-seni seviyorum! dedim.
gözlerine baktım. gözlerinin içine baktım.
o gözlere sahip olmak için yapamayacağım şey yoktu. o gözlere sahip olan dünyanın en şanslı adamıydı. o gözlerdeki gülümsemeye layık olmak, tanrı tarafından bir hediyeydi.
-sen benim mucizemsin! ama üzülme, senin mucizen ben değilim, biliyorum! dedim.
gözlerine baktım. gözlerinin içine baktım.
o, aslında uçsuz bucaksız bir denizdi. bense zayıf teknemle onun rüzgarlarına karşı koymaya çalışıyordum.
dayanamadım çok zaten, ilk rüzgarda alabora oldum.
boğuldum.
gözleri doldu. keşke hiç konuşmasaydım diye düşündüm. keşke açmasaydım bu konuyu ve keşke...
yapamam ama. yapamazdım. ona bakınca değişiyorum.
bıraktım sonra. bıraktım gözlerini.
bıraktım ki gözyaşları demlensin. bulutlar kıskansın.
****
yürüyorum yine. kimsecikler yok. bir sen, bir ben.
korkuydu bizi parçalayan aslında. ne sendin neden, ne de ben.
korkuydu beni kanatan.derime büyükçe bir yara açan.
bazen diyorum ki, sadece bazen ama, seninle bir yıl sonra tanışsaydım, ne olurdu?
düşünüyorum, düşünüyorum.
cevabını bulamıyorum. tek bir şeyin cevabını biliyorum o an, değil 1 yıl, 10 yıl sonra bile görsem seni, yine sana aşık olurdum.
sahi, neden yağmur hep yalnızları ıslatır?
****
-aranız nasıl? diyorum.
-iyi işte bildiğin gibi. diyor.
aslında ben hiçbir şey bilmiyorum.
onunla son konuşmamın üstünden 1 ay geçmiş. oysa ben onu 10 yıl konuşmamışız gibi özlemişim.
çok özlemişim, çok yaşlanmışım.
onunla son konuşmamın üstünden 1 ay geçmiş. ama ben kendime bir ışık yılı kadar uzak hissediyorum onu.
-çok özledim seni ben dün gece. diyorum.
-neden dün gece?
-bilmiyorum, sadece dün gece farklıydı. farklıydın. diyorum.
sessizleşiyor.
-dün gece seninle konuşmak, bir söz bile söylesen, onu duymak çok istedim. diyor.
aklımı kaybediyorum o an.
saçlarımdaki beyazlar artıyor o an. hissediyorum.
tanrım, ben bu kadına ne çok bağlıyım!
-kalp kalbe karşı. diyorum.
oysa söylemem gerekenler çok farklı. hiç durmadan konuşmam lazım. onu anlatmam lazım. "sen bensin!" demem lazım.
diyemiyorum.
susuyorum.
ses tellerim acıyor. fazla sigara içmekten değil, onun duymadığı bağırışlarımın canımı acıtmasından.
-boşver. diyorum. içim yana yana...
****
yabansı sesiyle doldurup bardağımı
boşaltır sonra belirsizliğe
- elleri var ellerim gibi-
çekip götürdüğü kadın
getirip getirip rastlantının.
kuşlar dal değiştirdikçe
kıyıya uzanan düzlük
kurtarır karnındaki arıyı
yitirir uçlarını çatılar
ay çakıllara bölünür
bir daldır uykusuzluk
sallanır sürekli gecede
****
seni kimler aldi
kimler opuyor seni
dudaginda dilinde
ellerin izi var...
20 Ekim 2010 Çarşamba
16 Ekim 2010 Cumartesi
her neyse
ben uykuda değildim aslında.
gündüz düşlerine hapsolmuş bir zavallıyım.
kendi kandırmacalarımın arasında yaşlanmış bir ruhum ben. sessiz, sakin, hiçbir şeyden haberi olmayan bir ben var bende. yüzündeki maskesini çıkartmaya çalışmayan, onunla yaşamaya alışmış bir ben.
ve sen..
yağmur yağıyor yine. geçtim penceremin başına, seni izliyorum rüzgar sigara dumanımla oynaşırken.
biliyorum. elde duran hikayeme döndüm yine seninle. günler sonra, delicesine seni yaşıyorum şu an. y
farkında olmadan sen, ben burda yeniden doğuyorum.
