borç hem de.

o piç kurusuyla mutluluklar.
bende bulamadığın mutluluğu onda bulursun inşallah...
ve inşallah, aşık olup o acıyı çekersin...