21 Eylül 2011 Çarşamba

güneşin aynasında

"beklemek dediğin hüzünlü ama dingin bir umutsuzluk hali."

hep beklemek. beklemekten sıkılmak, bir süre sonra kendinden sıkılmak. biraz onda, biraz bunda sıkışmak. nasıl davranacağını bilmeyince insan daha bir çaresiz, lisanındaki kelimeler daha sınırlı ve yüzündeki gülümsemeler daha eksik. aslında insan hayatını anlamlı kılan her tat eksik beklerken. yağmur kokusundan alınan zevk bile kuru, manasız bazen. hayattaki döngünün hiç bitmeyeceğini düşünmek, umutsuzluğu getirdi bir süre sonra. ebedi mahkumiyetten kaçış yokmuş gibi geldi ve sonra hüzün geldi çocukluk arkadaşıymış gibi.

hepsine katlanabilecek cesaret ve güç varken bir vuslat vaktinin olmayışı-sona, sevgiliye, her şeye- insanın canını en çok acıtan şey oldu. kayboldu ve kahroldu. tükenmeyen hayaller aldı yerini, gerçekleşmeyeceğini bile bile kurulan. naifliğin yerini çiğlik aldı. her rol oynandı, mimikler tükendi. o tükendi. hayat tükendi.

geri dönüş kısa ve acısız oldu sonra. unutulmuş hatıralar gün yüzüne çıkmaya başlayınca tekrar, insan kendini sevmeyi denedi tekrar. başardı da bunu. kabuğuna çekilmenin verdiği tadı hatırladı tekrar. dökülen gözyaşlarını uğruna akıttığı insanları tanıdı en baştan. sil baştan.

****

"yolda toz, tozda avuç, avuçta kader, kaderde sen, güneşte akşam oluyor, ben düşünürken..."

avuçlarıma sığmayınca hayallerim, bıraktım hepsini. bıraktım ki denize doğru aksın, ben hareket edemezken o ulaşsın var oluş amacına. bir süre sonra ellerime baktığımda, hala çoklardı. hep vardılar, yok olmayı göze alarak, varlıklarından ben bile haberdar değilken. cenazelerini kaldırdıklarımı gözyaşlarımla uğurladım. bir ölüm, bir doğum. anka kuşuna özenirken ona dönüşmenin güzelliğini sonradan fark ettim. o andan itibaren de korkmadım. korkmanın ne kadar gereksiz olduğunu anladığımda da gülümsedim. kelime oyunlarını bıraktığım gün de kadere olan inancımı tazeledim. hala uğruna yaşayacak şeyler varken kaçmanın ne kadar gereksiz olduğunu anladım aslında. ve işte o gün, tekrar doğdum.

***

"ben kaybolurken sen ararken bulacağız birbirimizi."

kendimle barıştığımda hayata doğru bir adım attım. onun bana on adım attığını gördüm hemen sonra. tesadüflere inanmadığım gibi bu düşünceyi de hep hakir gördüm. her insanın bir yaşam amacı varken hayatın tesadüflere müsamaha gösterdiğini üşünmek hep saçma gelmişti. bu yüzdendir ki onu daha evvel tanıyamadığım için kendimi her ne kadar üzülsem de "neden?" diye kendime hiç kızmadım. olması gerekenin şu an olduğuna inandım, inanmaya da devam edeceğim. inanç her şeyin başı değil mi zaten?

aynı anda aynı şeyleri düşünmek ne kadar sıradışı geliyorsa insanlara, buna ilahi bir özellik katmayı da bir o kadar abartı buldum hep. aynı anda aynı şeyleri hissetmek gibi. olması gerekiyordu ve oldu gibi bir şey bu biraz da. salt gerçek sadece. içimdeki sevgi var ve benim bunu yüceltmeye ihtiyacım yok, çünkü o zaten çok yüce demeli insan. bunu dedikten sonra da dudaklarından o büyülü sözcükler dökülmeli insanın "o"na:

seni seviyorum.