koridorlarda çığlıklarım yankılanıyor. ilk işim ismini ünlemek oluyor.
kendim bile şaşırıyorum.
o kadar ki susuzum sana karşı.
o kadar ki bedenim aciz ve "sen"sizlikten ölmek üzere.
sonra, diyorum.
sonra, ruhuna erişiyorum. kendimi görünce yüzümdeki gülümseme genişliyor, bilirsin.
sonra, diyorum.
her neyse...
her neyse...
gündüz düşlerine hapsolmuş bir zavallıyım.
kendi kandırmacalarımın arasında yaşlanmış bir ruhum ben. sessiz, sakin, hiçbir şeyden haberi olmayan bir ben var bende. yüzündeki maskesini çıkartmaya çalışmayan, onunla yaşamaya alışmış bir ben.
ve sen..
yağmur yağıyor yine. geçtim penceremin başına, seni izliyorum rüzgar sigara dumanımla oynaşırken.
biliyorum. elde duran hikayeme döndüm yine seninle. günler sonra, delicesine seni yaşıyorum şu an. y
farkında olmadan sen, ben burda yeniden doğuyorum.
koridorlarda çığlıklarım yankılanıyor. ilk işim ismini ünlemek oluyor.
kendim bile şaşırıyorum.
o kadar ki susuzum sana karşı.
o kadar ki bedenim aciz ve "sen"sizlikten ölmek üzere.
sonra, diyorum.
sonra, ruhuna erişiyorum. kendimi görünce yüzümdeki gülümseme genişliyor, bilirsin.
sonra, diyorum.
her neyse...
her neyse...
9 Ekim 2010 Cumartesi
elde duran hikayeye dönmek
geriye dönüşler vardır hep pişmanlıkların sonucunda.
vicdan denen şey vardır ya hani, o kontrolü ele alır. mantık uçar gider, kulaklarınıza dolan tek ses kalbinizin sesidir ve bir şekilde bilirsiniz ki o doğruyu söylemektedir. ne olursa olsun.
pişmanlıklarımız bizim canımızı sıkan aslında ana neden olarak. canımız sıkıldığında dahi geçmişteki bir pişmanlıktandır. birilerinin ardından dökülen gözyaşı da pişmanlıktandır esasında.
olay bu "pişmanlık" olayını kabullenmektir.
gerçeklerle yüzleşmek.
yüzümüze aldığımız sert bir darbe. burnumuzun kırılması.
ve...
ve akan kıpkırmızı kan.
****
gerime bakıyorum. geçmişime.
kimse yok.
herkes uzakta. görüşüm buğulu, belki de hayalgücüm onları "var" eden.
canım sıkılıyor.
canım çok sıkılıyor!
yanıma bakıyorum. ellerime.
kimse yok.
"oysa," diyorum kendi kendime "oysa ben az önce senin ellerini tutmuyormuydum?"
sesim yankılanıyor boş sokakta.
pencerelerde tek bir ışık yok. sokak lambalarının ışığı beni "gerçeklik"e bağlıyor.
ne olduğunu anlamıyorum. sokak kedileriyle birlikte yürüyorum. bir tek onlar kaldı yanımda.
-yalnızlık mı benim kaderim yoksa yalnızlık benim asıl sevgilim mi? diyorum sanki bir cevap alabilecekmişim gibi.
cevap gelmiyor.
içses bile suskun o an. cevabı söylemek istemiyor. cevabı bildiğimi biliyor zaten.
"neyse." diyorum boşluğa tekrar.
yürümeye devam ediyorum. adam akıllı yapabildiğim bir tek o var zaten.
****
bazen insanın kendisini kandırması gerekiyor.
kandırmak doğru kelime olmayabilir tam, bilmiyorum. yalandan inanmak diyelim biz ona.
bazen insan kendini inandırıyor "o da seviyor lan!" diye.
sorgulamıyor ki karşısındakini. çünkü ona tek bir ipucu, tek bir hareket, tek bir samimiyet sözcüğü yetiyor.
çünkü o aşık.
kendi kurduğu dünyada yaşaması gibi bir şey bu insanın. kendi terimleriyle, kendi isimleriyle, kendi sevgileriyle, kendi dostlarıyla.
hayaldeki sevgiliye aşık olmak, hayaldeki sevgiliyi öpmek, onun saçlarıyla oynamak.
kim söyleyebilir ki bize gerçekle hayal arasındaki farkı o kadar net bir biçimde? hiçkimse.
yaşanılanlar belki gerçek, fakat siz kuruyorsunuz beyninizde?
kim bilir...
sahi... kim bilir?
****
kendini kandırma oyununu çok uzatmamak gerekir. her şey tadında ya güzeldir ya.. bu da öyle bir şey.
zira hayal dünyasında yaşamak, gerçeklerin acılığından daha da çaresizce ve zavallıcadır.
bazen, elde duran hikayedir tek çıkış yol.
ve bazen, elde duran hikayedir en iyisi, en güzeli...
****
son kez değil ama çok biliyorum
elde duran hikâyeye dönüyorum
tükenmiş tarihimiz, kalıntı temsilimiz
kırık köşk sırçasında...
vicdan denen şey vardır ya hani, o kontrolü ele alır. mantık uçar gider, kulaklarınıza dolan tek ses kalbinizin sesidir ve bir şekilde bilirsiniz ki o doğruyu söylemektedir. ne olursa olsun.
pişmanlıklarımız bizim canımızı sıkan aslında ana neden olarak. canımız sıkıldığında dahi geçmişteki bir pişmanlıktandır. birilerinin ardından dökülen gözyaşı da pişmanlıktandır esasında.
olay bu "pişmanlık" olayını kabullenmektir.
gerçeklerle yüzleşmek.
yüzümüze aldığımız sert bir darbe. burnumuzun kırılması.
ve...
ve akan kıpkırmızı kan.
****
gerime bakıyorum. geçmişime.
kimse yok.
herkes uzakta. görüşüm buğulu, belki de hayalgücüm onları "var" eden.
canım sıkılıyor.
canım çok sıkılıyor!
yanıma bakıyorum. ellerime.
kimse yok.
"oysa," diyorum kendi kendime "oysa ben az önce senin ellerini tutmuyormuydum?"
sesim yankılanıyor boş sokakta.
pencerelerde tek bir ışık yok. sokak lambalarının ışığı beni "gerçeklik"e bağlıyor.
ne olduğunu anlamıyorum. sokak kedileriyle birlikte yürüyorum. bir tek onlar kaldı yanımda.
-yalnızlık mı benim kaderim yoksa yalnızlık benim asıl sevgilim mi? diyorum sanki bir cevap alabilecekmişim gibi.
cevap gelmiyor.
içses bile suskun o an. cevabı söylemek istemiyor. cevabı bildiğimi biliyor zaten.
"neyse." diyorum boşluğa tekrar.
yürümeye devam ediyorum. adam akıllı yapabildiğim bir tek o var zaten.
****
bazen insanın kendisini kandırması gerekiyor.
kandırmak doğru kelime olmayabilir tam, bilmiyorum. yalandan inanmak diyelim biz ona.
bazen insan kendini inandırıyor "o da seviyor lan!" diye.
sorgulamıyor ki karşısındakini. çünkü ona tek bir ipucu, tek bir hareket, tek bir samimiyet sözcüğü yetiyor.
çünkü o aşık.
kendi kurduğu dünyada yaşaması gibi bir şey bu insanın. kendi terimleriyle, kendi isimleriyle, kendi sevgileriyle, kendi dostlarıyla.
hayaldeki sevgiliye aşık olmak, hayaldeki sevgiliyi öpmek, onun saçlarıyla oynamak.
kim söyleyebilir ki bize gerçekle hayal arasındaki farkı o kadar net bir biçimde? hiçkimse.
yaşanılanlar belki gerçek, fakat siz kuruyorsunuz beyninizde?
kim bilir...
sahi... kim bilir?
****
kendini kandırma oyununu çok uzatmamak gerekir. her şey tadında ya güzeldir ya.. bu da öyle bir şey.
zira hayal dünyasında yaşamak, gerçeklerin acılığından daha da çaresizce ve zavallıcadır.
bazen, elde duran hikayedir tek çıkış yol.
ve bazen, elde duran hikayedir en iyisi, en güzeli...
****
son kez değil ama çok biliyorum
elde duran hikâyeye dönüyorum
tükenmiş tarihimiz, kalıntı temsilimiz
kırık köşk sırçasında...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)